Besteci, prodüktör ve gitarist Alper Tuzcu’nun, Palma Records etiketiyle tüm dünyada yayımlanan 2016’daki Between 12 Waters albümü ve Lines EP’si ile Spotify ve diğer platformlarda on binlerce dinleyiciye ulaştı. Uluslararası medyada da beğeniyle karşılanan albüm sonrasında Grammy ödülleri jürisine seçilen Tuzcu, dünyada bu jüriye seçilen en genç müzisyenlerden biri oldu. Tuzcu ile müziği ve son […]

“Yereli keşfetmeyi seviyorum”

Besteci, prodüktör ve gitarist Alper Tuzcu’nun, Palma Records etiketiyle tüm dünyada yayımlanan 2016’daki Between 12 Waters albümü ve Lines EP’si ile Spotify ve diğer platformlarda on binlerce dinleyiciye ulaştı. Uluslararası medyada da beğeniyle karşılanan albüm sonrasında Grammy ödülleri jürisine seçilen Tuzcu, dünyada bu jüriye seçilen en genç müzisyenlerden biri oldu. Tuzcu ile müziği ve son albümü Aurora’yı konuştuk.

Farklı kültürlerin harmanlamasına şahitlik ettik albümlerinizde. Albümleriniz de kültürel araştırmalarınızın kaçınılamaz bir sonucu olarak çıktı diyebilir miyiz?

Kesinlikle, kendimi ait hissettiğim Anadolu’da özellikle Doğu Akdeniz havzasındaki Antik Yunan-Roma, Sefarad Yahudi, Ermeni, Türk ve Mezopotamya kültürlerinin bir arada oluşturduğu yüksek kozmopolitanizm beni müziğimde hep bu yöne götürdü. Aynı zamanda bir gitarist ve besteci olarak gitarın Ortadoğu’dan İspanya’ya (Flamenko), oradan da Latin Amerika (Brezilya müziği) ve Kuzey Amerika’ya (Caz) uzanan tarihi stil olarak doğal seçimlerimi oluşturuyor, ve de yukarıdaki kozmopolitan ideali tamamlayan bir çerçeveyi oluşturmama yardımcı oluyor.

Müziğinize gittiğiniz ülkelerin nelerini dahil etmek istiyorsunuz?

Yeni bir ülkeye gittiğimde ilk başta tarihlerini okumayı ve diğer kültürlerle olan bağlantılarını inceliyorum. İnsanların yaşayış şekilleri, konuştukları dil, yedikleri yemekler, birbiriyle nasıl zaman geçirdiklerini öğrenmek ilgimi çekiyor. Müzikal olarak genelde giriş noktam kendi müziklerinin gitar ile bağlantısı oluyor, ayrıca kendi yerel müziklerinde ritimleri nasıl kullandıklarına da bakıyorum. Yerel sanatçıları dinleyip bu perspektiften beste olarak kendime yakın bulduğum renkleri keşfetmeyi de seviyorum.

Between 12 Waters ile Aurora albümlerinizi değişim açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Neler değişti?

Between 12 Waters, flamenko, chanson, bossa nova gibi türleri daha yoğun kullandığım bir kolaj projeydi. Aurora’da ise yönümü biraz daha doğuya kırdım ve kültürel olarak Anadolu ve Hindistan kültürlerini daha yoğun kullanmaya başladığım bir proje oldu. Ayrıca elektronik elementler ve gitarın ağırlığı da arttı. Ableton kullanarak yaptığım prodüksiyonun daha derinleştiği bir sonuç oldu.

Aurora albümünüzde ‘Candles’ isimli şarkıyı Mevlana’nın şiirlerinden ilham alarak oluşturduğunuzu duydum. Doğru mu?

Evet, ‘Candles’ Mevlânâ Rumi’nin şarkı yazımı atölye ve masterclass’ında da kullandığım ‘Dilek Şarkısı’ isimli şiirinden ilham alarak yazdığım bir eser. Biraz daha Doğuya giderek kendisinin Asya köklerini Hint-Türk müziği füzyonu ile ortaya çıkardığımız bir şarkı oldu. Ayrıca melodiyi buzuki ile çalarak ve elektronik öğeler kullanarak Mevlana Rumi’nin mistisizmini işitsel bir deneyime dönüştürmeyi amaçladım.

Birlikte çalıştığınız vokeller de çok güçlü seslere sahip sanatçılar. Buluşmalar nasıl gerçekleşti?

Beste yaparken hem kağıt-kalem-gitar ile eski stilde, hem de teknoloji kullanarak özellikle Ableton ile şarkılar yazıyorum. Sözler ve melodi bir araya geldikçe şarkının stili de ortaya çıkmaya başlıyor. Şarkının stiline ve kültürel özelliğine göre seçtiğim bir vokalist arkadaşım ile kaydetmeye başlıyoruz. Kayıtlarda bugüne kadar hep Berklee’den vokalist arkadaşlarım ile çalıştım ama özellikle öyle olsun diye aldığım bir karar değildi. Konserlerde de olduğu gibi her zaman bundan sonra başka altyapıdan gelen insanlarla da çalışmaya açığım, bence esas önemli olan yeni fikirlere ve seslere açık olmak.

Grammy Ödülleri’ndeki jüri üyeliği nasıl gerçekleşti. Dünyada bu jüriye seçilen en genç müzisyenlerden biri oldunuz.

Uzun bir başvuru sürecinden sonra 2016’da Recording Academy’de jüriliğe kabul edildim. Bence ödüller kişisel başarı yanı sıra daha çok bir kültürü tanıtmak için de çok etkili. Çünkü insanlar ödül almış eserleri yapan insanların yanı sıra, onun beraber çalıştığı diğer sanatçıları, yaşadığı ve büyüdüğü ülkeleri, ilham kaynaklarını, okuduğu kitapları, yaptığı diğer işleri de merak ediyor.

Mesela Amerika’daki Latino gruplarının ödülleri kullanarak kendi ülkelerini (Kolombiya, Arjantin, Brezilya, Küba…) tanıtması müthiş başarılı bir süreç oldu. Ve İspanyolca müzik bu şekilde niş bir alandan akıma geçmeyi başardı. Aynı şeyi edebiyat, sinema alanında da yaparak 21. yüzyılda bizim evlerimize kadar giren yeni bir eksen yaratmayı başardılar. Bu modeli izleyerek Türkiye’den diğer müzisyenler olarak bir araya gelebilirsek bu alanda ciddi bir fark yaratabiliriz diye düşünüyorum.

Brezilyalı sanatçı Helena Beltrão ile Netflix serisinin ‘La Casa de Papel’ adlı dizinin şarkısının yeni bir versiyonu yaptınız ve yayımladınız. Böyle düzenlemeler devam edecek mi?

Evet, bu aralar bu şarkının daha da yeni bir düzenlemesi üstünde çalışıyorum. Yakın bir zamanda tüm platformlarda sizlerle de paylaşacağız. Genel olarak film müziği ve televizyon dizileri için de müzik yapmak son derece ilgimi çeken bir alan ve yaptığım tarz müzik için de iyi bir fırsat diye düşünüyorum.