Yerel seçimler, neoliberalizm ve muhalefet
Dr. Ali Uğurlu - Eski KMO Başkanı
Yerel seçimlere çok az bir süre kaldı. Türkiye önemli seçimlerden birini yapacak. Çünkü mayıs seçimlerinden sonra iktidarı ve muhalefeti bir kez daha test edeceğiz. Mayıs seçimlerine Altılı Masa olarak giren muhalefet o günden bu yana bu cepheyi bir arada tutamadı. Gerçi iktidar da bazı kayıplar verdi ama bu sürece daha az kayıpla giriyor. Yerel seçimler en az mayıs seçimleri kadar önemlidir. Çünkü takvim normal işlerse 2028’e kadar başka seçim yok. Bu seçimde alınacak sonuç bundan ötürü önemli. Bu nedenle ana muhalefetin elindeki büyük şehirleri kaybetmesini bir yana bırakın, kazandığı yerlere yeni kentleri de eklemesi gerekiyor. Burada alınan sonuç muhalefetin önümüzdeki yıllardaki performansı üzerinde deyim yerindeyse belirleyici olacaktır. Ana muhalefetin önemli handikaplarından birisi bu seçimlere çok az yer hariç ittifaksız girmesidir. Halk sandıkta bir ittifak kurar mı göreceğiz. CHP’nin bazı adaylarının süreci okuyamamaktan kaynaklanan söylemleri ve iktidarın da kullandığı argümanlar da bazı yerlerde şüphesiz ki sıkıntı yaratacaktır.
Yaklaşık 40 yıldan bu yana Neoliberal kıskaç altında bulunan Türkiye bir kez daha selden sonra eksi kodlarda kalan suların içindeki balıklar gibi zıplayarak nefes almaya çalışıyor. Çukurdaki suda oksijen gittikçe azalıyor, balık ancak sıçrayarak nefes almaya çalışıyor ama balıkların soluma sistemleri farklı. Sorun tam da bu işte. Yani balıklar ancak suda nefes alabilir.
2002 yılında Neoliberal sistem Türkiye’de aradığı iktidarı bulmuştu. AKP iktidarı Dünyanın bu bölgesinde küresel sistemin uygulamaya koyduğu senaryoya uyan siyasi İslami kimliğiyle bu filmin aktörü olmaya adaydı. 57. Hükümet zamanında yaşanan 2001 krizi, şartları yeterince olgunlaştırmıştı. Özellikle IMF ile imzalanan Stand-by anlaşmaları sonucunda Derviş yasaları olarak bilinen yasaların uygulanması için iktidar ateşiyle yanan ve bu uğurda her şeyi yapmaya hazır bir yapıya duyulan gereksinim AKP gerçeğini doğurmuştu. Ve AKP iktidar oldu. Artık her şey daha kolay olacaktı. Düzene ve sisteme sözde muhalefet ederek ve liberalizmi öne çıkararak ortaya çıkan bu hareket aslında Neoliberalizmin olgunluk eseriydi.
Arkasından izlenen para politikaları, birkaç yıl yaşanan ekonomik rahatlamanın da itici gücüyle öteden beri Cumhuriyet ile fikren uyuşmazlık içerisinde olan merkez sağın AKP’de toplanmasını sağladı. İçeride güçlenen ve güçlendikçe dışarının sevgi ve ilgisine mazhar olan bu yapı sıcak parayı da ülkeye çekmeye başladı. İstenen de buydu. Neoliberal sistem nihayet finans politikalarını uygulama olanağını bulacağı bir saha yaratmaya başlamıştı. Sıcak para ülke yönetiminde söz sahibi olmayan ve 1980 yılından bu yana toparlanamamış olan muhalif kesimler hariç uzunca bir dönem herkesi mutlu etti. Döviz artmıyor, memlekete her şey dışarıdan kolayca geliyor ve insanlar kendi çaplarında tüketerek sistemi yeniden üretiyorlardı. AKP bazı kesimlere demokrasi, bazılarına zenginlik ve ayrıcalık, Kürtlere de çözüm öneriyordu. Yetmez ama olsundu. Köşe başını tutmuş sol liberalleri de yanlarına çekmişlerdi. Küresel sermaye de gidişattan memnundu. Ülkede hiç olmadığı kadar özelleştirme yapılıyordu, ithalat almış başını gidiyordu, her yerde inşaatlar yükseliyordu; karayolları, demiryolları, köprüler, barajlar gırla… Bu velvele içerisinde yalanlar dolanlar, olanlar olmayanlar görülmüyordu. Kim görecekti ki? Türkiye, tarihindeki en büyük emperyalist saldırı ile karşı karşıyaydı. Ne yasa dinleyen vardı ne feryatları duyan ne de birkaç namuslu aydının itirazı duyulur olmuştu. Ülkenin büyük muhalefet partileri bırakın itiraz etmeyi, süreci izlemekten sürmenaj olmuşlardı. Süreci okuyamama, halktan kopukluk, örgütsüzlük, bu dönem muhalefetini tanımlayan en önemli şeyler olarak karşımıza çıkıyordu.
Kilit çoktan değişmişti ama muhalefet hâlâ eski anahtarla kapıyı açmaya çalışıyordu. Her başarısızlık AKP’ye duyulan gizli hayranlığı ve söylenceyi daha da büyütüyordu. Bırakın seçenek yaratmayı ve müdahil olmayı, şaşkınlıktan ve mahcupluktan iktidarın payandası olmayı bile içlerine sindirebiliyorlardı. Yıllar öncesinin argümanlarıyla ne olduğunu anlayamadıkları bu süreci değiştiremeyeceklerini çok iyi anlamışlardı. Bu nedenle, gerçekleşen muhalefet düzeyi AKP ve Erdoğan’ın aksiyonlarına re-aksiyon göstermekten öteye gitmiyordu. Uzun yıllar geçti gitti. AKP iktidar olduğu süre boyunca yarattığı güç ve ihtişamla kendi ideolojisi ve yaşam paradigmasını konsolide etmeye başlamıştı. Girdiği her seçimde %50 civarında topladığı oyla herkese adeta meydan okuyordu.
Cari açık, büyüyen dış borç, bozulan ödemeler dengesi, 97 yıllık Cumhuriyet tarihini katlayan borçlanma kimsenin umurunda değildi. Daha yapacak çok iş vardı. Parlamentoda elde edilen salt çoğunluk ile kanunlar istenildiği gibi çıkartılıyor, torba yasa içerisine doldurulan kanunlarla her şey daha kolay hallediliyordu. Ortada emek-meslek örgütleri dışında muhalefet edecek kimse kalmamıştı. Hiç olmadığı kadar yaratılan bu illüzyon sayesinde herkes mesut mutluydu(!). Sistem ekonomik ve politik gidişi her gün yeniden üretecek araçları da ele geçirmişti. Türkiye’de neredeyse birkaç gazete ve TV kanalı hariç hepsi, yandaşlarca satın alınarak iktidarın daha da büyümesi, gerçeklerin gizlenmesi için gereken bütün illüzyonları yaratmak üzere ortak bir çaba içerisine girmişti.
Zaman geçti ve AKP düzeni sürdürememe gerçeği ile karşı karşıya kaldı. Büyüme durmuş, dış kredi muslukları kesilmiş, enflasyon yüzde yüzleri aşmış, yoksulluk daha çok hissedilmeye başlanmıştı. Neoliberal düzen sürdürülemez olmuştu. Böyle böyle 2023 Mayıs seçimlerine gelindi. Altılı masa kurulduğunda; gerçek anlamda toplumsal bir barış, güçlü bir demokrasi ve adalet talebine ihtiyaç duyulan ülkede geniş bir muhalefetin bir araya gelmesi sevinç ve coşku yaratmıştı. Bilkent Mutabakatı toplantısında “Yarının Türkiye’si için” mottosu ve pankartının arkasında imzalanan mutabakat metni, ülke muhalefeti açısından umut verici bir metindi. Bu irade ile yirmi yıllık AKP iktidarına son vermek üzere toplumsal bir beyan deklare ediliyordu. Cumhurbaşkanlığı sistemi ve tek adam rejimine karşı demokrasi, hukuk ve yeni bir parlamenter rejim için bir araya gelinmesi ve ortak bir metin imzalanması, altı muhalefet partisinin tabanında önemli bir heyecan yarattı. Bu toplantıların sonrasındaki buluşmalarda ne yazık ki uzunca bir süre masaya bir şey konulamadı.
Her şeye rağmen yapılacak şey masanın yarattığı bu heyecanı ekonomik kriz ve antidemokratik uygulamalar altında inim inim inleyen kitlelere taşımak ve yapılacak seçimlerde sandığa yansıtmak olmalıydı. Altılı masa ne yazık ki; açıkladığı anayasa değişikliği dışında neoliberalizm, ekonomik kriz, kamuculuk, özelleştirmeler, demokrasi, laiklik, tarikat, Kürt meselesi gibi ülkenin önemli sorunlarıyla ile ilgili hiçbir açıklama ya da somut bir tavır gösteremedi.
2. Yüzyıl Vizyon belgesinde Türkiye’yi bugünlere getiren faktörleri yaratan ekonomi politik tartışmaya açılmadı. Oysa bugünleri yaratan neoliberalizm ve arka plandaki siyasal İslam bu ekonomi politiğin çok önemli iki ayağıdır. Ülkenin yaşadığı ve özellikle son yirmi yıldaki siyasal ve sosyal dönüşümler bu sistematik üzerinden kurgulanmıştır. 24 Ocak kararları ve 12 Eylül darbesi ve ile başlayan bu süreç, 1990’lı yılların ekonomik ve siyasal açmazları sonucu 2001 krizini yaratmış ve sonunda AKP’yi iktidara taşımıştır. Bu toplantıda CHP eski seçim bildirgelerine benzeyen metinlerle ortaya çıkmıştır. 2023 seçimlerinin normal bir seçim olacağını varsaysaydık bu bildirgelerin ve geçmişte imzalanan Bilkent Mutabakatı ile Anayasanın 84 maddesini değiştirmenin yeterli bir tavır olduğunu söyleyebilirdik. Ama siz başka bir dünya vaat ediyorsanız özellikle sistemin ekonomi politiği ile yüzleşmek zorundasınızdır. Bu nedenle neoliberalizmle açıkça yüzleşmeden bir seçim uzlaşması ve bir restorasyon yaklaşımıyla kitlelere hele de bu dönemde umut vaat etmek önemli bir sonuç doğurmadı. Kapitalizmin sorunlarının çözülmesi ile halkın da sorunlarının çözülebileceği yaklaşımı bir Kemal Derviş tarzıydı. Bu yaklaşım baskıcı otoriter bir rejim ve iflas etmiş ekonomik durum karşısında inim inim inleyen halkı yok saymaktan başka bir sonuca yol açmadı ve muhalefet Akşener’in de masadan kalkıp tekrar dönmesi ile yaşanan olumsuz havanın etkisiyle seçimleri kaybetti ve bugüne geldik.
AKP uzun süren bu iktidarını biraz da muhalefete borçludur. Muhalefet sonuç alıcı tarzda mücadele etmekten çok, iktidarın iyice yıpranıp kendiliğinden gitmesini sağlayacak deterministik yaklaşım içerisindedir. Seçimlere yaklaşık 15 gün kalmıştır. Muhalefet 2019 yerel seçimlerinde büyük şehirlerde AKP’ye karşı gösterdiği bir araya gelme iradesini bu sefer daha somut gelişmelerle ne yazık ki bazı birimler dışında ortaya koyamamıştır.
Ülkede bunca yolsuzluk, yoksulluk ve yoksunluk varken %25’leri zar zor aşan bir oy potansiyeline kilitlenmişlik önemle değerlendirilmelidir. AKP, muhalefetin konuşmaktan öteye gitmeyen ve liberal tezlerle halka mesafeli duran muhalefet anlayışından ziyadesiyle memnundur. AKP rejiminin kötülüğü ve ülkeyi içine düşürdüğü durum ortadadır. Anketlerde AKP’den memnun olmayan kitlelerin oranı %60’ları aşmaktadır. Ama can alıcı bu somut durum muhalefetin sandıklarına bir bütün olarak yansımamaktadır. Halk, muhalefetten bu sorunlarına somut çözümler üretmesini beklemektedir. İnsanlar aç, ısınamıyor, barınamıyor. Seçimlere 2 hafta kalmasına karşın daha bir miting düzenleyemeyen muhalefet halkın sorunlarına karşı somut kamucu adımlar atıp ve çözümler getirmelidir. Bu insanlara öyle ya da böyle dokunmak gerekir. Nesnel olarak söylemek gerekirse muhalefetin karşısına alacağı güç salt AKP değil neoliberalizm ve siyasal İslam da olmalıdır. Muhalefetin amacı salt seçimi kazanmakla sınırlı olmamalıdır. Saray rejimiyle de AKP’yi var eden nesnel koşullar ve sorunlarla da demokratik, halktan yana, kamucu bir anlayışla yüzleşilemediği zaman halkın ve ülkenin sorunları çözülemez.
Muhalefetin hiçbir sonuç alamadığı parlamentoda nafile konuşmalar yaparak ya da salıdan salıya grup toplantılarında konuşarak; sokağa çıkmadan; sokakları, yoksulları, ezilenleri örgütlemeden; sınıf çelişkilerini görmezden gelerek; kamucu bir yönetim anlayışını göz ardı ederek muhalefetin başarılı olacağına inanmak saflıktır. Sadaka yardımları, dinci söylemler ve birçok cemaatle illüzyon yaratılıp AKP’nin yedeklediği yoksul sınıflara karşı somut öneriler ve çözümlerle ortaya çıkılmalıdır.
Ülkenin sorunları büyüktür; geldiği ve durduğu yer itibarıyla da ülkeyi bu duruma getiren dinamiklerle radikal bir hesaplaşma içerisine girilmediği takdirde yerel seçimde başarılı olunmasıyla görece bir rahatlama sağlanabilir. Bu nedenle muhalefetin nihai amacı yerel seçimde başarılı olmakla sınırlı olmamalıdır.