Dinci, ırkçı siyonist İsrail yönetiminin hiçbir sorunu çözemeyeceğini vurgulayan Ergin Yıldızoğlu, “Dinci rejimler, halklarının çıkarlarına öncelik vererek, rasyonel politikalar izleyerek yönetemez” hipotezini Türkiye üzerinde de sınayabiliriz” diyor.

Yazar Ergin Yıldızoğlu: Dinci rejimler, halklarının çıkarlarına öncelik veremez
Fotoğraf: Cumhuriyet Kitapları

Esat Aydın

On yıllara yayılan Filistin halkının mücadelesi ve sebebi daha fazla toprak, daha fazla yerleşim alanı açmak ve her dönem farklı insan hakları ihlalleriyle dolu olan İsrail işgalinin yıkıcı etkisi Gazze’deki El-Ehli Baptist Hastanesi’nin bombalanmasıyla çok daha güçlü bir evreye girmiş görünüyor. 

Hastanenin bombalanması bugüne kadar Filistinlilere reva görülen acı ve yıkımın, İsrail sömürgeciliğin, şiddetinin ve keyfi politikaların gerçek yüzünden başka bir şey değildi. Son dönemdeki saldırılarda görüldü ki Hamas’ın ve İsrail güvenlik güçlerinin tutumuyla daha fazla ölüm ve dehşet verici şiddet içinde kalanların çoğu yine ne yazık ki çocuk ve kadınlardan oluşan siviller. “Büyük kapitalistlerin” sessizliği patlayan bombalar ve acının çığlıkları demek. Siviller ölümün, acının ve yıkımın en çıplak haliyle baş başa bırakılmış durumda. 

Filistin halkının mücadelesini, 7 Ekim’de dinci Hamas’ın saldırılarıyla başlayan ve bugün İsrail tarihinin en gerici, faşist iktidarının başındaki Netanyahu’nun soykırım boyutuna vardırmaya yöneldiği savaşı, sürecin bölge ve dünya politikalarına etkisini ve Türkiye’nin halini bu hafta Ergin Yıldızoğlu ile konuştuk. 

>> Cumhuriyet’teki son yazınızda: “Biliyorlardı ama göz yumdular, demiyorum. Görecek gözlerin sahipleri başka yerlere bakıyor, kendilerine başka hikâyeler anlatıyorlardı.” diye bir cümle kullanıyorsunuz. Bu cümle özelinde Hamas saldırısının bölgeye etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz? 
Bu saldırı İran’da bir rejim değişikliğine uzanacak kadar kapsamlı bir sürecin başlangıcı olabilir mi? Görecek gözlerin sahipleri, dört yere bakıyordu: (1) İsrail devletini yeniden yapılandırmaya çalışan faşist hareket, özellikle Yüksek Mahkemenin yetkilerinin kısıtlanması konusunda kendisinden farklı düşünen ve itirazlarını açıkça ifade eden güvenlik bürokrasisine (Mossad, Şin Bet vb.,) ordu üst kademesine kuşkuyla bakıyordu; devlet içinde iletişim kopuklukları gelişiyordu. (2) Devleti ele geçirmeye çalışan faşist hükûmet, çok güçlü bir toplumsal muhalefet ile uğraşıyor, güvenlik güçlerini bu muhalefeti bastırma üzerinde odaklanmaya zorluyordu. (3) Hamas isyandan vaz geçti ekonomik kalkınmaya ağırlık veriyor anlayışı gelişiyormuş. Kimi analistler askerin, 2014 çatışması modeline (küçük grupların İsrail birliklerine saldırması) bağlı bir sınır güvenliği yaklaşımını benimsemiş olduklarına inanıyorlar. Gelen tüm istihbarat bu bakış açısı altında yorumlanmış. Çok geniş çaplı ve çok sayıda sivil öldürmeyi, tutsak almayı hedef alan bir terör eylemi senaryosu düşünülmüyormuş. (4) İsrail ile Arap ülkeleri, en önemlisi Suudi rejimi yakınlaşıyor; Suudi rejimi de İran ile yakınlaşıyor. Bölge hiç olmadığı kadar sakin. 

ABD savunma konularında yazan entelijensiya, özellikle neo-con eğilime sahip olan arasında “İran’da rejim değişikliği olmadan Hamas’tan kurtulmak olanaklı değil” savını ileri süren yazılar son haftalarda yoğunlaştı. Bu yazılardan, bu konu dış politika bürokrasisi içinde tartışılıyor soncunu çıkarabiliriz. Pratiğe geçer mi geçerse nasıl bir plan dahilinde geçer bilmek zor. 

>> ABD Başkanı Joe Biden’ın: "Bir İsrail olmasaydı, bir tane icat etmek zorunda kalırdık" sözünün İsrail-Filistin meselesinin tarihsel bağlamı ve ABD’nin Ortadoğu politikası için anlamı nedir, tüm bunlar “İran etkisi” için mi; yoksa başka anlamı, bağlamı da var mı? 
İsrail ilk kurulduğundan bu yana hep emperyalist sistemin merkez ülkelerinin bölgedeki, en güvenilir, güvenlik ve operasyon platformu oldu. İran iki aşamada sorunlar alanına giriyor: Birincisi 1979-80 dinci karşı devrimle kurulan teokratik rejimin ABD hegemonyası ve etki alanı dışına çıkmanın yanı sıra, İsrail ve Filistin konusunda radikal bir tutum almasıyla ilgili. İkincisi, ABD’nin Irak’ta Saddam rejimini yıkmasıyla açılan boşlukta İran hızla bir bölgesel hegemonya adayı olarak, özellikle vekalet savaşlarında yönettiği milisler aracılığı ile yükselmesi, nükleer enerji kapasitesini arttırmaya başlaması, Rusya’nın Suriye’ye inmesiyle ilgili. İran’ın Rusya ile bağlarının daha da sıklaşması İran’ı bölgede ABD etkisi zayıflarken, ciddi bir sorun konumuna getirmeye başladı. 

Ancak, ABD açısından İran “sorunu” çok karmaşık bir sorun. Örneğin AB’nin merkez ülkeleri, İran’la doğrudan ya da dolaylı ekonomik, diplomatik ilişkilerini sürdürmek istiyorlar, İran’ın toptan ekonomik olarak tecrit edilmesine olumlu bakmıyorlar. Diğer taraftan Çin yükseldikçe, BRİCS ve G20 otonomi kazanmaya başladıkça, İran’ı ekonomik olarak abluka altına almak olanaksızlaştı. Çin aracılığı ile Suudi Arabistan ve İran yakınlaşmaya başladı. Bölgede ekonomik diplomatik ayak izini arttıran Çin ABD’nin yaptırımlar sistemini tanımıyor. 

ABD İran’ı vurmak için İsrail’i kullanmaya karar verirse, İsrail’i de kaybetmeyi göze almış demektir. Bunun yerine İran içindeki etnik, dini ve sınıf çelişkileri üzerinden bir Rejim değişikliği hayal edenler var. Bu çok zor ama İran da istikrarlı bir rejim değil, bu çelişkileri yönetemez duruma gelmesi ve Bir Suriye senaryosunun gelişmeye başlaması söz konusu olabilir. 

Bu bağlamda, Türkiye’de Meclis’ten geçen ve yabancı askerlere ülkede konuşlanma izni verme yetkisi içeren yasanın zamanlaması ilginç; Hulusi Akar’ın bu yasayı ABD ile ortak çıkarlara bağlayan açıklaması da... Hemen akla Irak Savaşı öncesindeki Mart tezkeresini getiriyor. Rejimin kırılganlığının artmakta olduğunu, ekonomiyi çalıştıracak parayı bulmakta zorlandığını göz önüne alırsak, ülkenin bağımsızlığı, Kürtlerin geleceği açısından birtakım “uğursuz” pazarlıkların söz konusu olmuş olabileceğini düşünebiliriz. 

>> Hamas’ın saldırısı sonrasında bölgesel bir savaş ve İran’a yönelik bir askeri süreç için sizce ABD/Biden nasıl bir tutum içinde olacaktır, ABD’nin seçim döneminde olması bölge politikasını nasıl şekillendirir?  
ABD’nin seçim döneminde olmasının etkisini iki yöne de çekebiliriz. Biden, seçimlere “ben bunamadım, büyük başkomutanım” havasıyla gitmek isterse İran’ı daha doğrudan etkileyecek, yerel bir savaşı göze alabilecek politikaları devreye sokabilir. 

>> Gerek Ukrayna- Rusya savaşı gerekse bugün dehşetli bir halle ilerleyen İsrail- Filistin savaşı emperyalist sistem içerisinde ABD merkezli bloka karşı; içinde Çin, Rusya ve İran’ın da olduğunu yeni bir hegemonya alanının şekillenmekte olduğuna işaret ediyor mu? 
Evet ABD-Batı merkezli “kurala dayalı dünya düzeni” parçalanırken, bu dağılmanın içinde farklı hegemonya alanları gelişiyor. 

Çin’in “Yol ve Kuşak” projesinin coğrafyasında, Ortadoğu ve Afrika’da, genel olarak “Küresel Güney”de hegemonya alanlarının şekillenmekte olduğunu söyleyebiliriz. Birçok gözlemci Çin’in BRICS grubunun fiili lideri konumuna geldiğini düşünüyor. G20 Grubundan, küresel ısınma ve Ukrayna savaşı konularında çıkan kararlar da Çin’in hegemonya alanlarındaki gelişmelere uygundu. Bu ülkeler için de Çin, Batı karşısında dengeleyici bir çekim merkezi olarak görülüyor. 

Çin’in Avrupa Birliği ülkeleri ve kimi sektörler üzerinden ABD karşısında da belli oranlarda bir “ekolojik üstünlüğünün” oluştuğu görülüyor. Bu “ekolojik üstünlük” kendini, Avrupa ve Asya ülkelerinin Çin pazarıyla hem ithalat hem de ihracat alanında, stratejik girdilerin tedarik zincirlerinde, oluşmuş vaz geçilemez bağlarda gösteriyor. Bu ülkeler, kendi ekonomilerinin Çin ekonomisinden daha fazla, zarar göreceğini düşünerek ABD’nin baskılarına direnmeye çalışıyorlar. 

ABD’de de yüksek dijital- teknoloji sektörü şirketleri, eğer Çin pazarından çıkarlarsa, o talebin yerine ne koyacaklarını, tedarik zincirini kırarlarsa, Çin’in tekele yakın kontrolündeki stratejik girdileri (ender mineraller, piller, mıknatıslar) kısa dönemde nereden edineceklerini bilemiyorlar. Bu şirketler, ekonomik krizin içinde kendilerini, devletin jeopolitik baskısı ile Çin ekonomisine olan bağımlılıkları arasında, “kapana tutulmuş” hissediyorlar, diğer bir değişle de Çin’in “ekolojik üstünlüğünü” … 

>> Dünyada ve Türkiye’de bir bütün olarak siyasal islam, İsrailFilistin meselesine dair tutumu din çatışması üzerine kuruyor. Oysa ABD’de Kongre binası eyleminde ateşkes çağrısı yapan Yahudiler, dünyanın dört bir tarafında barış ve özgür Filistin talebiyle sokakta olan Hıristiyanlar ve Türkiye’de İsrail Konsolosluğu önünde şeriat ve halifelik sloganlarına karşı "Katil İsrail, işbirlikçi AKP", "Emperyalistler, işbirlikçiler 6.Filo’yu unutmayın" sloganları yükselten sosyalistler mevcut. Siz meseleyi nereden tarif ediyorsunuz? 
Filistin sorununa bir yerleşimci sömürgecilik sorunu olarak bakılabilir. Israil, “Holocaust” gibi büyük bir felaketin ertesinde kuruldu ama kurulurken de kurulduğu yerdeki yerli halka Nakba gibi büyük bir felaket yaşattı. “Topraklar satıldı satılmadı tartışması” bu bağlamda abestir. Ancak şimdi İsrail’de yaklaşık 9.5 milyon insan yaşıyor. Bunlar bu felaketi miras aldılar. Kimileri kabul edip hesaplaşmak istiyor, Kimileri anımsamak bile istemiyor.  

Ancak bugün İsrail’in yok edilmesini istemek bana ne mantıklı ne de insanı geliyor. Önümüzde iki seçenek var. İsrail ve Filistin halkının demokratik bir tek devlet altında birlikte yaşaması. Bu sosyalizm ya da “komünist hipotez” açısından en ileri seçenektir. Ancak 1960’lardan bu yana hem ulusal zeminde iki halk arasında büyük bir güvensizlik gelişti, birlikte yaşama olasılığı giderek aşındı. İkinci seçenek iki devletli bir çözüm olabilir. Hamas’ın İsrail’in de katkılarıyla doğup gelişmesi Filistin ulusal hareketini ikiye böldü. Ortaya, iki devletli çözümü dahi kabul etmeyen, İsrail’i ve Yahudileri yok etmeyi arzulayan dinci anti-semitik, uzlaşmaz bir “direniş” ama çoğu zaman “sabotaj” hareketi çıktı. Bu sırada seküler kanat, Filistin Yönetimi, Arafat’ın öldürülmesinden sonra, giderek İsrail in dayattığı varoluş kurallarına uymaya, işbirlikçi bir yaşamı kabullenmeye ve çürümeye başladı.  

Gelinen noktada bugün, Hamas sayesinde, bir çözüm olasılığı ile değil, Gazze halkının yok olma olasılığı ile karşı karşıyayız. 

>> Son olarak; Erdoğan’ın seçim galibiyetinin etkisine de bakarak Türkiye’deki temel konularda, sorunlarda muhalefetin duruşu için ne söylenebilir; Seçimden sonra muhalefetten geriye ne kaldı sizce? Bir de CHP’deki olası bir değişim seçmeni yeniden siyasal hayatın öznesine dönüştürmeye yeter mi? 
Şöyle genelleştireyim: İsrail’de muhafazakar Siyonist Likud önce dinci sonra da giderek ırkçı Siyonistlerle yatağa girmeye başladığından bu yana hem İsrail yönetimi istikrarını kaybetti hem de Filistin sorunu çözüm olasılığından uzaklaştı. Filistin’de dinci Hamas direnişin “mızrak ucu” olduğundan bu yana, hem Gazze halkının, yaşamı giderek kötüleşti hem de Filistin sorunu çözüm sürecinden uzaklaştı. Bu iki örnekten çıkarsayabileceğimiz “dinci rejimler, halklarının çıkarlarına öncelik vererek, rasyonel politikalar izleyerek yönetemez” hipotezini Türkiye üzerinde de sınayabiliriz: Bakınız: Ekonomik çıkmaz, haklar ve özgürlükler, muhalefetin bile giderek uyum sağlamaya çalışırken dejenere olarak, kimliğini kaybederek etkisizleşmesi. 

Muhalefet -CHP’yi kastediyorumseçimlere, akıl, mantık ve siyaset teorisi açısından anlaşılması zor bir tutumla girdi. 6’lı Masa büyük bir hataydı. Şimdi de bu Masa’nın ortaklarını Mecliste ya da Yerel Seçimlere doğru, aldıkları tutumlara balkınca CHP liderliğinin “yararlı salaklar” durumuna düşmüş olduğunu görüyoruz. 

CHP’deki olası bir değişim seçmeni yeniden siyasal hayatın öznesine dönüştürmeye yetmez. Bunu kolaylıkla söyleyebiliyorum, çünkü ortada değişim adına gerçekleşme şansı olan bir öneri yok. Bir süredir “Galiba CHP artık bitti?” diye düşünmeye başladım. Bu yüzden sosyalist solun birliği olasılığına sık sık vurgu yapıyorum. Birlik için bir çaba olmamasını anlayamıyorum ve hayretle karşılıyorum. Sosyalist solun bugünkü haliyle yaptıklarını yapmaya devam ederek direnmek, rejimin projelerini bozmak bir yana, yok olmaya doğru gittiğini düşünüyorum. Bugün birlik için kendi aralarında uzlaşmayı beceremeyenlerin, yakın gelecekte çok daha vahim seçeneklerle, karşı karşıya hem de hazırlıksız olarak kalacaklarına inanıyorum