12 Eylül'ün 27. yılını geride bırakırken, önümüze AKP tarafından hazırlanan "sivil anayasa" önerisi konuldu. 12 Eylül dönemiyle yüzleşememiş ve.....

12 Eylül'ün 27. yılını geride bırakırken, önümüze AKP tarafından hazırlanan "sivil anayasa" önerisi konuldu. 12 Eylül dönemiyle yüzleşememiş ve hesaplaşamamış bir toplumda, askeri yönetim tarafından yürürlüğe konulmuş 1982 Anayasası'nın kaldırılması söz konusu. Gerçi bugüne kadar bu anayasanın pek çok maddesinde değişiklik yapıldı ama artık tümden kaldırılarak yeni bir anayasa yapılması sıradan bir kanun çıkarma hadisesi değil.

Ancak, toplumda yeni bir anayasa yapılması yönünde bir talep olmadığı gibi, yapılacak anayasanın hangi değer ve ilkelere dayalı olacağı konusunda bir mutabakat da bulunmuyor. 22 Temmuz seçimleri sırasında da, yeni bir anayasa yapılması yönünde fazla bir tartışma yaşanmamıştı. Bu bakımdan, "yukarıdan aşağıya" doğru başlatılan bir süreç sonunda yasalaşacak yeni anayasanın sivilliği biraz havada kalıyor.

Mefhumun muhalifinden hareketle, bu anayasaya "sivil anayasa" denilip denilemeyeceği de tartışma gerektirir bir konu. Türkiye toplumunun sivilleşmesi keşke bu kadar kolay olsaydı. 12 Eylül Anayasası'nın, darbecilerin ve darbe döneminin diğer sorumlularının yargı önüne çıkarılmasını engelleyen geçici 15. maddesi kaldırılmadığı takdirde, yeni anayasanın sınırlı bir sivilliği olacaktır.

Yeni anayasa'nın, temel insan hak ve özgürlüklerine dayalı ve devlet karşısında bireyi koruyan bir anlayışla hazırlandığından söz ediliyor. 1982 Anayasası'nda bu güne kadar yapılan değişikliklerin çoğu temel haklarla ilgiliydi. En son yapılan 90. değişikliği ile usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalar üst hukuk normu haline getirilince, temel hak ve hürriyetlerle ilgili bütün maddelerin yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. Bu yüzden bu alanda yapılacak düzenlemeler köklü bir yenilik getirmiyor. Polisin yetki ve görevleri ile ilgili mevcut yasal düzenlemeyi değiştirmeyi gerektirecek anayasal hükümler getirilmediği takdirde, eski anayasanın militarist devlet anlayışı, yerini polis devleti anlayışına bırakmış olacaktır.

Sivil anayasa konusunda heyecanlanan pek çok kişi, sosyal haklar alanında yapılacak düzenlemeler hakkında nedense hiç fikir beyan etmiyor. Geçmişte yapılan anayasa değişikliklerinde de, sosyal haklarla ilgili herhangi bir iyileştirme olmamış ve sendikal haklar alanındaki düzenlemeler kamu çalışanlarının sendikalaşması ve sendikal faaliyetle ilgili genel mahiyetteki yasakları içeren hükümlerin değiştirilmesi/ kaldırılmasıyla sınırlı kalmıştı.

Sosyal haklar ve sosyal devlet ilkesi açısından, öncelikle değiştirilmek istenen eski 1982 Anayasasındaki düzenlemeleri anımsamakta fayda var. Prof. Mesut Gülmez bu düzenlemeleri çarpıcı bir biçimde açıklamıştı. "1982 Anayasası, yalnızca 12 Eylül Anayasası değil, aynı zamanda 24 Ocak 1980'de uygulanmaya başlayan 'istikrar politikaları'nın da güvenle uygulanmasını sağlayacak ve yeni ekonomik programın gereksinim duyacağı hukuksal güvenceleri içerecek bir üst düzenleme niteliği taşıdığından, 24 Ocak Anayasası'd ir. 1982 Anayasası'nın bu anlamda bir TİSK anayasası olduğunu söylemek de yanlış olmaz.' diyen M. Gülmez, 1982 Anayasası'nın 'sosyal adaletsiz bir sosyal devlet ilkesi" ne sahip olduğunu söylemişti.

Aradan geçen 25 yıl sonra, işveren cephesinin ve küresel sermayenin yeni talepleri göz önüne alındığında sosyal haklar alanında bundan da kötüsü olabilir. Sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, çevre ve konut hakkı gibi konularda yapılacak değişikliklerle sosyal devlet, sosyal adalet gibi ilkelerin son kırıntıları da ortadan kalkabilir.

Yeni anayasa'nın sivilliği ve sosyalliği hakkındaki bu kısa gözlemler bile, salt bir hukuk metni çıkarılmadığını, toplumun geleceği için ideolojik ve politik bir hattın çizilmek isteneceğini gösteriyor. Bu hattın liberal bir doğrultuda çizileceğini de herkes biliyor. Öte yandan, yürürlükten kalkacak olanın 12 Eylül anayasası olması konunun ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.