Bilinçaltı bakımından yazarın başka insanlardan pek farkı yoktur. Yazar bütün o başka insanlara benzeyen yanlarını kullanır yalnızca. (Bu yüzden) insan yazı yoluyla yapabileceklerinin önüne geçmemelidir

Yazmak cümleleri Rafine notlar

ÇAĞATAY USLU

Faruk Duman Yazmalı Defter’de ‘yazma’ notları tutuyor. İnsanlar ile hikâyeler, yazar ile yazma eylemi arasındaki ilişkilere odaklanıyor. Yazıya, yazmaya sıfatlar biçiyor, durumlar betimliyor. Kitabı yazma kenarı oyalar gibi tane tane işliyor. Bizi de birçok ‘yazmak’ cümlesi ile baş başa bırakıyor.

1.Yazmak ölmek gibidir biraz: Marc Auge’nin bu sözünden tipik yazarın ölümü metaforu da anlaşılabilir. Metin oluşumunu tamamlarken yavaş yavaş gölgeden kurtulur, yolun sonunda bir anlamda bağımsızlığını ilan eder. Faruk Duman ise burada bir savunma ilişkisi görüyor. “Yazının içinde, yazarın kurduğu dünyanın, o dünyaya ait kişilerin, kurulan atmosferin ya da coğrafyanın savunusunu görürüz.” Bu düşünce vicdanı harekete geçiren bir motivasyona doğru eğilir ve “vicdan bencilliği parçalayabildiği için Auge haklı olabilir. Daha az yalnız ölebilmek için.”

2.Yazmak bir arayıştır: Aranan nesne çoğu zaman dildir. Yazarın kendi diline ulaşma çabası, yazı deneyimi ve okuma yolculuğu ile doğru orantılıdır. Ancak burada mutlak bir değişim de söz konusudur. “Yazarın kendisi hakkında yalan söylediği doğru değildir. Kendisini başka bir şey yapmıştır o”.

3.Bu dünyada yapıp ettiklerimiz içinde en çok yazmanın amacı vardır: Doğrudan ve bütünleyici bir tanımlamayla “yazmanın amacı hayatta kalmaktır” diyor, Duman. Şehrazad örneğini veriyor. Hayatta kalmak için hikâye ‘uydurma’nın en özellikli örneği bu olsa da insan yüzyıllardır hikâyeler uyduruyor. Meraklarını gidermek için en çok da. “Kimi zaman artık bilmediklerimizin gelip bizi keşfetmeleri gerektiğini düşündüğüm olur.” Yazı da bilinmeyenin zihnimize ışımasıyla bilinir kılmaya çalıştıklarımız değil midir biraz da.

4.Yazmak, köşeye sıkışmış insanın tepkisidir: Köşeye sıkışmak, geçit vermez dağların arasında kalmak. Zamanın geçmesine ihtiyacı olmak. Hikâyeye en geçerli bahanelerdir. Aşılmaz dağlar elbette bir imgedir çoğu zaman. Sözgelimi Suzan Defter böyle dağlarla kuşatılmış ve korunaklı alanının dışına atılmış iki insanın buluşmasıdır. Biri dinler biri anlatır. Dinleyen dağlarını eritmiş, anlatan hikâyesine alan bulmuş olur.

5.Yazmanın amacı, okurun daha güzel ölmesini sağlamaktır: Kabaca yapılmış hayatlar denebilecek roman kahramanları, belki de bu yüzden, daha sahici görüntüler çizerler bize. “Çünkü yarı yarıya bizim yarattığımız görüntülerdir onlar.” Belirli bir ölümsüzlük biçilmiştir onlara. Kâğıt üzerinden çıkıp bilincin ve bilinçdışının sularında yüzmektedirler artık.

6.Yazmak bir tür bağımlılıktır: Birçok yazar yazmayı bıraktığını ama nedense bir süre sonra kendisini masanın başında bulduğunu anlatır. Sözgelimi Cemil Kavukçu ya da Hasan Ali Toptaş böyle anlardan bahsederler. Yazmanın bir çeşit esriklik halini çağrıştırmasının altında da bu önerme aranabilir.

7.Yazmak kaydetmek anlamına gelir: Öykü tanımlarından biridir: ânın kaydedilmesi. Roman tarihe uzanabilir ya da Ölmeye Yatmak’taki gibi fiziksel zamanını birkaç saatin kaydına ayırabilir ama yazmak bilincin kaydının tutulması anlamına da gelir. Psikolojik zaman burada belirecektir. Bir sandalyede kıpırtısız oturan bir adamı anlatan beş sayfalık öykü bilince açıldığında o adamın bütün geçmişi gözlerimiz önüne serilebilir ya da yine Ölmeye Yatmak’ta olduğu gibi bütün bir Cumhuriyet kuşağını gösterebilir.

8.Yazmak dilin olanaklarını araştırmaktır: Şiirsel dil meselesi taze bir konu. Çokça kullanılan ama neyi karşıladığı tam olarak bilinmeyen adeta bir kaçış cümlesi oldu. Öykünün kimi yerde şiire en yakın ‘tür’ olduğu söylenirken kimi yerde de bu yakınlaşma tehlikeli kabul edilebilir. Şiirsellik ölçülürken kıstaslar genelde tekil alınır. Bazı yazılar öykünün ritmini öne çıkarır bazısı imgeye yaslanmasını. Öyküde şiirsellik nedir sorusuna bir cevap aradığımda ise bunları bir bütün olarak algıladığımı görüyorum. Ancak yeterli de bulmuyorum. İmge kullanımı gerçekten tehlikelidir çünkü soyutun tekrar soyutlanması anlamı genişletmek yerine kendi içine kapatır. Bunun yanında dar bir alanı olan öykü göstermeye yönelmelidir. Görüntünün yani öykü nesnelerinin açığa çıkarılması ritim ve ihtiyaç dâhilinde imgeyle birleştiğinde bir tür şiirsellik ortaya çıkacaktır.

9.Yazmak anlamaya çalışmaktır: Anlatma eylemini önceleyen budur. Burada en güzel örnek Yaşar Kemal’dir. İnce Memed’i, Meryemce’yi ya da Mustafa’yı ölümsüzleştiren onları bu kadar iyi tanıması, onlarla iç içe olması yani anlamasıdır. Çünkü “kendisini yazmaya çalıştığı kişilerden çok başka bir yerde gören yazarın, yazdığı karakterleri anlama şansı pek yoktur”.

10. Yazmak sınır ihlali demektir: Yazıyı bir adım daha ileri götüren aşındırabildiği sınırlardır. Oğuz Atay, Sevim Burak ya da Edip Cansever bazı eşikleri atlayabildikleri için kendi dönemleri içerisinde dönemlerinin ilerisinde yazarlardır. Ufkun ötesini açık eden bu yazarlar sınırı hep biraz daha ileri taşırlar ancak insanoğlu var olduğu sürece aşılacak bir sınır da mutlaka olacaktır.

11.Yazmanın yalnızlık olduğuna inanmıyorum: Yazmanın hatta söyleşmenin kökenine inildiğinde asli unsurun haberleşme olduğu görülecektir. Sözlü gelenek içerisinde de hikâyeler anlatan gezgin âşık aynı zamanda bir yerden bir yere haber de taşır. Günümüzde farklı boyutlarda da olsa bu süreç devam etmektedir. Artık anlatıcılar bizzat gezmeseler de hikâyeler dünya içersinde dolaşımdadır. Ngũgĩ wa Thiong’o bize Kenya’nın dağ köylerindeki insanların haberlerini ulaştırır sözgelimi.

Son olarak Faruk Duman’dan kulağımıza bir küpe: Bilinçaltı bakımından yazarın başka insanlardan pek farkı yoktur. Yazar bütün o başka insanlara benzeyen yanlarını kullanır yalnızca. (Bu yüzden) insan yazı yoluyla yapabileceklerinin önüne geçmemelidir.