1997 yılında yapılmış bir dizi röportajı içeren bir kitap var elimde. “Sol’dan Ne Geliyor?” adlı bu kitapta, Eduardo Galeano, Samir Amin, A.Bushhan Bandhan, Adam Shaff, Jean Ziegler...

1997 yılında yapılmış bir dizi röportajı içeren bir kitap var elimde. “Sol’dan Ne Geliyor?” adlı bu kitapta, Eduardo Galeano, Samir Amin, A.Bushhan Bandhan, Adam Shaff, Jean Ziegler, Tony Benn gibi pek çok isimle röportajlar bulunmakta. Jean Ziegler’in 1964 yılında Küba’dan sığınma talep ettiğini, Che Guevera’nın bu talebi “savaşı canavarın beyninde yürütmek gerekir” gerekçesi ile geri çevirdiğini ve Ziegler’in mücadeleyi uzun yıllar ülkesinde sürdürdüğünü bu kitaptan öğrendim. Röportajında; “Ayaklanmaya ihtiyacımız var bizim. Ama ilk şart olarak vicdanların ayaklanmasına. Zira yönetme hırsına ve haksızlığa karşı isyan, tarihin motorudur” diyor Ziegler. Döneminde kapitalizm ve emperyalizmin yaşadığı komünizm korkusuna karşı yaptığı cambazlıklara işaret ediyor. Sovyetlerin dağılmasından sonra, tek kutuplu dünyada küresel kapitalizmin Yeni Dünya Düzeni uygulamalarını hayata geçirirken komünizm korkusunun geride kaldığına vurgu yapıyor.

Okuduğum bu röportajın üzerinden on bir yıl geçmiş. Gelin görün ki kimi korku ve paranoyalar zamana direniyor. Bu tedirginlik ve korku ile antikomünizm propagandası kendine vücut bulmayı sürdürüyor. İşte 21 Temmuz 2008 tarihli Milliyet gazetesindeki köşesinde Yaman Törüner’in kurduğu cümle: “Rüşvet Bulgaristan ve Romanya’nın komünizm döneminden kalan baş belası.” Aynı gün BirGün’deki köşesinde Melih Pekdemir “Ey millet, darbe olursa önce bizim gibilerin canına okunacaktır. Emekçiler, yoksullar daha fazla ezilecekler”gerçeğini vurgularken hemen akabinde bir başka “can okumaya” değiniyor. Geçtiğimiz günlerde BirGün’ün, günün Tom ve Jerry kapışmasına yönelik “Yiyin birbiriniz” manşetine gönderme yaparak, “Böyle bir durunda ‘Yiyin birbirinizi’ demek asıl bizler her ikinizin de canınıza okuyacağız niyetini dile getirmektir” diyor Pekdemir. Gerçi hemen ardından bir güç/takat sorununu dile getirse de bu niyet karşı cephede korkunun mevzilenmesine yetecek güçtedir.

Ve korkuyu içinde yaşayan korkuyu yaşatmayı da önemsiyor.

AKP’nin bugünlerde “eşit işe eşit ücret” sağlamak amacıyla çalışanlara ek ödeme yapacağı söyleniyor. Ek ödemeden en yüksek payı da polisler alacakmış. Sistem korkusundan güvenliğe yatırım yaparken aynı polis de toplumda korku unsuru olmayı sürdürüyor.

Haziran ayında Ankara’nın Emek semt pazarında alışveriş yapıyordum. Beş-altı yaşlarında bir kız çocuğu annesini kaybetmiş, ağlıyor. Pazar esnafından biri çocuğu sakinleştirmek için -zabıta karakolunu kastederek-”korkma şimdi seni karakola götürürüz, onlar anneni bulurlar” diyor. Çocuk karakol adını duyunca elini pazarcıdan kurtarıp: “Hayır, karakola gitmek istemiyorum” diyerek ağlamasını feryada dönüştürüvermez mi.. Anlaşılan o ki karakol korkusu yediden yetmiş yediye toplumu sarmış durumda. Zaten gelinen noktada darbe, gericilik, irtica, parti kapatmalar, siyasi cinayetler, ırkçı saldırılar, bombalamalar vb ile bu korku son günlerde iyice toplum içerisinde yoğunlaşmakta, yoğunlaştırılmakta.

İşte böyle bir süreçten geçerken; aman, bu çift yüzlü baltanın canına okuma niyetinin ötesine geçme zamanıdır. Zaman, bir sol dalga, bir Devrimci Dayanışma için çıkış zamanıdır.

Ve eğer bu bir çıkış, özgün, coğrafyanın ve insan ilişkilerinin, mevcut koşulların okunmasını ve öngörü istiyorsa, bu gerçek bir dönüşüm ve değişimse, “değişim ancak içeriden açılan bir kapıdır” söylemine uygun, kapının tokmağını dışarıdan uzanan ellere bırakmadan, el iradesine teslim olmadan o kapıyı açmak, geleceğe uzanmaktır asıl olan.

“Hangi güçle, hangi güçlü ellerle?” sorusu, sorudan öteye köstekleyici, engelleyici, özgüvenden yıldızlar kadar uzak seslerdir ancak.

Oysa güç ve irade ve inanç tarihimizdir. Kör karanlık pusularda, işkence tezgâhlarında alçakça katledilen yoldaşlarımızın serptiği tohumlardır.

İtalyan yazar Susanna Tamaro’nun dediği gibi her sözcük bir tohumsa o yoldaşlarımız ki mezara götürmemişlerdir inançlarını ve yüz binlerce, milyonlarca tohum serpmişlerdir mücadeleleri boyunca bu coğrafyaya.

İşte o tohumların bugün yeşertilmesi boynumuzun borcudur. Tarihe borçluyuz.

Evet, kolay değildir tohumu çatlatmak, çalıların, dikenlerin arasından çıkmak. Yüz-göz yırtılarak, kan-revan içinde boynunu uzatmak güneşe, kolay değildir.

Bu kurak çöl ortamında, bu susuzlukta havadaki nemden bile güç alınacaktır. Ama köklerin sana ait olacaktır. Ve hiçbir gövdeye sarılarak tırmanılmayacaktır.

Bu hafta Bursa-Şehitler(doma) Köyün’nden dayım âşık Nezir konuğumdu. âşık Nezir gerçek bir Alevi-Bektaşi dili, sözü. Bir hafta boyunca uzun, dolgun, bereketli söyleşiler yaptık kendisiyle. İşte o çeşmeden bir avuç su;

Sorma be birader mezhebimi

Biz mezhep bilmeyiz, yolumuz vardır

Çağırma mescide, riyaya bizi

Biz şerbet içmeyiz dolumuz vardır.

Evet, sağlam bastığımız toprağımız, yürünecek yolumuz, içecek dolumuz, yeşerecek tohumumuz vardır. Öyleyse haydi yollara!