Kapital’in güncelliği, toplumsal gerçekliğin düşüncede yeniden inşa edilmesini sağlayan kavramları ortaya çıkararak, bu kavramlar aracılığıyla kapitalizmin tarihsel seyrini ve onun zayıflıklarını tespit etmemize olanak veren yöntemsel çerçevesinden ileri gelir.

Yeni bin yılda kapitalizm ve kapital

ÖZGÜRCAN ALKAN

Marksist bir tarih kuramcısı olan Eric J. Hobsbawm, Aşırılıklar Çağı: 1914-1991 kitabının son paragrafında şunları yazar: “Nereye doğru gittiğimizi bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, tarihin bizi bu noktaya neden getirdiğidir.” İkinci cümlede ‘nasıl’ yerine ‘neden’ kelimesinin tercih edilmesi anlamlıdır, zira bu özel olarak Hobsbawm’ın tarih metodolojisinin ama en genelde Marksizm’in toplumsal olanı anlamlandırma çabasının özgünlüğünün bir ifadesidir. Bir başka deyişle Marksizm, tarihsel gelişmelerin kronolojik ve rastlantısal şekilde birbirini takip eden olaylar kümesi olduğu tezini reddeder. Bunun yerine, toplumsal gelişimin kaynağının, üretici güçlerin gelişimi ile bu güçlerin örgütlenmesini, yönetilmesini ve yeniden üretimini tesis eden üretim ilişkileri arasındaki gerilim olduğu fikrini öne sürer. Tarihi-toplumsal olaylar, bu gerilimin dışında bir maddi koşula sahip değildirler.


TOPLUMSAL İLİŞKİ OLARAK KAPİTALİZM

Bir üretim biçimi olarak kapitalizmin ve toplumsal bir ilişki olarak sermayenin teorik düzlemde ele alınması son derece çetrefil bir uğraştır. Zira kapitalizmi kendinden önceki üretim biçimlerinden ayıran şey, üretimin örgütlenmesinin nihai amacının artık değer üretimi yoluyla sermayenin sınırsız büyümesi haline gelmiş olmasıdır. Bu amaç, büyük ölçekli meta üretimiyle gerçekleştirilir ve bu sürecin sonunda kaçınılmaz olarak üretimin öznesi ve nesnesi birbirinin yerine geçmiş görünür. Toplumsal ilişkilerde yaşanan bu radikal dönüşüm, toplumsal olana dair fetiş görünümler ortaya çıkardığı ölçüde eşitsizliğin ve sömürünün kaynağı silikleşir, doğallaşır, tarihsizleşir. Bu yüzden kapitalizmin tarihi, kendini kapitalizm olarak göstermemenin de tarihidir aynı zamanda.

Marx’ın külliyatının tartışmasız en kapsamlı ve önemli eseri olan Kapital, bir bütün olarak kapitalist toplumsal ilişkilerin hangi tarihsel koşullarda ortaya çıktığının, hangi temel yasalarla işlediğinin, yeniden üretiminin hangi iktidar ilişkilerini içerdiğinin, hangi içsel çelişkileri bünyesinde barındırdığının, Marx’ın sözleriyle ifade edecek olursak modern toplumun ekonomik yasasının ne olduğunun bilgisini bize vererek, kapitalizmin ürettiği (ve kapitalist ilişkileri yeniden üreten) illüzyonların temeline dinamit yerleştirir. Tam da bu yüzden, Marx’ın kitabına, bir önceki paragrafta çerçevesini vermeye çalıştığımız meta fetişizmi kavramını açıklayarak başlaması hiç de şaşırtıcı değildir.

KAPİTALİZMİN GÜNCEL SINIRLARI

Peki neoliberal dönüşüm süreciyle ortaya çıkan ve pandemi süreciyle beraber iyice belirgin hale gelen uzaktan çalışma, işsizliğin istisna olmaktan çıkarak kaide haline gelmesi, borçluluk gibi güncel olgular karşısında Kapital’in hâlâ söyleyecek bir şeyleri var mıdır? Bu soruya kabaca bir evet cevabı vermek mümkün. Kabaca diyoruz, zira ortaya çıkan eğilimlerin yarattığı yeni toplumsal deneyimlerin göründükleri şekliyle Kapital’de bulamayacağımızı baştan önümüze koyuyoruz. Böylesi bir çabanın kendisi de görüneni ve özü birbirine eşitlediği ölçüde, Marx’ın yöntemiyle son derece tutarsız olacaktır. Evet diyoruz, zira neoliberal dönüşüm ve onun çıktıları tek başlarına toplumsal ilişkilerin kurucu unsurları değildir. Sermayenin sonsuz birikimine dayalı kapitalizm, hayatın her alanında dayattığı mevcut üretim ilişkilerinin doğal sınırlarına sürekli çarparak devinir. Şeylerin birbirleriyle kullanım değerleri üzerinden değil, mübadele değerleri üzerinden ilişkiye girdiği bir üretim biçiminin, çözümü bir başka krizi tetikleyecek olan krizlerle yönetiliyor olmasından daha doğal bir şey yoktur.
Rekabet, kapitalist üretim ilişkileri içerisinde asli bir nitelik taşır. Kapitalist piyasa, anarşik yapısı itibariyle yalnızca emekçilerin yaşam koşullarını tahrip etmez, sermayedarları da sürekli aksiyon almak zorunda kaldıkları bir varoluş mücadelesine sürükler. Bu mücadele, temel olarak yeni teknolojilerin işe koşularak üretim maliyetlerin azaltılması ve artı değer sömürüsünün artırılması (bunun derecesi sınıfsal mücadeleler ekseninde belirlenir) şeklinde tezahür eder. Sermayenin organik bileşiminin yükselmesine, yani değişmez sermayenin değişir sermaye oranının artmasına yol açarak aşırı birikim sorununa neden olur. Böylece Marx, kâr oranlarının düşmesinin sermaye çevrimi açısından arızi bir durum olmasının ötesinde, kapitalist üretimin yapısal bir eğilimi olduğunu tespit eder. Söz konusu eğilim, artı değer sömürüsünün hem toplumsal hem de zaman-mekânsal sınırlarına baskı yapar. 1970’lerin aşırı birikim krizine yazılan sermaye reçetesi olan toplumsal ilişkilerin neoliberal dönüşümü, böylesi bir çerçevede anlamlandırılabilir.

KAPİTAL’İN SINIRLARININ GÜNCELLİĞİ

Ortaya çıkan olguların yeni deneyimler yarattığı tartışmasızdır, fakat bunların kapitalist üretim ilişkilerinin hareket yasaları ile kurduğu bağda en ufak bir esneme yoktur. Uzaktan çalışma, üretimin mekânsal ve fiziksel maliyetlerini azaltmasının yanında, mesai ve mesai dışı zaman arasındaki mesafeyi kısaltarak mutlak artı değer üretiminin artışına yol açar. Ayrıca sermaye, teknolojik gelişmeler yoluyla emeğin denetim ve gözetimin mekanizmalarını bu tür istihdam biçimlerinde çok daha rahat sağlayarak göreli artık değer artışının da yolunu açmış olur. İşsizlik, ya da göreli artık nüfusun üretimi hem kapitalist üretimin kendine zarar veren bir çıktısı hem de sömürü ve egemenlik ilişkilerinin yeniden üretiminin dinamosu olarak çıkar karşımıza. Kredi notlarımızın kimlik kartlarımızın yerine ikame edildiği, emekçilere geçimini borç çevirerek sağlamasını dayatan finansallaşma süreci ise, Marx’ta kitap boyunca izini sürebileceğimiz ve kapitalist özel mülkiyetin varlık koşulu olan, mülksüzleştirmenin tarihsel süreçteki kesintisizliğine işaret eder.

Günümüzde ortaya çıkan kimi manzaraların Kapital ile birebir örtüştüğü de görülmemiş şey değildir. Söz gelimi, 19. yüzyılın patronunun işçilerin yemek zamanlarından yaptığı ‘küçük hırsızlıklar’ ile bugün Amazon firmasının işçilerini tuvalet molasından dahi mahrum bırakması arasında anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır. Ne var ki, Kapital güncelliğini buradan almaz. Onun güncelliği, toplumsal gerçekliğin düşüncede yeniden inşa edilmesini sağlayan kavramları ortaya çıkararak, bu kavramlar aracılığıyla kapitalizmin tarihsel seyrini ve onun zayıflıklarını tespit etmemize olanak veren yöntemsel çerçevesinden ileri gelir. Sermayenin, küreselleşme söylemiyle emekçilere yönelttiği ideolojik saldırının, çalışanıyla işsiziyle dünyayı kocaman bir çalışma kampı haline getirdiği aşikârdır. Dijitalleşme ve bilgi çağı söylemlerinin yaşamlarımızın her alanını müthiş bir veri yığınına çevirmekten öte anlamlı bir sonuç yaratmadığı günümüz dünyasında Kapital, bu noktaya ‘neden’ geldiğimiz sorusuna bütünlüklü bir bilginin içerisinde, belli nedensellikler dolayımıyla cevap vermemize imkân verdiği ölçüde geçerliliğini muhafaza ediyor. Kapital, çimenin boy verdiğini işitebilenlerin kılavuz kitabı olma özelliğini -belki de hiç olmadığı kadar- sürdürüyor.