2023’te yerli sinemada neler yaşandı? Vizyona giren filmler nelerdi? Hangi film ne kadar izlendi? Yerli yapım filmler içeride ve dışarıda hangi başarıları elde etti ve hangi tartışmalara yol açtı?

Yerli sinemaya 2023’te yansıyanlar

Emine Uçar İlbuğa - Prof. Dr. 

İçinde bulunduğumuz görsel işitsel çağda sanatın düşünsel yaratım alanı olarak sinema öne çıkıyor. Filozof Gilles Deleuze “bugünkü teknolojinin düşünce üzerindeki etkisinin en güçlü örneği olarak sinemayı gösteriyor ve sinema tarihini felsefe tarihiymiş” gibi ele alıyor. Andrey Tarkovski ise “sinemanın; insanın gerçeği daha geniş bir açıdan kavrama” ihtiyacına karşılık verdiğini söylüyor. O halde “sinema hakikattir” anlayışından hareketle içinde yaşadığımız koşulları anlamak ve gerçekliğimizle yüzleşebilmek adına 2023 yılında festivallerde ve sinema salonlarında izleyici ile buluşan filmleri şu sorular üzerinden değerlendirmek mümkün: Türkiye gerçekliği sinemamızda ne kadar yer buluyor? Sinema yaşanılan sorunlara bir çözüm mü öneriyor, sorunlardan kaçış için bir alan mı sağlıyor? Yoksa sistemi yeniden mi üretiyor? 

2023 yılında Türkiye’de gösterime giren filmler

Boxoffice Türkiye verilerine göre; toplam 431 film sinema salonlarında gösterime girmiş ve bunlardan 141’i yerli ve yeni filmlerden oluşuyor (https://boxofficeturkiye.com/yerli-filmler/2023). Vizyona giren filmlerin önemli bölümü korku/gerilim, bilimkurgu/gerilim, animasyon, dönem/aksiyon, dönem/tarihi, komedi, dram ve biyografi türünde. Filmlerin izlenme oranlarına bakıldığında ise animasyon, tarihi-biyografi ve komedi türlerinin izleyiciler tarafından en fazla tercih edildiği görülüyor. Örneğin İsmail Fidan’ın Rafadan Tayfa Galaktik Tayfa adlı animasyon filmi 3 milyona yakın izleyiciye ulaşmış. Ali Atay’ın yönettiği, geniş oyuncu kadrosunun yer aldığı Ölümlü Dünya gösterim süresi daha bir ay olmadan 1,5 milyona, Kamil Çetin’in Kutsal Damacana 4 ise 1 milyondan fazla izleyiciye ulaşmış.

Geleneksel bir lokanta işleten ama aslında seri katil olan aile üyelerinin hikayesine dayanan Ölümlü Dünya, yanlışlıkla papaz olan ve Vatikan’da kariyer yapan Fikret’in hikayesine odaklanan Kutsal Damacana 4 ve Çenk Çelik’in yönetmenliğini üstlendiği kaçak kumarhane işleten Mahsun’un polisten kaçmak için paravan bir siyasi parti kurma girişimini konu edindiği İllegal Hayatlar (677.306) filmleri izlenme oranı bakımından ilk beşte yer alıyor.

Bununla birlikte sinemalarda gösterime giren çok sayıda korku/gerilim türü film olmasına karşın bu filmler ilk on sırada yer almasa da sadık bir izleyici kitlesine sahip. Türkiye’nin siyasal ikilemi ve giderek laikliğin altının oyulduğu, tarikatların her gün hem kurumlarda hem de siyasal düzlemde güçlendirildikleri bir dönemde Atatürk’ün hayatını konu alan Mehmet Ada Öztekin’in yönettiği Atatürk 1881-1919 (3 Kasım’da vizyona girmiş ve 1.608. 483 izleyiciye ulaşmış), Levent Onan’ın Cumhuriyet’in ilanından bir gün önce yaşanılan gerilimli süreci anlattığı Son Akşam Yemeği (66.599) ve Cenk Akın’ın Mustafa Kemal’in annesini merkeze aldığı Zübeyde, Analar ve Oğullar (33.844) tarih/biyografi türünde sinemalarda gösterime giren ve izleyicilerin ilgi gösterdiği filmler oluyor. Bu filmler aynı zamanda Türkiye’de yaşanılan laiklik karşıtı uygulamalara karşı Cumhuriyet tarihini yeniden anımsatma bağlamında bir yanıt niteliği de taşıyor.

Bunun yanında 2023 yılında festivallerde ilk gösterimlerinin yapılması beklenen bazı filmler Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin iptali nedeniyle izleyici ile buluşamadı. Adana Altın Koza ve Ankara Film festivallerinde ise genel olarak aynı filmler seçkilerde yer aldı, bağımsız dağıtım firmaları aracılığı ile gösterime giren filmler ise ağırlıklı olarak 2022 yılı yapımı. Cannes Film Festivali’nde yarışan ve önce Avrupa’da gösterime giren Nuri Bilge Ceylan’ın Kuru Otlar Üstüne’nin Türkiye gösterimi ilk Adana Altın Koza’da yapıldı ve vizyonda Ceylan’ın en fazla izleyiciye (334.061) ulaşan filmi oldu. Bir yandan 3 saati aşkın bir süreye uzanan ve sıradan izleyicilerin alışık olmadığı tekniklerin yer aldığı, bol diyaloglu Kuru Otlar Üstüne’nin sinemada bu kadar izleyiciye ulaşması Türkiye sineması için önemli bir gelişme olarak görülebilir. Öte yandan izleyiciyi sinema salonlarına çeken şey aynı zamanda filmin uluslararası başarısı, Cannes’da en iyi kadın oyuncu ödülünün alınması, 60. Altın Portakal film festivalinin iptali ile beklenen bazı filmlerin gösterimlerinin gerçekleşememesi ve film hakkında medyada çıkan olumlu ve olumsuz eleştiriler gibi, uzun yıllardır ülkede siyasal, kültürel ve ekonomik sorunlarla içe kapanmanın yoğun yaşandığı ve iyi şeylere çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde Nuri Bilge Ceylan’ın sadık izleyicisine yeni izleyicilerin de eklendiğini söylemek mümkün. Bu bakımdan Aynı şekilde Zeki Demirkubuz’un ataerkil bir toplumda istemediği bir evliliğe zorlanan genç bir kadının hikayesini sorunsallaştırdığı Hayat (2023) festivallerde gösterilemeden vizyona girmek zorunda kaldı ve 15 Aralık’ta gecikmeli olarak vizyona girmesine karşın bir ayı aşkın bir sürede 40.000’den fazla izleyiciye ulaştı.  

Sanat, sanatçı ve kültürel alanda artan baskıya karşı sanatın olanaklarıyla karşılık verilebiliyor mu?

Türkiye’de giderek kurumların siyasallaşması, sosyal, kültürel hayattaki baskılar ve belli yönetmenlere ve sinemacılara desteğin giderek azaldığı ve bu alanda yaratımın da bireysel çabalarla, çok az destekle yürütülebildiği gerçeğini unutmamak gerekiyor. Öncelikle ulusal sinemanın inşasında önemli bir rol üstlenen film festivalleri sadece filmlerin yarıştığı bir mecra olmanın ötesinde sinemacıların ulusal ve uluslararası yapımcılarla bir araya geldiği, iletişim ağına girebildiği, yeni projelerine destek olanağı bulabildiği, film marketlere dahil olabildiği, halkla sinemacıların karşılaşabildiği ve sonuç olarak hem sinema sektörünün kendi arasında hem izleyicilerle etkileşimin sağlanabildiği bir ortam olarak önemli bir rol üstleniyor. Ne var ki siyasal erkin festivalleri kendi amacı doğrultusunda dizayn etme isteği ve sinemayı her koldan kontrol altına alma yönündeki politikalarının bir sonucu olarak Altın Portakal Film Festivali yapılamamış; Adana ve Ankara Film Festivalleri ise verilen kontrollü destek ile sürekli bir baskı ve denetim hissiyatı altında yürütülüyor. Peki hükümetin kültür politikası nedir?  T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sinema Genel Müdürlüğü, Turkcell, Türk Hava Yolları ana sponsorluğunda Boğaziçi Kültür Sanat Vakfı tarafından 8-16 Aralık 2023 tarihleri arasında düzenlenen 11. Boğaziçi Film Festivali’nde bu politikaların sonucu belirgin bir şekilde görüldü. Festivale katılan filmlerden, gösterimlere, jüri seçiminden verilen ödüllerine kadar “sen, ben, bizim oğlan” deyiminin ötesine geçemeyen, çoğu zaman boş salonlarda gösterimleri yapılan yarışma filmleri ile Anadolu Ajansı gibi köklü bir iletişim kurumunun desteği dahi festivali bir adım öne çıkaramadı. Çünkü Boğaziçi Film festivaline ne sinemacılar ne de sinefiller ilgi gösterdi. Sinemacıların ortak dayanışması ve güçlerinin farkında olarak birlikte karar almaları ve bu kararları uygulamaları baskı ve yasaklara karşı mücadelenin başarısında önemli oldu. Aynı şekilde Sinema Genel Müdürlüğü’nün proje kapsamında sinemaya, sinemacılara verdiği destek de sorunlu bir hal aldı. Bu konuda sansür hem görünür hem görünmez biçimiyle sinemacıların film yapma olanaklarını elinden almakta, çoğu zaman senaryoların içeriğine, yönetmenlerin siyasal duruşlarına göre projelerin desteklenmesi ya da desteklenmemesi söz konusu olmaktadır. Bu da bağımsız ve özgün sinema yapan sinemacıları filmlerini zorlu koşullarda ve bireysel çabaları ile yapmak zorunda bırakıyor, çekilebilen filmlerin de ya festivallerde ya da sınırlı gösterim koşullarında izleyicilerle buluşabilmeleri söz konusu olabiliyor. Peki TRT ve Sinema Genel Müdürlüğü ne yapıyor? İktidarın “Kulturkampf” stratejisi doğrultusunda politize olmuş kurumlar olarak sinemada yaratıcılığı, eleştirelliği, özgünlüğü desteklemek yerine, siyasal anlamda iktidara yakın duran, o anlayışı yeniden üreten ya da içsel sansürün baskın olduğu ve nasıl destek alabilirim anlayışı ile hazırlanmış projelere öncelik veriyor. Çoğu zaman desteklenen filmler ne gösterime girebiliyor ne festival seçkilerinde yer alabiliyor. Bu kurumlar kendi sinemacılarını desteklemeyen, desteklediğinde ise yönetmenlerin siyasal tutum ve davranışlarını açık ettiklerinde desteklerini ya da ödüllerini geri çeken politize yapılarını korumaya devam ediyorlar.

Sinemada gösterim olanağı bulan az sayıda ödüllü filmler var

Türkiye’de sinema filmlerini elinde tutan uluslararası dağıtım şirketlerinin dışında kalan bağımsız filmler BirFilm veya Başka Sinema gibi bağımsız dağıtım aracılığı ile sayılı kentlerde ve sinema salonlarında, çoğu zaman geç saatte yer alan seanslarda gösterim olanakları bulabiliyor. Bu da sinefillerin festivaller dışında bu filmleri sinemada izleme olanaklarını sınırlıyor. Örneğin ulusal ve uluslararası festivallerde birçok ödülün sahibi olan Özcan Alper’in Karanlık Gece (15 hafta gösterimde kalmış ve 16.876 izleyiciye ulaşmıştır) ve Selcan Ergun’un Kar ve Ayı (11.231 ) on binin üzerinde izleyiciye ulaşabilmiş ender filmler oluyor. Buna karşın İstanbul Film Festivalinde Fibresci ve en iyi senaryo, Adana Altın Koza Film Festivali’nde ise en iyi film, en iyi yönetmen ödüllerinin sahibi olan Ziya Demirel’in Ela ile Hilmi ve Ali sadece üç bine yakın izleyiciye ulaşabilmiş. Bu yıl sinema da gösterime girebilen diğer iki film belgesel türünde ve kurgusal filmlerin dışında belgesel filmlerin gösterim olanağına sahip olması olumlu bir gelişme, ancak izlenme oranlarına bakıldığında (Derviş Zaim’in Tavuri, 1779 ve Ekin İlkbağ ve İdil Akkuş’un Düet ise 254 kişi tarafından izlenmiş) ilginin çok olmadığı görülüyor. Aynı şekilde 2023 yılında festivallerde izleyici ile buluşabilen az sayıda film (Melis Önel’in Aniden- 906, Ümit Köreken’in Bir Umut -581, Çiğdem Sezgin’in Suna -574 ve Bekir Bülbül’ün Bir Tutam Karanfil -333) az sayıda izleyici tarafından izlenebilmiş. 

Sinemamız içinde yaşadığımız koşulların çatışma ve sorunlarını dile getirebiliyor mu?
Bağımsız filmlerin sinemalarda gösterim olanağı bulmaları, izlenme oranları, türleri ve içeriklerine bakıldığında, aslında Türkiye’de yaşanılan son yıllardaki insan hakları ihlalleri, hukuk kurallarının hiçe sayıldığı, muhalefetin sesinin bir türlü yükselemediği, bilgi çöplüğüne dönmüş olan güdümlü medya ortamlarında sürekli gerçekliğin üzerinin örtüldüğü, siyasal dilin ayrıştırıcı, dışlayıcı bir hal aldığı hatta çürüdüğü bir dönemdeyiz ve ülkemizde sinema filmleri üzerinden ülkede yaşanılan bu kaotik manzarayı görmek  pek mümkün değil. Örneğin Kuru Otlar Üstüne de mücadeleye inancını yitirmiş, pişmanlıkla, kadercilik arasında gidip gelenlerin, insana olan güvenini kaybedenlerin, yalnız ve kırılgan ilişkilerin öne çıktığı bir durum tespiti öne çıkıyor. Aynı şekilde henüz sinemalarda gösterime girmese de bu yıl Ankara ve Adana Film festivallerinde en iyi film ve en iyi yönetmen ödüllerinin sahibi olan uyurgezer bir adam ve oğlunun izbe bir yerde sürdürdükleri gerilimli yaşamlarının ve çaresizliklerinin işlendiği Tunahan Kurt’un Karganın Uykusu (2023), Umut Subaşı’nın dört gencin umutsuzluk, çaresizlik ve geleceğe ve kendi hayatlarına ilişkin kötümserliklerini konu edinen Sanki Her Şey Biraz Felaket (2023) ve bu yıl vizyona girme olanağı bulan Ela İle Hilmi ve Ali’de küçük yaşta evlenmek zorunda bırakılmış bir genç kızın eşiyle dar bir mekanda sıkışmışlığı, Kar ve Ayı’da bir köye tayin olmuş hemşirenin yolları karla kaplı olduğu için tek başına tekinsiz ve gizemli bir ortamda yaşamı konu ediliyor. Bu filmlerin ortak teması ise gizem, bilinmezlik, kaygı, korku, bıkkınlık, çaresizlik olurken, geleceğe ilişkin umut, insanlar arası dayanışma ve mücadele gibi kavramlara yer yok. Burada belki de Burak Çevik’in unutma ve hatırlama üzerine oldukça farklı bir perspektiften çektiği Unutma Biçimleri (2023) filmini ayrı bir yere koymak gerek çünkü film geçmişe şimdi üzerinden bakma olanağı sunuyor ki bu da şimdinin hemen geçmişe evrildiği ve geçmişle bağın hızla koparıldığı günümüzde, geçmişi bugün üzerinden anlayarak, bugünü yeniden kurabilmek adına önemli çaba.

Ayrıca Belmin Söylemez’in 2022 yapımı ikinci uzun filmi Ayna Ayna özel gösterimlerle hala izleyici ile buluşmaya devam ediyor. Bu da yönetmenlerin filmlerini dolaşım ağına sokamadıklarında, kendi olanakları ve çabalarıyla filmleri izleyici ile birlikte izleme, tartışma ve etkileşimli film gösterim olanakları yaratmaları ile mümkün olabiliyor. Ayna Ayna’da İstanbul’da yaşayan farklı sosyo-ekonomik ve kültürel koşullardan gençlerin oyuncu olma hayalleri ile katıldıkları bir tiyatro kursunda yaşanılanlar, kentin merkezinde ama bir o kadar da görünmeyen, sıkıştırılmış hayatlara ilişkin güzel bir örnek oluşturuyor. Tiyatrocu bir kadının tek kişilik tiyatrosunun yaşadığı ekonomik darboğaz, valilik ve kaymakamlıklarca sürekli iptal edilen turneler, ataerkinin sürekli pompalandığı bir toplumda tek başına kadın bir oyuncu olmanın zorlukları, oyuncu olma hayali ile kursa katılan gençlerin bir Osmanlı dizisinde cariye ya da kapıkulu olabilmek için verdikleri mücadele Türkiye’de sadece ekonomik ve siyasal bir sıkışma değil kültürel anlamda da çok ciddi bir can çekişmenin içinde olduğunun aynaya yansımasıdır ki bu film sonunda izleyiciye umutsuzluk ve kaderi dayatmayan bilakis umudu yeşerten ender filmlerden biri olma özelliği de taşıyor. 
Sonuç olarak Türkiye 2024’e girerken yeni seçim süreci ve bilgi kirliliği, her alanda her an baskı ve suçlamalara maruz kalma korkusu ile giderek karşı mücadelenin sesinin kısılmaya çalışıldığı bir dönemi yaşıyor. Bu süreçte filmlere bakıldığında iç karartıcı bir umutsuzluk, sıkışmışlık, kadercilik, gizem ve bireysel var olma çabaları daha bir baskın olurken ne yazık ki şimdiye ve geleceğe ilişkin umudu büyütmekten uzak kalıyorlar. Filmler daha çok bir durum tespitinden öteye gidemiyor ve bu durum tespiti bir mücadele önermek yerine yılgınlık, tekinsizliği daha bir öne çıkarıyor. Bununla birlikte festivallerde yaşanılan sorunlara karşı mücadele edebilen ve ortak bir noktada buluşabilen ve bunun örneğini bu yıl Altın Portakal Film Festivali’nde yaşanılan krizde gösteren sinemacıların, filmleriyle izleyiciye hakikat üzerinde düşünme, tartışma, eleştirme, eyleme ve özgürleşme olanakları sunmaları mümkün iken, bu enerjilerini kişisel tartışmalarla yok etmeleri ise üzücüdür.  

Yararlanılan Kaynak: Özcan Yılmaz Sütçü (2015). Gilles Deleuze’de İmge Hareketi Olarak Sinemanın Felsefesi. Sentez:İstanbul.