Yerel yönetimler çağı: Belediyecilik devri
Sol hareketler yerel düzeyde güç inşa etmenin yollarını giderek daha fazla arıyor. Soru ise, sistemi genişleyen ölçeklerde dönüştürmek için belediye kazanımlarından nasıl yararlanılacağı.
Erik Forman, Elia Gran, Sixtine van Outryve
Marx, 1871’de Paris Komünü’ne ilişkin sordu: “Burjuva zihinlere bu denli boşa ümit veren bu gizemli Komün nedir?” Günümüzde umutları kent siyaseti tarafından boşa çıkarılanlar yalnızca burjuvazi değil. Sol hareketler de yerel yerleşkeleri giderek daha fazla güç toplayabilecekleri bir alan olarak değerlendiriyorlar. Belediyecilik çağında yaşamaktayız.
ABD genelinde şehirler, yenilikçi olasılık adaları haline geldi. Sığınak şehirler hareketi, belediyeleri mültecilere ve sığınmacılara yardım etmeye ve barınmalarını sağlamaya zorladı. İklim hareketi, belediyelerden, emisyon azaltma hedeflerine bağlı kalma taahhüdünü aldı ve Yeşil Yeni Düzen mevzuatının geçirilmesini sağladı. Emek hareketinin 15 dolar için mücadelesi pek çok örnekte eyalet yasası yürürlüğe girmeden belediye düzeyinde asgari ücret artışları ve fast food çalışanları için başka yeni korumalar sağladı. Sendikalar ise şehirleri, platform çalışanlarına yönelik yeni iş hukuku çerçeveleri için laboratuvarlara dönüştürüyor.
Bu reform çabaları, sandıkta elde edilen başarılarla daha da güçleniyor: Seattle’da Kshama Sawant, Jackson’da Chokwe Antar Lumumba, Chicago’da bir grup sosyalist, Philadelphia’da Larry Krasner, Richmond’da ilerici bir koalisyon- her bir seçim turunda daha çok solcu yerel yönetimlere geliyor.
ŞEHİRLERİN ÖNEMİ
Bu olgu yalnızca ABD ile de sınırlı değil, otoriter sağın yükselişte olduğu pek çok ülkede solcular; güçlenmek, deneyim kazanmak ve kitleselleşmek için şehirlere yönelmiş durumdalar. Geçtiğimiz sene Türkiye’nin doğusunda bulunan Tunceli kenti, şehrin Kürtçe adını (Dersim) geri getiren ve kooperatif bir gıda sistemi kurmaya başlayan komünist bir başkan seçti. Şili Recoleta’da bir başka komünist belediye başkanı; kooperatif eczane ağı, ücretsiz yetişkin eğitim sistemi, ücretsiz diş klinikleri ve okul sonrası programlar, halk sağlığı merkezleri ve kitapçı açarak neo-liberal Şili anayasasının hükümetin özel sektörle rekabet yasağını açıkça ihlal etti.
Bir politika alanı olarak kent, siyasi yelpazenin her bir ucunda teorize edilmiştir. Benjamin Barber, “Eğer Belediye Başkanları Dünyayı Yönetseydi” adlı kitabında ulus devletin, küreselleşmenin zorluklarına yanıt veremeyecek kadar küçük, demokrasi için ise fazlasıyla büyük olduğunu öne sürüyor. Bunun yerine Barber, CEO-vari belediye başkanlarının yönetimindeki şehirleri liberal teknokrasi için ideal ölçek olarak tahayyül ediyor. 1968’de Marksist Henri Lefebvre, Coğrafyacı David Harvey tarafından daha da geliştirilen bir fikir olan “kent hakkı”nı önerdi, kent örgütlenmesini sermaye ile işçi sınıfı arasında bir mücadele alanı olarak görüyorlardı. 1980’lerde ise Murray Bookchain, doğrudan demokrasiyle yönetilen ve kooperatiflerle kendi ihtiyaçları için üretim yapan ekolojik açıdan sürdürülebilir şehirler çağrısında bulunan “özgürlükçü belediyecilik” için fikirler geliştirdi.
Belediyeciliğin seyri, bu teorilerde hiçbirini açıkça takip etmezken çoğu zaman tasarlanmış bir stratejiden ziyade gelişen bir stratejiyi (İşletme Teorisyeni Henry Mintzberg tarafından geliştirilen ve 2017’de Adrienne Maree Brown’un aynı adlı kitabında toplumsal hareket bağlamında uyarlanan terim ing. emergent strategy) yansıtıyor. Bu noktaya gelmeyi planlamamıştık fakat buradayız. Peki, buradan nereye gidebiliriz? Belediyecilikten doğru sosyalizme giden bir yol bulabilir miyiz?
Pek çok sosyalist, eyalet makamları ve ulusal makamlara odaklanmamız gerektiğini savunarak hayır diyecektir. Aslına bakılırsa, sosyalistler için belediye gücünün sadece kısıtlamalarını görmek kolaydır: en bariz olanları saymak gerekirse, zenginlerin vergilendirmesine belediye meclisi aracılığıyla getirilecek kısıtlamalar, kaçak sermayeye karşı savunmasızlık, eyalet ve federal mevzuatın sürekli önalım tehdidi.
PARİS KOMÜNÜ’NDEN KIZIL VİYANA’YA
Belediyecilik pratiğinin tarihteki her yüksek noktasının aynı zamanda ders çıkarılacak bir öykü olduğu doğrudur. Paris Komünü yetmiş iki gün sonra kanlar içinde boğulmuştu. Demokratik sosyalistler 1919'dan 1934'e kadar "Kızıl Viyana"yı yönetmiş, faşist bir darbeyle devrildiklerinde ise partilerinin binlerce üyesi toplama kamplarında öldürülmüştü. Yirminci yüzyılın ilk yıllarında ABD’de çok sayıda şehir sosyalist belediye başkanları tarafından yönetilmişti. Bunların en büyüğü ve en bilineni, sosyalist belediye başkanlarının 1960 yılına kadar bir "kanalizasyon sosyalizmine" başkanlık ettiği Milwaukee'ydi. Bu deneyim, beyazların banliyölere kaçmasını teşvik eden ve sanayisizleşme yoluyla şehrin vergi tabanını aşındıran ırkçı kentsel planlama politikalarına karşı başarısız bir artçı savaşla son bulmuştu. Aynı kader, Tarihçi Joshua B. Freeman’ın aynı adlı kitabında kullandığı ifadeyle İşçi Sınıfı New York’unun, savaş sonrası dönemde sendikalar ve sol siyasi partiler tarafından şekillendirilen “sosyal demokrat politika”nın da başına geldi. Milwaukee gibi New York’un da beyazların kentten gidişi, sanayisizleşme ve kurumlar vergisi indirimleriyle içi boşaltıldı ve bu durum, Wall Street ve federal hükümetin şehri kemer sıkmayı kabul etmeye zorlayan bir sermaye grevi düzenlediği 1975 mali kriziyle doruğa ulaştı.
BELEDİYE SOSYALİZMİ
Belediye sosyalizminin tarihi yenilgileri ayıltıcı, stratejinin sınırları ise gerçek ve önemli. Ancak beğensek de beğenmesek de hâlihazırda belediyeci bir dönemdeyiz. Eğer tek şehirde sosyalizmin sınırları aşılacaksa, bu ancak belediyecilikle onun ötesine geçmek için uğraşarak mümkün olabilir. Barselona İspanya ve Jackson Mississippi üzerinden uygulamaya geçirilmiş iki çağdaş belediyecilik örneğine bakarak, hem şehir sınırları içinde hem de ötesinde neyin mümkün olduğunu ayırt etmeye başlayabiliriz.
BARCELONA EN COMÚ
2011 yılında İspanya’nın dört bir yanındaki şehirlerdeki plazalar, derin ekonomik krizin işsizlik, haciz ve tahliyeler gibi etkilerine karşı kitlesel bir hareketle işgal edildi. Meydandaki hareket, adını ilk büyük seferberliklerden birinin tarihi olan 15 Mayıs’tan alan “Indignados” ya da “15M” olarak bilinmeye başlandı. O yıl, dünyanın dört bir yanında Arap Baharı'ndan Wall Street'i İşgal Et'e kadar pek çok protesto patlak veriyordu. Ancak Wall Street'i İşgal Et gibi İspanyol işgalleri de geçiciydi ve sonunda polis baskısına yenik düştü. Bazı aktivistlere göre alınması gereken ders, pes edip eve gitmek değil belediye binasını devralarak içeri girmek gerektiğiydi. O günden bu yana İspanya, kent yönetimlerini ele geçirmeyi amaçlayan yeni bir hareket dalgasının küresel merkezi oldu.
Yeni belediyecilik anlayışı, Katalanca'da "Ortak Barselona" anlamına gelen Barcelona en Comú adlı siyasi örgüt sayesinde en güçlü şekilde Barselona'da kök saldı. Barcelona en Comú kendilerini parti değil “platform” olarak tanımlamakta. Tıpkı bir kent meydanı gibi, Barcelona en Comú da insanların bir araya gelip karar alma süreçlerine dâhil olabileceği bir yer.
Çoğu siyasi proje farz edilen bir kahramanla (işçi sınıfı, bir ulus, belirli bir kimlik veya çıkar grubu) başlarken Barcelona en Comú, meydanlardan, yükselen feminist hareketten, açık kaynak teknolojileri ve sosyal medya kültüründen miras kalan radikal bir açıklıkla başladı. Paris Komünü'nü hatırlatarak, katılımcılarını tanımlamak için “yurttaş” isimlendirmesinde karar kılındı. Bu, İspanyol veya Katalan ulusundan farklı bir yurttaşlıktı, etnik köken veya yasal vatandaşlık statüsüne bakılmaksızın Barselona'da yaşayan insanlar anlamına geliyordu. Siyaset, rastladıklarınız tarafından, komşularınız tarafından yapılacaktı.
Barcelona en Comú, siyasete katılımı olağan sol sanıkların ötesine genişletmeyi ve demokrasiyi tipik temsili modelin ötesine genişletmeyi umuyordu. Anketlere, odak gruplarına, düşünce kuruluşlarının teknik incelemelerine ya da bürokratların veya partinin en büyük bağışçılarının çıkarlarına dayalı olarak politika formüle eden bir parti liderliği yerine, Barcelona en Comú, çok sayıda mahalle toplantısı aracılığıyla tabandan gelen diyaloğu kolaylaştırmaya yönelik uzun ve katılıma açık bir süreçle başladı. Amaç sadece bir politika platformu oluşturmak değil, bu platform için mücadele edecek bir siyasi özneyi de yaratmaktı.
Sonuç, devletin erişim alanı ve rolünü dönüştürmeyi amaçlayan iddialı bir platformdu. Barcelona en Comú; eğitim, barınma, ulaşım, yiyecek ve su dâhil olmak üzere temel kamu hizmetlerinin ucuz veya ücretsiz olacağı ve geliştirileceği bir gelecek için çalışacaktı. Kamu görevlileri yeni dönem kısıtlamaları ve kendi sektörlerindeki özel şirketlerde yönetici pozisyonlarına girme yasağıyla karşı karşıya kalacak, emlak vurguncuları ve bankalar yaptırımlarla yüz yüze gelecekti. Kararlar ise katılımcı demokrasiye vurgu yapılarak yeni bir yöntemle alınacaktı.
Üs inşası işe yaradı. 2015 yılında Barcelona en Comú, belediye meclisinde mevcut kırk bir sandalyenin çoğunluğunu oluşturan on bir temsilciyi kazandı. Barselona şehir yönetiminin olağandışı kurallarına göre, en fazla sandalyeye sahip olan parti belediye başkanını seçiyordu. Barcelona en Comú, bu görevi üstlenen ilk kadın olacak eski konut aktivisti Ada Colau'yu seçti.
Dört yıl sonra, Barselona'daki mevcut belediyeciliğin bilançosu dikkat çekiciydi. Konut düzenlemesi şehir tarafından yönetilmese de, Barcelona en Comú yeni otel inşaatına moratoryum uygulayabilmiş, 2.000'den fazla kaçak turist dairesini kapatabilmiş Airbnb'ye yasadışı kuruluşlar için yaptırım uygulayabilmiş ve hatta ev sahiplerinin boş tuttuğu daireleri kamulaştırmaya bile başlamıştı. Sürdürülebilir bir kamu enerji şirketi, uygun fiyatlar sunan kamuya ait bir diş kliniği ve şehrin ilk belediye LGBTQ merkezini kurmuşlardı. Şehir, göçmenler ve mülteciler için kooperatif işletmeleri kurdu ve kooperatiflerden kaynak sağlamak için şehir tedarikini kullanmaya çalışıyor. Yakın zamanda, yeni binaların yüzde 30'unun uygun fiyatlı konutlar için kullanılmasını gerektiren bir tedbiri yürürlüğe koydular ve tahliye karşıtı bir birim oluşturdular. Platform, aynı zamanda partinin seçilmiş temsilcilerine rehberlik etmek amacıyla mahalle meclislerini ve sorun odaklı “komisyonları” koordine etmeye de devam ediyor. Şu anda Barcelona en Comú'nun, politikaları tartışmak ve oylamak için oluşturulmuş çevrimiçi bir forumda 15.000'den fazla aktif katılımcısı var. Parti genel merkezinde, duvardaki bir termometre grafiği taban örgütlerinde aktif olan kişilerin sayısını izliyor: 2019 seçimlerinden önce bu sayı ancak 1.500'ün üzerindeydi.
Barselona'daki zafer, İspanya'daki bir dizi galibiyetin parçasıydı; Zaragoza, Madrid, A Coruña, Cadíz ve Valencia da benzer popülist gündemleri öne süren belediyeci “platformları” veya “onda”ları (dalgalar) seçtiler. Barcelona en Comú aynı zamanda dünya çapında “Korkusuz Şehirler” ağında yer alan diğer belediyeci projelere de ilham kaynağı oldu. Barselona merkezli ağ, esasen ne kadar çok yerel sorunun küresel eğilimlerin ve güç yapılarının sonucu olduğuna dair farkındalığı gösteriyor. Belediyeciliğin kazanılması için, kentin sınırlarının dışına taşmak gerekiyor.
Barcelona en Comú'nun çalışmalarının polisin kontrolünü devreye sokan bir dizi alanında, belediye gücünün sınırları açıkça ortaya çıktı. Esasen Barselona'da devriye gezen üç polis gücü var: Guàrdia Urbana (Barselona şehri tarafından kontrol ediliyor), göçmenlik yasalarını uygulayan Guardia Civil (İspanya devleti tarafından kontrol ediliyor), ve tahliyeleri gerçekleştiren Mossos D'Esquadra (Katalonya eyaleti tarafından kontrol ediliyor). Başka bir deyişle, kent yönetiminin kontrolü, Barselona'daki baskıcı devlet aygıtının kontrolü ile aynı anlama gelmiyor.
Bunun belediyeci programı nasıl engellediğinin bir örneği, yerel politikacılar için bir turnusol haline gelen “manteros” adı verilen göçmen ve mülteci sokak satıcılarına yönelik muamelede görülebilir. Sağ, (göçmen ve mültecileri) müşteri tabanlarına yönelik bir tehdit olarak gören mağaza-restoran sahiplerine ve tehlikeli bir öteki olarak değerlendiren sağcı Barselonalılara seslenerek polisin baskı yapması çağrısında bulunuyor. Polisi dizginleme gücü olmayan Barcelona en Comú ise yeni gelenleri kentte ağırlamaya, belgesiz göçmenlere sosyal hizmetler sunmaya ve Barselona toplumuna entegrasyonlarına yönelik bir yol sunmaya çabalıyor. Örneğin, şehir yönetimi Mart 2017'de bir grup manteros'un kendi moda çizgisine sahip Diomcoop adında bir işçi kooperatifi kurmasına yardımcı oldu. Barselona şehri, AB'nin, İspanyol devletinin ve Katalonya eyaletinin Akdeniz göçmen krizine verdiği tepkiyi karakterize eden katı kayıtsızlığa, militarizme ve vahşete karşı bir miktar direnç gösterdi, ve tabandan bir bilinçlendirme kampanyası yürüterek mültecilere ve göçmenlere yönelik olumsuz görüşleri değiştirmeye çalıştı. Ancak en sonunda açıkça muhalefet etmekten vazgeçti. Barselona'daki göçmenler hâlâ yoksulluk içinde yaşarken polis baskısı ve sınır dışı edilme tehlikesiyle de karşı karşıyalar.
Konut politikası ise belediye gücünün diğer sınırlarını ortaya koyuyor. İspanyol anayasası, tahliye edilenlerin ipoteklerini ödemeye devam etmesini zorunlu kılan bir hüküm içeriyor. Bu yasal engeller, tahliye karşıtı aktivistleri ve kiracı sendikalarını kent çapından ötede örgütlenmeye zorluyor.!!!
Belediye gücünün sınırları sadece dış faktörlerle sınırlı değil. Barcelona en Comú, çok sınıflı yapısından kaynaklanan başka zorluklarla da karşı karşıya kaldı. Şehir yönetimleri büyük işverenlerdir ve kamu sektörü sendikacılığı yoluyla işçi hareketini ilerletmek için hükümetin gücünü kullanma olasılığının önünü açarlar. Ancak bütçeyle ilgili sorunlarla karşı karşıya olan Colau yönetiminin iş gücü konusunda karışık bir geçmişi var. Taksi şoförleri Uber'e karşı bir hafta boyunca greve gittiğinde, şehir yönetimi şoförlerin yanında yer aldı ve araç paylaşımı şirketini sıkı bir şekilde denetledi. Ancak Colau, ücretler, sağlık ve güvenlik sorunları nedeniyle greve giden ve sonuçta yalnızca küçük kazanımlarla yetinmek zorunda kalan şehrin metro sistemindeki kamu sektörü çalışanları için daha sıkı bir anlaşma yaptı.
Ancak Barcelona en Comú'nun karşılaştığı tüm zorluklar arasında en önemlisi Katalan milliyetçiliğinin yükselişi oldu. İspanya'nın en zengin ve siyasi açıdan en ilerici bölgesi olan Katalonya ile Madrid'deki merkezi hükümet arasında uzun süredir devam eden çatışma, Katalonya hükümetinin İspanya'dan bağımsızlık konusunda bağlayıcı olmayan bir referandum düzenleme girişiminde bulunduğu Ekim 2017'de doruğa çıktı. İspanyol hükümeti, oylamayı engellemek amacıyla tekneler dolusu çevik kuvvet polisi görevlendirdi ve on Katalan milletvekili ve aktivisti hapse attı. Bu sert tepki birçok Katalonyalıyı bağımsızlık hareketinin kollarına itti. Katalonya bayrakları artık Barselona'nın hemen hemen her balkonunu süslüyor. İki milyondan fazla seçmen, oyların yüzde 90'ından fazlası, bağımsızlık için oy kullandı.
Colau yönetimi referandum konusunda tarafsız kaldı, onaylamayı reddetti ancak aynı zamanda polis şiddetini kınadı ve Madrid'in oylamayı yasaklama girişimine rağmen referandumun belediyeye ait binalarda yapılmasına izin verdi. Bağımsızlık hareketinin referandumdaki zaferi ve hareketin İspanyol devleti tarafından görmeye devam ettiği baskı, bu tarafsızlık pozisyonunun sürdürülmesini zorlaştırdı. Bu duruş büyük zarara yol açtı: Haziran 2019'daki seçimlerde Barcelona en Comú 5.000 oy kaybetti ve bağımsızlık yanlısı sosyal demokrat parti Esquerra Cumhuriyetçia'nın (ERC) ardından ikinci oldu.
Barcelona en Comú, hem İspanyol devleti hem de Katalan ayrılıkçıları tarafından öne sürülen yasal ve kültürel topluluk tanımlarına aykırı bir tür belediye yurttaşlığı geliştirmeye çalıştı. Ancak Barcelona en Comú'nun tasarısındaki toplum, Katalonya ulusuyla rekabet etmekte zorlanıyor. Belediye başkanı olarak yerini korumak ve ERC'yi yenmek için Colau, hem sağcılar hem de Katalan Sosyalist Partisi dahil olmak üzere bağımsızlık karşıtı güçlerle bir koalisyon kurdu. Barcelona en Comú, çoğulcu bir meşruiyet olmadan şehri dört yıl daha yönetecek, üstelik İspanya'dan bağımsızlık isteyen seçmenlerin daha da yabancılaşması pahasına.
Milliyetçilik konusundaki gerilimler artmaya devam ediyor. Ekim ayında Katalan hükümetinin üyeleri, referandumu organize ettikleri için "isyan" suçundan birkaç yıl hapis cezasına çarptırıldı. Buna karşılık ateşli protestolar patlak verdi. Colau bir kez daha orta çizgide yürümeye çalışarak siyasi tutukluların serbest bırakılması çağrısında bulundu ve aynı anda şiddet içeren protestoları kınadı. Kasım ayındaki seçimlerde İspanyol aşırı sağı, milliyetçi kaygılardan yararlanarak parlamentodaki sandalye sayısını ikiye katladı. Şu anda küçük bir umut işareti gibi görünen sağın yükselişi, Sosyalist Parti'nin belediyecilerle aynı çizgide olan yeni sol parti Podemos ile koalisyona girmesiyle de birlikte, solu, safları sıklaştırmaya zorladı.
Barcelona en Comú, yeni bir siyasi özne yaratmak ve şehri dönüştürmek için yola çıkmıştı. İspanyol ve Katalonya uluslarının birbiriyle yarışan halk tasavvurları nedeniyle karmaşık hale gelen bu görev, artık her zamankinden daha acil.
JACKSON KOOPERATİFİ
Konfederasyon bayrağı hala Mississippi'nin üzerinde dalgalanıyor ve eyalet bayrağının yaklaşık üçte birini kaplıyor. Ancak Jackson eyaletinin başkentindeki Medgar Wiley Evers Uluslararası Havaalanı'nda bunu göremiyorsunuz. Bunun nedeni havalimanının, en azından şimdilik, şehir tarafından kontrol edilmesi. Şehir ise Chokwe Antar Lumumba tarafından yönetiliyor.
Haziran 2017'de Jackson'ın belediye başkanı seçilen Lumumba, yüzde 80'i Afro-Amerikan olan bu şehri "gezegendeki en radikal şehir" haline getirme sözü verdi. Vaat yeni, ancak mücadele eskiydi. Chokwe Antar Lumumba, ömrü boyunca hareketin lideri olarak çalıştıktan sonra 2013 yılında Jackson'ın belediye başkanı seçilen Chokwe Lumumba'nın oğlu. Platformu, Malcolm X Taban Hareketi (MXGM) ve Yeni Afrika Halk Örgütü tarafından kooperatif ticaretine dayalı bir dayanışma ekonomisi inşa etmek, hükümetten katılımcı demokrasiye geçmek ve siyahların kndi kaderini tayin etme gibi insan haklarını kazanma amacıyla tasarlanan radikal bir öneri olan Jackson-Kush Planını ilerletmek için belediye binasının kaynaklarını kullanmaktaydı.
Chokwe Lumumba, Jackson'a ilk kez 1971'de, nefsi müdafaayı savunan ve Güney Kara Kuşak'ta Ujamaa'ya (Julius Nyerere tarafından sömürge sonrası Tanzanya'da geliştirilen kooperatif bir ekonomik model) dayalı bir ekonomiye sahip bir cumhuriyet için tazminat ve halk oylaması isteyen siyah milliyetçisi örgüt Yeni Afrika Cumhuriyeti'nin (RNA) aktivisti olarak geldi. RNA'nın başkenti, Jackson'ın bulunduğu Mississippi'nin Hinds ilçesi olacaktı. (Hinds) Siyahların kendi kaderini tayin etmesi üzere örgütlenmeye başlamak için mantıklıydı, zira Hinds County, ekonomik demokrasiye odaklanan hareketin taban kolu olan Cooperation Jackson'ın Kush adını verdiği bölgeyi oluşturan ve çoğunluğu siyahlardan oluşan on sekiz ilçeden biri.
Onlarca yıl sonra röportaj veren Lumumba, "Barış içinde geldik ama hazırlıklı geldik" dedi. Mississippi'nin beyazların üstünlüğünü savunan güç yapısı ise ikisine de sahip değildi. Ağustos 1971'de yerel polis, RNA'nın genel merkezine baskın düzenledi. Bir subay öldürüldü ve on bir RNA üyesi hapsedildi (Lumumba o gün dışarıdaydı). Lumumba hukuk fakültesine gitmek için Detroit'e döndü ve on yıl sonra kamu avukatı olarak çalışmaya başlamak üzere Mississippi'ye yeniden geldi.
Açık şiddet içeren baskıya ekonomik savaş eklendi. Savaş sonrası dönemde çoğu büyük ABD şehrinin vergi tabanını aşındıran beyazların göçü modelini izleyen Jackson’da beyazların nüfusu 1960'ta yüzde 60'ken 2010'da yüzde 18'e indi. Yatırım, kent merkezinden çekildi ve şehrin etrafına bir beyaz banliyö halkası, yeni bir zambak inşa edildi. Jackson'da kalanlar ise ırkçı bir toplu hapis sisteminin yükselişiyle karşı karşıya kaldı, 1978'den 2012'ye kadar Mississippi'de cezaevlerinde olan nüfus 2.896'dan 22.319'un üzerlerine kadar çıktı, ki bu ABD’deki en yüksek hapsetme oranlarından biri.
2003 yılında Nissan, Jackson'ın bir banliyösünde dev bir fabrika inşa etti. Nissan’ı, sendika ücretlerinden ve yüksek vergilerden kaçmak isteyen diğer birçok üretici izledi. Nissan fabrikasındaki işçiler, Birleşik Otomotiv İşçileri ile birlikte bir sendika kurmaya çalıştılar, ancak örgütlenme çabaları (Mississippi valisinden de gelen) tehditler ve sendika karşıtı işten çıkarmalar nedeniyle engellendi.
Üretim konusunda örgütlenmenin dışında kalan aktivistler, mücadele alanı olarak şehri ele geçirdiler. Kentte örgütlenmek Jackson-Kush Planının bir bileşeniydi. Lumumba'nın ekonomik olarak kendi kaderini tayin etme olmadan siyasi olarak kendi kaderini tayin etmenin mümkün olmadığı önermesine dayanan Jackson-Kush Planı, her ikisini de başaracak özerk bir güç inşa etmek üzere tasarlandı.
Sivil haklar hareketinin federal hükümeti yerel beyazların üstünlüğünü savunan elit tabakaya karşı güçlendirme stratejisinin tersine çevrilmesiyle Jackson aktivistleri, belediye yönetimini, hareketlerinin güç kazanabileceği taktiksel bir alan olarak görüyorlar. Cooperation Jackson'ın kurucu ortağı ve yöneticisi Kali Akuno'nun ifadesiyle strateji, belediye binasının gücünü, şehir sözleşmeleri ve kredi birlikleri yoluyla işçi kooperatifleri için istikrarlı bir pazar ve sermayeye erişim sağlayarak uzmanlığa, eğitime ve diğer kaynaklara kullanmak.
İlk destek bloğu Halk Meclisleriydi. Başlangıçta Katrina Kasırgası sonrasında Halk Kasırgası Yardım Fonu tarafından New Orleans'ta düzenlenen toplantılar, toplumsal sorunları ele almak, siyasi ve ekonomik karar mercileri üzerinde kurulacak baskıyı güçlendirmek için stratejik kampanyalar yürütmek ve doğrudan demokrasi kültürü üzere Jackson'da düzenlendi. Hareket Stratejisti Yazar Makani Themba-Nixon'a göre toplantılar, "bir topluluğun yaşamını etkileyen sorunların ele alındığı kitlesel katılım forumları" haline geldi. 2010 yılına gelindiğinde Halk Meclisi'nin şehir çapında 300'den fazla üyesi vardı; bu, belediye seçmen katılımının 25.000 civarında olduğu bir şehirde büyük bir güçtü.
Halk Meclisi, Chokwe Lumumba'ya belediyede görev almaya aday olması için yetki verdi. 2009'da belediye meclisine girdi, 2013'te ise yüzde 80'in üzerinde oyla belediye başkanı seçildi. İlk önceliği şehrin çökmekte olan altyapısını onarmaktı, bu, şehir yönetiminin yeni vergiler koyma konusundaki sınırlı gücü göz önüne alındığında zor bir görevdi. Zenginlere arta oranlı vergi koymak yerine, altyapı iyileştirmeleri için satış vergisini yüzde 1 oranında artırmak üzere bir referandum yapılmasına öncülük etti.
Lumumba’nın Programına daha kapsamlı bir ifade vermek için çok az zamanı vardı. Chokwe Lumumba, görevde sadece yedi ay kaldıktan sonra 25 Şubat 2014'te öldü. Bu, hareket için trajik bir başarısızlıktı.
Babasının itibarından yararlanan Chokwe Antar Lumumba ise, Lumumba mirasını sürdürme sözü veren bir platformda 2017 yılında belediye başkanı seçildi. Ancak yönetiminin üzerinden iki yıl geçtikten sonra belediye ile halk arasındaki ilişki bozuldu. Belediye ile ittifak olmayınca, kooperatifler kurmak için şehir ihalelerinden, iş kanunundan veya belediye gücünün diğer yönlerinden yararlanma umudu azaldı. Bu kopuş, tabandan aktivistlerin belediye binasına akın etmesiyle daha da kötüleşti. Themba-Nixon'a göre, "Halk Meclisi'nde çalışan neredeyse tüm organizatörler MXGM ile yönetim için hizmete çağrıldı, hatta Mississippi dışından organizatörler ve personel bile işe alındı.
Hareket, devletin de baskısı altında. Cumhuriyetçilerin hâkimiyetindeki eyalet yasama organı, havaalanı ve hayvanat bahçesi gibi şehre para getiren belediye kaynaklarını devlet otoritesi altına alma manevraları yapıyor. Eyalet yasama organı ayrıca yüzde 1'lik satış vergisinden gelen parayı da alarak devlete yönlendirdi. Jackson şehir merkezinin gelişimini belirlemek için yasa çıkardı, şehirde aynı yasaların farklı etnik gruplar için farklı uygulanmasına izin veren yasalar yaptı ve LGBTQI topluluğunu suç saydı. Mevcut belediye başkanının kız kardeşi Rukia Lumumba, bu çabaların bir "devralma" girişimi anlamına geldiğini yazdı.
Devlet otoriteleri tarafından kuşatılmış ve nakit sıkıntısı çeken bir şehir yönetimi ve seçilmiş reformcular ile taban arasındaki bölünmeyle birlikte Cooperation Jackson bugün, Jackson-Kush Planı'nın ekonomik olarak kendi kaderini tayin etme yönüne odaklanıyor. İspanya'daki Mondragón'un kooperatif modelini takip ederek, işçi kooperatiflerinden oluşan bir federasyon yaratmayı hedefliyor. Cooperation Jackson, aynı zamanda hem politik eğitim aracı hem de idari, mali ve maddi dayanışmayı sağlayan bir yapı olarak faaliyet gösteriyor.
Cooperation Jackson, Afrofuturizm'i çağrıştıran bir vizyonla; 3D yazıcılar, bilgisayarlı sayısal kontrol makineleri ve bazılarının beşinci sanayi devrimi olarak adlandırdığı diğer araçlarla donatılmış bir "FABLAB"da Jackson sakinlerinin kendi uygun fiyatlı konutlarını üretmelerine yardımcı olmayı umuyor. Jackson, aynı zamanda kentsel çiftçilik yoluyla gıda egemenliğini gerçekleştirmeyi amaçlayan Özgürlük Çiftliği Kooperatiflerini de kurdu. Cooperation Jackson, aynı zamanda uygun fiyatlı konut sağlamak ve şu anda şehrin en fakir mahallelerinden biri olan West Jackson'da burjuvalaşmayı önlemek için bir topluluk arazi vakfı oluşturmak amacıyla mülk satın almak için de çalışıyor.
Jackson'daki hareket, beyazların üstünlüğünü savunan Mississippi iktidar yapısının aralıksız baskısıyla karşı karşıya. Lumumba yönetiminin kendisi, belediye gücünün sınırlamalarını hesaba katıyor ve zaman zaman kemer sıkma zorunluluklarına, örneğin altyapı iyileştirmeleri için satış vergisi oranlarını azaltarak, boyun eğiyor. 2018'de ise şehir, faturalarını ödeyemeyen hanelerin suyunu kesmek gibi rahatsız edici bir durumla karşı karşıya kalmıştı. Lumumba yönetimi ile Cooperation Jackson arasındaki bölünme hareketi zayıflattı ve dayanışma ekonomisi girişimlerini belediye yönetiminin gücünden mahrum bıraktı. Cooperation Jackson, kapitalizmin ve ırkçılığın sürekli baskısı altında yeni toplumsal ilişki biçimleri icat etmenin zorlukları üzerinde çalışıyor, hareketin daha iddialı hedeflerine ulaşmasının önünde ise pek çok engel var.
BELEDİYECİLİĞİN ÖTESİNDE
Barselona ve Jackson, belediyecilik çağının ön saflarında yer alan pek çok şehirden ikisi. Peki sol, dünya genelinde şehir yönetimlerinde güç kazanırken, bu iki şehrin hikayesi belediyecilikten sosyalizme giden bir yol arayanlar için herhangi bir ders içeriyor mu?
Her bağlam farklı kısıtlama ve olasılıklar sunarken, bu hikâyeler ve daha birçokları, kent ölçeğinde belirli radikal değişim yörüngelerinin var olduğunu gösteriyor; toplumsal yeniden üretimin ve gündelik yaşamın yeniden örgütlenmesi potansiyelini, hayali kurulan toplumun yeniden tasavvurunu ve yeni demokrasi biçimlerinin ihtimalini ortaya koyuyorlar.
Belediyeciler bu olasılığın bazı yönlerini uzun süredir görüyorlar. Milwaukee'nin sosyalist Belediye Başkanı Daniel Hoan'ın 1936 tarihli Kent Hükümeti kitabında yazdığı gibi, "Şehrin öneminin hızla artması, esas olarak hiçbir hükümet biriminin sıradan yurttaşın günlük hayatıyla yerel belediye kadar yakından ve sık ilgilenmemesinden kaynaklanmaktadır.” Tarih boyunca sağlık, barınma, eğitim, gıda ve tüm bunların temelini oluşturan toplumsal cinsiyet rollerine yönelik sistemleri yeniden düzenlemeye yönelik tekrarlanan belediyeci girişimlerde gördüğümüz gibi kent, gündelik yaşamın ölçek bazında deneyimlendiği ve dolayısıyla toplumsal yeniden üretim düzeyinde dönüştürülebileceği yerdir.
Bu engeller belediyeci örgütlenmeyi terk etmek için gerekçe değiller. Sol, bu stratejiye kolay olduğu için değil, eyalet ve federal hükümetlerin kontrolünü ele geçirmek daha da zor olduğu için geldi. Esas soru ise, sistemi genişleyen ölçeklerde dönüştürmek için belediye düzeyindeki kazanımlardan nasıl yararlanabileceğimizdir. Bu stratejinin belediyecilik çağının temelindeki; federal hükümetlerin ve eyalet hükümetlerinin sağcı kontrolü, banliyö ve kırsal alanları kentsel alanlarla karşı karşıya getiren böl ve yönet stratejisi gibi başarısızlıklarla yüzleşmesi ancak bunlarla da sınırlı kalmaması gerekiyor.
Sürdürülebilir belediyecilik, yalnızca seçim yıllarında seçmenlere hitap etmek yerine, bir hareket inşa eden bir yaklaşım benimsemelidir. ABD’de, Herkes için Sağlık Hizmeti’nin, Yeşil Yeni Anlaşma'nın, ücretsiz yükseköğrenimin, iş hukuku reformunun, cezaevinden çıkarmanın veya göçmenlik reformunun çıkmaza giren bir Kongre'de yitirilmesini beklemek yerine, belediyeciliği mümkün olduğu kadar çok yerde nasıl inşa edebiliriz? Çeşitli hareketler zaten yapılıyor. Bu kampanyalardaki zaferler, solun kontrolü altındaki şehir ağlarına yayılabilen uygulanabilir reformlar sunuyor ve kırsal kesimin yoğun olduğu eyaletlerdeki hükümetlerin Cumhuriyetçi kontrolüne karşı dengeleyici bir güç yaratıyor.
Belediye sosyalizmini inşa etmeye yönelik bu kavgacı strateji, davalar, devlet müdahalesi ve hatta hukuk dışı şiddet yoluyla sermayeyle ve devletle çatışmaya yol açacaktır. Bu yüzleşmeden kaçamayız. Her savaşı kazanamayabiliriz ama belediye sosyalizmi mücadelesi, savaşı kazanabilecek örgütleri inşa edebilir.
Dissentmagazine.org’dan çeviren: Bilge Su Yıldırım