Yayın dünyası büyük sıkıntı çekiyor
Cem Alpan. (Fotoğraf: Medyascope)

Söyleşi: Yunus Emre Ceren

Emeğin her türlüsünün geçinememe haberleri gelirken nitelik emeğin bilindik örneklerinden yayınevi emekçileri de yayıncılığı terk etmeye başladı. Bir yandan kâğıt fiyatları bir yandan emek sorunu, bir yandan da yeni teknolojilerle denetimsiz çevirilerin yaygınlaşmasıyla yayınevlerini zor günler bekliyor. Biz de bu gidişatı editör Cem Alpan ile konuştuk.

Yayınevleri kâğıt zamlarıyla çok zor durumda. Bu durum da en çok çalışanlara yansıdı. Asgari ücret zammıyla birlikte artık yayınevi emekçilerinin büyük kısmı da asgari ücretli oldu. Editörler, tasarımcılar vb asgari ücrette birleştiler. Bu gidişat hakkında ne dersiniz?

Birçok yayınevi çalışanı İstanbul veya diğer büyük şehirleri terk etti ve pandemi dönemindeki çalışma koşullarına, yani evden çalışma sistemine geri döndü. Fırsat bulan bir daha geri dönmemek üzere kariyer değiştirdi. Halen bu mesleği yapanların büyük çoğunluğu da ancak ek işler yaparak ayakta durabiliyor. Özellikle kirada oturanların başka şansı yok. Bu durum elbette psikolojilerine ve yaptıkları işe etki ediyor. Bu meslek her zaman belli bir fedakârlığı gerektirmiştir ancak şu anki durum bunun çok ötesinde. Maaşlar en düşük seviyede. Bu maaşlarla hele büyük şehirlerde yaşamak imkânsız gibi bir şey. Birçok yayınevi çalışanı fazlasıyla kırılgan bir konumda. Yakında gelecekte de işler düzelecek gibi değil.

Son günlerde pek çok nitelikli editör ve tasarımcı, nispeten daha az enerji sarf edip daha fazla maaş aldığı yeni medya sektörüne geçiyor. Yayınevleri kendilerini bu tip nitelikli editör ve tasarımcının yokluğuna hazırladı mı?

Elbette böyle bir hazırlık yok. Yayınevini terk eden editörlerin yerine yenileri de alınmıyor. Dışarı iş veriliyor. Bir tür taşeron sistemi yürürlükte diyebiliriz. Parça başı iş yapılıyor. Bunun uzun vadede verimli olmasına imkân yok. Aslında kısa vade de verimli olmadığını tecrübe ediyoruz, sık sık aksamalar yaşanıyor. Söylemeye gerek yok, bazı yayınevi yönetimleri kaliteyi umursamıyor ya da en azından önceliği değil.

Yayınevinde çalışan editörler haricinde yayınevleri sıklıkla dışarıya da iş veriyor. Yayınevinde çalışan editöre kıyasla bu “freelance” editörler, gelinen süreçte çok daha kötü ücretler (forma başı, sayfa başı vb) karşılığında iş yapıyorlar. Emeğin karşılığını almaları nasıl daha iyileştirilebilir?

Bu herhalde örgütlenmekle, bir meslek birliği kurmakla ya da Yayıncılar Birliğinin belli taban fiyatları belirleyip dayatmasıyla mümkün olabilir, akla başka bir çözüm yolu gelmiyor. Taban fiyatlar belirlenmeli ve dayatılmalı. Belki artık devlet desteğini gerektiren koşullar söz konusu ama bu elbette hayalin de ötesinde... Uzun vadede tekrar kâğıt üreten bir ülke haline gelmemizin yolları aranmalı. Artık verilecek her mücadele uzun vadeli olmak zorunda zaten.

Tabii bunları konuşurken işin yayıncı tarafına da bakmak gerek; özellikle küçük, bağımsız yayınevlerinin yaşadıkları sıkıntıları da ortaya sermek gerek... Büyük yayınevleri arasında bu zor koşulları fırsata çevirmeye kalkanlar, her koşulda sömürüye dayalı yönetimi olanlar, sözgelimi çevirmenliği, editörlüğü meslekten saymayan, bilimi, felsefeyi küçümseyen ve her şeyi pazarlama üzerine kuran yöneticiler maalesef var tabii ama mesele sadece bundan ibaret değil. Kimi küçük yayıncı için artık kitap basmakla basmamak arasında fark yok gibi... Sözgelimi paralarını en iyi ihtimalle altı ay sonra alıyorlar ve o süreçteki kur farkı kendi ceplerinden çıkıyor. Değil kazanmak, kitap bastıkça borçlu çıkıyorlar. Özellikle küçük yayınevleri büyük sıkıntı çekiyor bu dönemde. Kültür adına asıl büyük kayıp onların koşullara dayanamayıp piyasayı terk etmesiyle yaşanacak. 

 Editörlerin genelde mesaisi bitse de işleri bitmiyor. Yayın dönemi içinde çıkması planlanan veya sonraki dönemde çıkması planlanan kitaplar, yeni çıkanlar vb derken günün çok büyük bir kısmında çalışan bir işkolu haline geldi. Sizce bitmeyen mesai ve oldukça düşük ücretlere tabi kılınmış editörler ne yapmalı?

Birçoğumuz arada kazanç sağlayacak işler yapıyor. Bu dönemde hemen hiç kimse hafta başı dinlenmiş bir şekilde başlangıç yapamıyor, çünkü hafta sonu ek işler yapmak zorunda. Çocuğu olanların, özellikle annelerin durumu çok daha zor. İnsanlar bu dönem hayatta, en azından yaşadığı şehirde, yaşadığı mahallede kalma mücadelesi veriyor. Bir editör arkadaşım, bu konuları konuşurken, “Benim barınma sorunum var!” diye bağırdı bir gün. Kira sözleşmesi beş yılı dolduruyordu ve muhtemelen yeni kira bedeli maaşını aşacaktı. Bu durumda bir tercih yapmak zorundalar. Çünkü hayatlarını devam ettirmeleri buna bağlı. Şu gün, yayınevi çalışanları arasında bir araştırma yapsanız, çoğunluğunun öğle yemeğini atladığını yahut yemeğini evden getirdiğini görürsünüz. Yalnız yaşayanlar, ailesi olanlar, başkalarının bakımını üstlenmişler yahut kariyer planı yapan gençler. Her biri varoluşsal kararlar vermeye zorlanıyor artık: şehri, mesleği terk etmek gibi. Bu konular resmen günlük sohbetlerin konusu haline geldi.

Nitelikli çevirmenler de editörlerle aynı kaderi paylaşıyor ve başka sektörlere göç etmek durumunda kalıyorlar. Bir süre sonra niteliksiz çevirilerle karşılaşacağız diyebilir miyiz?

Uzun süredir çevirmenler büyük sıkıntı çekiyorlar. Pandemi döneminde birçoğu ev ortamında verimli çalışamadı. Ayrıca güvencesiz olduklarından ruhsal açıdan daha fazla yıprandılar. Bununla da bitmedi, teslim ettikleri işlerin bir kısmı yayımlanamadı. Çünkü yayınevleri, kâğıt krizi nedeniyle yayın programların daraltmak zorunda kaldılar. Sonrasındaki kriz ortamı bu durumu devam ettirdi. Kısacası çevirilerin bir kısmı basılamadı ve ödeme yapılsa bile yeni baskı olmayacağından kazanç getirmedi. Ayrıca birçok yayınevinin kur krizini görmezden gelip zamsız fiyatları baz alarak ödeme yaptıklarını biliyorum; bundan yazarlar da payını aldı. Güven duygusu hayli zedelendi. Geçim derdi olmayan ya da o güne kadar yeterli birikimi yapmış, kendine risksiz bir hayat düzeni kurmuş çevirmenler ya da mesleğinin çok başlarındaki azimli çevirmenler devam edebildi ama büyük kısmı hem çok yıprandı hem de tercih etmeyeceği işlere iteklendi. Bu ortamda nitelikte iyi yönde gelişme olmasını beklemek zor.

Son olarak geçtiğimiz gün bir yayınevinin tamamen yapay zekâya çevirttiği bir eser gündeme geldi. Yiğit Yavuz gibi pek çok duayen çevirmen de bahsi geçen eseri inceleyerek çevirideki can alıcı hataları paylaştı. Sizin yapay zekâ çevirisi hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

Geçenlerde ben de böyle bir kitaba denk geldim, ekolojiye dair önemli bir kuramsal eserdi. Cümle yapılarında başta büyük sorun yok gibiydi ama özellikle bazı kavramlara dair öyle hatalar vardı ki gerçekten bir süre açıklama getiremedim. Sonra işin içyüzünü anladım. Bırakın yapay zekâyı, internet ortamındaki sözlükler bile tek başlarına sorunludur. Çünkü kelime karşılığını bağlam, kültür ve tarihten, söz konusu kelimenin metnin yazıldığı dönemdeki işlevinden bağımsız verirler, sadece karşılık yazarlar. Tecrübeli çevirmen ve editörler her zaman, tarihsel ve kültürel, bu bağlamı onlara verecek bir sözlüğü, metnin dilindeki sözlük sitelerini tercih eder, söz konusu kelimenin cümle içinde kullanımlarına bakarlar. Hal böyleyken metni sadece yapay zekâ programlarına teslim etmek, özellikle kavramlarda muazzam hataları beraberinde getirir. Sözgelimi “yazar düşmeye takıntılıydı” deniyor. Düşme “fall”un karşılığı olarak tercih edilmiş. Elbette “cennetten kovulma”, yani “ilk günah” kastediliyor. Ayrıca çevirmen üslubu diye bir şey var. Gereken cevabı tecrübeli çevirmenler verdiği için uzatmaya gerek görmüyorum. Ama işin başka bir yönü var: Satış ve e-kitap sitelerinde, kapakları iyi, tanınmış yayınevlerine benzeyen, çevirisi yapay zekâyla yapılmış birçok kitap göreceğiz muhtemelen. Sanıyorum böyle örneklere sosyal medyada paylaşılmaya başlandı... Kısacası denetimden yoksun bir piyasada muazzam bir kirliliğe maruz kalacağız gibi görünüyor. Daha korsan kitabın önüne geçilemedi... Hâlâ internetteki satış sitelerinde korsan kitap satıldığı haberleri geliyor. Bu durumda yapay zekânın böyle kötü kullanılmasının önüne geçilebilir mi?...