Yavaş bir roman

MEHMET ÖZÇATALOĞLU

Hemen herkesin bir çıkış aradığı dönemden geçiyoruz. Kimisi evden çıkış yolunu arıyor ki, bu sözünü ettiklerim arasında en şanslı kesim bu kesim. Farkında olanı çok mutlu zaten. Kimisi sağlığını yitirmiş, içine düştüğü bu cendereden çıkış yolunu arıyor, kimisi işini kaybetmiş aşını arıyor… Toplum olarak bir arayış içerisindeyiz sözün özü. Dünyada da görülebilir bu durumlar fakat bizimki gibi toplumlarda daha çok hissediliyor ağırlığı ne yazık ki. Hepimizin bir çıkışı mutlaka var. Önemli olan oraya ne zaman ve nasıl ulaşabileceğimiz. Bunun için de zamana ihtiyaç var sanırım ama ekonomik arayış içerisinde olanların böylesi bir zamana tahammülü olduğunu da düşünmüyorum.

Çıkışa doğru yönümüzü dönmüşken ya da dönmeyi arzuluyorken elimin altındaki kitap da adıyla dikkat çekiyor. ‘Ausgang’. Almanca bir sözcük ve dilimizdeki karşılığı ‘Çıkış’. Şair-öykücü kimliğiyle tanıdığımız Serkan Türk’ün ilk romanı. Ausgang öncelikle diliyle dikkat çeken bir roman. Türkiye edebiyatında çok sık karşılaşmadığımız bir dille anlatılıyor yaşananlar, sen diliyle anlatılıyor. Ne zaman karşılaşsam böyle bir anlatımla Demir Özlü’yü anımsarım. 50 Kuşağı öykücülerinin son birkaç temsilcisinden biridir Özlü. Onun ‘Soluma’ adlı kitabında karşılaşmıştım böylesi bir anlatımla. Dışarıdan izlettiren bir yaklaşım. Okuru içeri almıyor, kenardan baktırıyor. Biraz da ötekileştiriyor mu acaba?

Ausgang, yavaş bir roman. Okuru bir olayın peşine takıp sürüklemiyor. Huzurlu, sakin bir okuma süreci yaşatıyor, endişelerimizin had safhaya ulaştığı şu günlerde. Ve yine tıpkı bugünlerimiz gibi, yavaş. Birçoğumuzun neredeyse zaman kavramını yitirdiği, yaşam düzenini değiştirdiği bu günlerde hiçbir şey için acele etmiyoruz. Hiç olmadığı kadar sakin fakat yine hiç olmadığı kadar endişeli yaşıyoruz hayatı. Evlerin içine sığamayanlar da evlerin içinde kalamayanlar da olabildiğince mutsuz. Aslında bu kapalı kalmalar belki de biraz iç hesaplaşma için bir fırsattır. Olamaz mı?

Roman da geçmişle bir iç hesaplaşmanın romanı olarak görülebilir. İki anlatıcıdan biri olan genç arkeologun ve günlüğünü eline geçirdiği diğer anlatıcı Onnik Efendi’nin hayatlarının kesişmesi… Onnik Efendi’nin Anadolu’nun ötekileştirilmiş insanlarından biri olması… Genç arkeolog Hami Pazarlı’nın içinde bulunduğu yalnızlıkla bu durumu özdeşleştirmesi. Ve bir adaya giderek kendisiyle hesaplaşması… İşte bu dönemde hepimiz kendi adalarımızdayız aslında. Ve hayata karşı bir hesaplaşma dönemine girebiliriz. Çıkışı beklerken yeni bir çıkış bulabiliriz.

“Kalbin arzuladığı yere giden bütün yollar uzundur.” Joseph Conrad’ın bu dizeleriyle ve başka şairlere ait birçok dizeyle de karşılaşıyoruz satır aralarında. Yazarın aynı zamanda şair kimliğini taşıyor olması, sözcük kullanımındaki ekonomide de dikkati çekiyor. Sözü dolandırmadan, ağdalamadan etkili bir şekilde kullanıyor sözcükleri.

“İnsanın insana ettiği kötülük, kıyametin kopmasına yetmiyorsa daha ne yapmak lazım bu dünyada” diye yazmış Türk. Ne kadar derin, ne kadar geniş bir anlama sahip bu tek bir tümce. Hele bugünlerde yaşadığımız coğrafyada… Ve bir diğeri, “ÖZLEMEK, ne büyük bir boşluk. Tanıdığın, bildiğin hiçbir şeye benzemiyor.” Yazar, kitabını yazarken bugünleri düşünmemiş, hayal etmemişti muhakkak. Fakat yazdıkları bugünü de öyle güzel kucaklıyor ki. Umudu da aşılıyor sorumluluk taşıyan her kalem erbabı gibi.

Türk’ün satırlarını okurken ister istemez Orhan Kemal’in şu sözleri de düştü hatırıma. “Dost bir roman, okuyucusuna bilimin ışığında aydınlanmış gerçekleri sunar. Yaşadığı toplumdaki yerini, yaşadığı toplum düzeninin kuruluş mekanizmasını… Bu suretle kişiye, daha doğrusu toplum katındaki kalabalığın gerçek mutsuzluğunun nedenlerini belirtir. Mutluluğun adresini verir.”

Ausgang, çeşitli çıkışları aradığımız bir dönemde çıkageldi. Hayat her şeye rağmen nefes almaya değer dercesine, adıyla bir işaret verircesine. Şair ve öykücü Serkan Türk bu defa romanıyla selamlıyor okurlarını.