Yayın emekçisinin imkânsız aşkı

Bekir Demir - Editör

Yayın emekçileri modern dervişleri çağın. Bugün sektörde güvencesizlik, mobbing ve iş yetiştirme baskısı altında nitelikli iş çıkarma çabası içinde, özlük haklarından yoksun bir halde kitap aşkına, kitap uğruna Donkişotvari bir savaş veriyorlar. 

Yayın emekçileri dediğimizde genelde aklımıza çevirmen ve yazarlar gelse de sektörde çalışan ve sayıları yüz binlere varan editör, redaktör, dizgici, depo görevlisi ve satış elemanlarından oluşan büyük bir emekçi kesiminden söz ediyoruz aslında. Somutlaştırmak adına sektördeki sorunları birkaç başlık altında sıralamak istiyorum. 

i. Asgari Tarifenin Olmaması ve Yasal Korumadan Yoksunluk 

Bir kitaba aylarını vakfeden bir çevirmen, haftalarını veren ve dışarıdan çalışan bir editör, redaktör ve dizgici çoğunlukla sayfa başı (ve tek sefere mahsus olarak) ücretlendirilmek üzere, piyasanın kaderine terk edilen ve duyulması halinde bu yayınevlerinden herhangi birinin açıklamasını yapamayacağı kadar komik ve keyfî rakamlara iş yapıyor. Bu noktada özellikle çevirmenler için ÇEV-BİR önemli bir dayanak olarak uzun yıllardır örnek bir örgütlülük modeli önümüze koyuyor; ancak yayımlanan tip-sözleşmelerin –yasal bir güvenceden yoksun olması nedeniyle– öneri niteliğinde kalması dolayısıyla çevirmenler piyasanın dayattığı kademeli sözleşmelere veya tek seferlik ödemeler gibi emeği hiçe sayan ücretlendirmelere mahkûm ediliyor. Asgari bir tarife ortaya koyabilecek bir mesleki örgütlenmeden yoksun olmaları nedeniyle, editör ve redaktörler içinse durum bir nebze daha karanlık. Gittikçe daralan sektörde iş bulamama kaygısıyla aylık emekleri asgari ücrete karşılık gelmeyecek rakamlara çalışmak zorunda kalıyorlar. Öyle ki üst kademelerde çalışan ve yüzlerce kitaba hayat vermiş yayın emekçileri için dahi durum ancak bunun bir ölçek üstündedir. 

ii. Güvencesiz Çalışma Koşulları ve Freelance Belası 

Freelance çalışma sistemi, pandemiden sonra neredeyse sektörün olağan hali durumuna geldi. Tüm ömrünü kendisine vermesine rağmen bugün sektörün bir yayın emekçisine sunduğu tek şey, güvencesizliktir. Sigortasız, herhangi bir sağlık hizmetinden yoksun ve emekliliği bir hayal olarak bile düşleyemeyen bir yayın emekçisi için bu aynı zamanda sendikal bir örgütlenmeye dahil olamamak anlamına geliyor. Freelance çalışma noktasındaki sorunlar Türkiye’ye özgü olmasa da süreli sigorta vb ile çözülemeyecek nitelikte değil. Bu noktada yakın zamanda başlatılan mesleki örgütlenme çalışmalarının ve dayanışma ağlarının bu güvencesizlik karşısında yayın emekçisi için önemli bir dayanak olacağını umuyorum. 

iii. İş Tanımındaki Belirsizlik ve Süre Baskısı 

Yayına hazırlayan, lektör, editör, düzeltmen, redaktör vs arasındaki kavramsal belirsizlikler bir kenara, bugün editör her işi yapan insan demek. Özellikle matbaa ve kâğıt fiyatlarındaki muazzam artışlarla beraber işten çıkarmalar ve küçülmelerle daralan sektör, yayın emekçisinin yükünü iki katına çıkarmıştır. Esasında alana ve kültür dünyasına nasıl farklı bir bakış sunarız dışında bir derdi olmaması gereken editör bugün teknik bir eleman haline gelmiştir. Sektör daraldıkça editör, kendisinden aylık birkaç (hatta daha fazla) kitabı –mümkünse nitelikli şekilde– hazır etmesi beklenen bir dayatma altında çırpınmaya terk edilmiştir; telif görüşmelerinin yapılması vb gibi birçok angarya iş de cabası. Bir editörün kitap okuyacak vakti olmaması sizce de müthiş bir ironi değil mi? 

iv. Niteliksizleşen Yayıncılık ve Kültürel İklim 

Elbette koşullar her şeyin olduğu gibi yayıncının imkânsız aşkının da üstesinden gelir ve nitelikli editörler sektörden çekilmeye zorlandıkça elimizde ancak Amazon çoksatanlarına mahkûm bir kültürel iklimle baş başa kalırız. Üstsınıflar lehine işletilen genel ekonomi politikası ve bunun sonucu olarak matbaa ve kâğıt fiyatlarının kur bazlı artışıyla beraber, yayınevleri için üzeri çizilen ilk kalem editoryal süreç oldu. Belli politik yakınlıklar üzerinden desteklenen kimi birkaç yayınevi dışında, herhangi bir devlet desteğinden mahrum olan yayıncılık, niteliksel olarak çoksatan mantığını hayatta kalmanın tek yolu olarak görmeye başladı. Niceliksel olarak ise artık bırakın kaynak metinle bir karşılaştırmayı, düzelti dahi yapılmayan, şöyle bir göz gezdirilen metinler Türkçenin ve kültürel iklimin kaderi oldu. Elbette tüm bu sorunların bir bedeli olacaktı ve biz de bunu kültürel iklimin yıkımı gibi ağır bir şekilde ödüyoruz. 

v. Butik Yayıncılık, Dağıtımcı Tekeli ve Online Satış Siteleri 

Çoğunlukla gözden kaçırılan bir noktaya değinmek istiyorum. Bugün yayınevlerinin tümünü bir torbada değerlendirmek gibi bir alışkanlığımız var. Oysa piyasayı elinde tutan birkaç dağıtım firmasının ve online satış sitelerinin oluşturdukları tekel kırılmadıkça yayıncılığın içinde bulunduğu bu durumdan çıkma imkânımız yok. Aksi halde bütün bir düşünce alanını besleyen butik yayınevlerinin ve emekçilerinin pandemiden beri verdiği savaşta hayatta kalma şansları olmayacak. 

Tüm emekçiler için olduğu gibi, piyasanın kaderine terk edilen yayın emekçileri için de içinde bulunduğumuz bu halin politik bir tercihin sonucu olduğunu görmezden gelmememiz gerektiğini düşünüyorum. Hayatın her alanında olduğu gibi, bu yaşam savaşından da ancak hep birlikte, örgütlenerek ve dayanışma ruhuyla çıkabiliriz. Aşk olmasa da, mücadele hep kazanır.