Yazar tıkanıklığı

Kimi edebiyatçının lüks olduğunu düşündüğü, kimisinin ise yaratıcılık krizini aşmayı varoluş sorunu haline getirdiği bir durum yazar tıkanması. Yazarların deneyimlerini paylaşması, bu sorunu yaşayanların içine bir parça da olsa su serpebilir. Buradan hareketle sorunun muhataplarına fikirlerini sorduğumuz küçük bir soruşturma yapmaya karar verdik ve şu iki soruyu yanıtlamalarını istedik:

1- Hiç yazar tıkanması yaşadınız mı?

2- Yaşadıysanız bu durumu nasıl aştınız?

SANAT KRİZDEN DOĞAR

Fadime USLU

İngilizce: Writers block. Çoğu Avrupa dillerinde de bunun tam çevirisi, görebildiğim kadarıyla: Schreibblockade (Almanca), Blocco dello scrittore (İtalyanca) Bloqueo de escritor (İspanyolca). Fransızlar tabii ki farklı söyleyecekler: Angoisse de la page blanche  (Boş sayfa kaygısı ya da bunalımı). Biraz daha egzotik tınılar derseniz, Rusçası Tavriçeskiy tupik, Japoncası Sakka no burokku. İngilizcede yazmaya engel ruhsal durum dışında bir de fiziksel durum betimlemesi var: Writer›s cramp. Bildiğiniz el-parmak krampını uzun uzun kalem tutmaya bağlayan bir terim. Bilgisayar çağına ne kadar dayanır, belli değil.

Fadime Uslu

Niçin bu terimleri sıraladım? Sorunuzla birlikte yeni bir soru düşünmeye başladım da ondan. Türkçede yazar tıkanmasını ifade eden terim neden yok? Yanıtı sanırım yazma üzerine kavramsal düşünce üretmeyle ilgili. Buradaki tıkanma da başlı başına bir olay. Sonuçta sanat krizden doğar. Yaratıcılıkta tıkanma da sanatsal yenilik için kaçınılmazdır bence. Yazıp bitirdiğim her öyküden sonra bu duyguyla boğuşurum. Hiç bitmez. Çevrenizdekiler üretmenin nasıl bir sancı yarattığını bilemiyorlarsa hayat çekilmez hâle de gelebilir. Soğukkanlı olup durmak, beklemek, tabii bu arada yan yollarda çalışmak, sanatınızı besleyen damarları güçlendirmek, krizi aşmanın yöntemlerini bulmak ve uygulamak. Büyük işlerin büyük krizlerle hazırlıklar gerektirdiğini de unutmamak.

TANIMSIZ BİR ÖZLEM DUYGUSU

Özge DOĞAR

Hepimizin hayatı gibi benim hayatım da tek bir çizgi üzerinde hareket etmiyor. Yaşadığımız döneme özgü olan, ‘düşmemek için hareket etmek’ kuralı belki de farkında olmadan hepimizi etkisi altına aldı. Gelecek güzel günler için, parasız kalmamak için, sağlıklı ve dinç olabilmek için… Neden ne olursa olsun, hareket etmek ve gündelik hayatta karşılığı koşturmak olan mücadeleyi vermek zorundayız. Bu koşuşturma ve hareket içerisinde yaşadığım tıkanıklıktan çok yazmaya, kaleme özlem oluyor. Bazen gündelik hayatın içerisinde zihnimden sözcükler, cümleler akıp, kayıp gidiyor ve ben onun peşine takılamıyorum çünkü kayıp giden zaman benden daha hızlı. Hal böyle olunca da yazma özleminin stres yarattığı ruh durumları oluyor. Benim için buna özlem diyebilirim, tıkanıklık değil.

Özge Doğar

Perilerin varlığına inanmadığım için elbette ilham perisini beklemiyorum. Yazma özlemimi gidermek için; kaleme ya da klavyeye dokunarak, sabah erken uyanıp sıcak bir kahve eşliğinde çalışma masama oturmak benim için yeterli. Yazma özlemimi, yine yazarak giderebilirim. Sistemin çarkları bizi yutmaya çalışırken yazarak direniyorum ben de. Bu bazen sabah erken saatlerde, bazen uykumun arasında. Yazmazsam delirmem ama içimde tanımsız bir özlem olurdu, aynı masaya oturamadığım zamanlarda olduğu gibi.

BİR ŞEHİR EFSANESİ YAZAR TIKANMASI

Melike UZUN

Yazar tıkanması denen durum daha çok yazarı yaratma sancılarıyla kıvranan, kendini yazmaya zincirlemiş, başka bir uğraşı düşünemeyen, yedi gün yirmi dört saat yazmaya çalışan, başka da bir işi olmayan;  tülden, sisten yapılma bir insan üstü yazar algısıyla ilgili. Oysaki günümüzde çoğumuz günlük yaşamdan tırtıkladığımız zamanlarda yazıyoruz.  Sabah kalkıp bir iki saat ya da işten döndükten sonra, dolayısıyla yazmamız çöldeki birinin su içmesine benziyor.  Diğer yandan,  Sait Faik’i düşünelim.  Geçim derdi yok, istediği zaman yazabilir, onun var mıydı tıkanma sorunu? Yok. Yazmasam çıldıracaktım, dedi. Çünkü onun için yazmak “kendini başkalarına beğendirme” meselesi değildi.  Onun için yazmak bir iş değil, doğal bir var olma haliydi. Yazar tıkanmasını narsistik bir kendini beğendirme çabası, onaylanmama korkusu olarak da görüyorum ben bu yüzden. Kendini beğendiremeyeceğine duyulan korku.

Melike Uzun

Kısacası tıkanmıyorum.  Yayımlanmış üç kitabım dışında yayınlanmamış bir roman dosyam, bir şiir dosyam çekmecemde. Yeni şiirler yazıyorum, klasörümde kitap haline gelmemiş, bir yerlerde yayımlanan, yayımlanmayan öyküler var. Bir defterim öykü ya da roman olmayı bekleyen fragmanlarla dolu.  Bir roman da bitmek üzere.

YETER Kİ METNİN BAŞINA GEÇEYİM

Oylum YILMAZ

Elinde kalemle bomboş bir sayfanın önünde kalakalmış bir yazar… Aklına yazacak tek kelime bile gelmiyor! Dramatik ama güçlü bir imge, biliyorum. Ve derken bir mucize oluyor, olağanüstü bir ilhamla doluyor yazarımız, o boş kâğıt bir şekilde doldukça da an be an kahramanlaşıyor…

Bu bir hikâye bence, ama yazarların bu şekilde acı çektiğini sanmıyorum ben. Yazarken insan acı çekiyor elbette ama bu şekilde değil. Yazarın aşması gereken tıkanıklık zannediyorum ki uzun saatler boyu boş bir sayfaya bakarak ilham gelmesini beklemekten ziyade, yazmaya zaman ayırabilmekte. Gündelik hayatın, yetişkinliğin getirdiği sorumluluklar, maddi kaygılar, edebiyatı çalışmaktan saymayan komşular, ahbaplar, dostlar, bitmeyen mesaj sesleri, yerli yersiz çalan telefonlar, cevaplanmayı bekleyen elektronik postalar, bakım isteyen aile fertleri, kaynayan tencereler… Bütün bunları aşıp o sayfanın önüne oturmayı başarmak. Benim kişisel mücadelem de bu. 

Doğrusunu söylemek gerekirse metnin başına geçip yazamadığım hiç olmadı. Yeter ki metnin başına geçmeyi başarabileyim! Diğer yandan, yazarken romanın ortalarına doğru bir yerde, hep duruyorum, bazen aylar süren bir durma hali bu, ortaya çıkan şeyin heyecanı, endişesi, gerilimi beni sarıyor. Baş edebilmek için kendime zaman veriyorum, metinle arama biraz mesafe koymak istiyorum. Yazar tıkanması gibi değil de, yazarın bir durup soluk alması gibi.

Oylum Yılmaz

Her seferinde olduğu için de artık endişelenmiyorum. Acelesi olan, her bir ya da iki yılda bir okuruna roman borçlu olan bir yazar değilim. Son derece disiplinsiz, başına buyruk ve hiç telaşı olmayan bir şekilde yazıyorum. Öyle olmasaydı, o tıkanma dediğimiz şeyi de yaşardım büyük ihtimalle. Eğer yazmanız “gerekli”yse, mesele iyi yazmanın ötesinde, bir kariyer olarak “iyi yazar” olmaksa,  bir yerde mutlaka tıkanırsınız çünkü.

ZAMANI BOL İNSANLAR TIKANIR

Ahmet BÜKE

Hocam hiç öyle bir şey olmadı bende. Öğrenciliğimden beri uzun iş saatlerinde çalışıyorum. Günde iki saat yol. Ev işlerine ortaklaşma, çoluk çocuk… Geriye gün içinde okumam ve yazmam için bir ya da iki saatim kalıyor. Zamanı bol insanlar tıkanır. Ben ne bulursam ona saldırıyorum. Emekli olup bu lüksü tatmak isterdim ama o durumda da geçinemeyiz. İnşallah bir gün tıkanmak nasip olur bana da...

Ahmet Büke

BU DA GELİR BU DA GEÇER

Onur ÇALI

İnsanların meydanlarda toplanıp “X yazar yeni kitap yazsın!” diye slogan attıklarını ne gördüm ne duydum. Demek ki kitaplarımız çıktığında sessizce sevinen üç beş okurdan başka bizi bekleyen kimse yok. Dolayısıyla panik yapacak, kendi kendimize teşhis (yazar tıkanması) koyup üzülecek bir durum yok.

Üzülecek bir durum yok çünkü yazar tıkanması diye bir şey yok. Ama var. Hele geçiminizi yazarak sağlamaya çalışıyorsanız, yetiştirmeniz gereken yazılar masanızda birikmişse katmerlisi var. Çünkü aceleniz var, yazmak zorundasınız. Yazmak zorundaysanız inadına var yazar tıkanması. Fakat yazar tıkanması diye bir şey o durumda da yok aslında. Olsa olsa yazı tıkanmıştır. Yazar olarak, o tıkanıklığı açacak olan sizden başkası değil. Hasta da doktor da sizsiniz. Yine de olmuyorsa, metin ilerlemiyorsa biraz havalandırmak gerekir sözcükleri; ara vermek, belki de tümden vazgeçmek gerekir. Yazar tıkanmasına neden olan şey yazamama hali değil, yazmak zorunda olma halidir çünkü. Peki gerçekten yazmak zorunda mısınız? Düşünmekte fayda var.

Onur Çalı

Sözü bu kadar yorduktan sonra dinlendireyim artık. Olmaktan korktuğum yere getireyim. İlk öykümün yayımlanışını milat kabul edersem 15 yıldır ilk kez, yazar tıkanmasına benzer bir hisse kapıldığım oluyor bu aralar. Allahtan uzun sürmüyor, bir iki günde açılıyorum. Fakat yazmak isteyip de yazamadığım o birkaç gün sancılı geçiyor, dünya çok sıkıcı bir yer haline geliyor. Yine de boş durmuyorum, elimden geleni yapıyorum. Yazamadığım günlerde kedilere daha yakından bakıyorum, bulutların şekillerinden hikâyeler uyduruyorum, sevdiğim yazarlara dönüyorum, şiir okuyorum, film izliyorum, müzik dinliyorum... Tüm bunları yaparken aklımdan çıkarmıyorum: Benden yazmamı talep eden kimse yok, yazmak zorunda değilim. Böyle düşününce tıkanmıyorum, tıkansam bile tıkanmış gibi hissetmiyorum. Bu da gelir bu da geçer diyorum. Geçiyor.

YAZMAYI HAYATINIZIN MERKEZİNE KOYMALISINIZ

Barış İNCE

Hiç yazar tıkanması yaşadım mı? Bir tıkanma olarak mı değerlendirilir bilmiyorum ancak beni, roman yerine başka şeylere yoğunlaşmak zorunda bırakan kaygılar söz konusu oluyor. Örneğin ekonomik, politik sorunlar yazma süreçlerinin önüne geçip zihninizi doldurabiliyor. Böyle durumlarda özellikle roman gibi uzun soluklu bir dosyaya başlamakta zorlanmaya ve daha kısa vadeli işlere yoğunlaşmaya başlayabiliyorsunuz. İkinci bir sorun da kendiniz aşma beklentiniz olabiliyor. Önceki metnin ötesine geçme, onu aşma isteğiniz sizi tetikleyecek hikâye ya da imgeyi daha zor beğenmenize neden olabilir. 

Barış İnce

İkinci soruya gelirsek. Öncelikle işinizin bu olduğu konusunda kendinizi ikna etmelisiniz. Yani “yazar” olduğunuzu düşünüyorsanız, bu işi hayatınızın merkezinde görmek zorundasınız. Diğer her şeyin kapladığı alanın kademe kademe azaltılması gerekiyor. İkincisi devasa bir dosyaya başlamakta zorlanıyorsanız daha küçük metinlerle, yazma gerektiren başka işlerle ısınabilirsiniz. Üçüncüsü de sanatçının kendini aşma sürecinin aslında uzun yıllar gerektirdiğini, bunun tüm yaşamınıza yayılacak bir zaman dilimi olduğunu ve her yaptığınızı daha iyi yapmak zorunda olmadığınızı fark etmenizdir. Bunu fark ettiğinizde kendinize dair farkındalık sürse de metnin “başarısına” dair beklenti bir nebze azalacaktır. Yazmak skor alıcı bir yarış değil, hayatın tümünü kapsayan bir yaşam biçimidir. Sizi kısıtlayacak tüm bu kaygılardan sizi uzaklaştıracak olan şey, yine yazmanın kendisidir.