Yıkılan sadece şehirler değil

İlayda MUTLU*

Travma, kelimenin Yunanca kökeni ile ‘yara’ demek. Bu yarayı açan kuvvet doğadan geldiğinde afet, insandan geldiğinde ise insanın içinde olabilen yıkıcılıkla yüzleştiğimiz bir vahşet olarak anıyoruz. 6 Şubat Depreminde maalesef doğadan gelen bir afetin ihmal, yerine getirilmemiş sorumluluklar, yerinde ve hızla alınmayan kamusal aksiyonlarla adeta insan elinden çıkan bir vahşete dönüşmesine tanıklık ettik, hâlâ da ediyoruz.

Travma terapistlerinin sıklıkla altını çizdiği üzere kişilerin ruhsal yaralarının sarmalanacağı bir psikolojik destek ancak ve ancak insani yaşam koşullarının sağlandığı ve temel ihtiyaçların giderilebildiği noktada mümkündür. Peki hala çadırda yaşayan, eğitim alan, ev bir yana henüz konteynere bile erişimi sağlanamamış kişiler varken deprem bölgesinde bu koşulların hakkı ile sağlandığını söylemek ne kadar mümkün? Acı kayıpların yaşandığı toplumsal travmalarda ülkemizde sıklıkla duyduğumuz “Şimdi siyaset zamanı değil!” sözü travmatik süreç sonrası iyileşmenin ve ruhsal onarımın vazgeçilmez ilkelerinden olan muhatapların sorumluluk alması ihtiyacını yok saymaz mı?

İnsan ve ruhsallığı biricik olmakla birlikte toplumsal travmaları sosyo-politik arka plandan bağımsız ele almak ve onarmak oldukça güç.  Bu yıkımın içinden sahici bir çıkışa ulaşmak, insanın en temel ihtiyaçlarından olan güvenlik duygusunu yeniden inşa edebilmekten geçiyor. Deprem gibi doğal afetler içinde yaşadığımız dünyanın güvenli bir yer olduğuna dair inancımızı derinden sarsar. Öte yandan vaktinde başlatılamayan arama kurtarma süreçleri, organize olarak ulaştırılmayan yardımlar, şeffaflıkla paylaşılmayan veriler ise insanların yaşadıkları ülkeye dair güvenini sarsar. İnsanın iç dünyasında sarsılan güven duygusunu onarmak yakınlarının, sosyal çalışmacıların, ruh sağlığı çalışanlarının payı iken, dış dünyada sarsılan güveni onarmak ise kamusal kurumların işidir. Güvenin yeniden inşası önce hakikat sonra da adaletin tahsisi ile mümkün olabilir. Tam da bu yüzden 6 Şubat depreminde kaç kişinin hayatını kaybettiği, kurtarılan kaç kişinin kaybolduğu, sorumlu kişilerin cezai yaptırım süreçlerinin nasıl işlediğinin şeffaflıkla paylaşılması yalnızca politik değil ruhsal da bir ihtiyaçtır.

Bu noktada ‘tanınmayan yas’tan da bahsedebiliriz. Dr. Kenneth J. Doka yasın toplumun yargılarına göre tutulabildiğinden bahsediyor. Kültürümüzde belki de teselli etmenin bir yolu olarak görülen “Buna da ağlanır mı?”, “Bak, geride kaldı.”, “Şükret, sen hayattasın” tutumu kişiye yasının tanınmadığı, ne şekilde ve ne kadar üzülebileceğine dair belirli beklentilerin olduğunu hissettirebilir. Oysaki Vamık Volkan’ın söylediği gibi “Yaslarımız parmak izlerimiz kadar kişiseldir” ve elbette kayıplarımız da. Belki depremde bir yakınızı ya da yaşam alanınızı kaybetmediniz fakat sizin için çok önemli anılarla dolu yaşadığınız şehrin olduğu halini kaybettiniz. Belki deprem bölgesinde bile değildiniz, ancak yaşadığınız topraktaki güvenlik duygunuzu yitirdiniz. Bu sebeplerle acınızın başkaları tarafından tanınmayacağı endişesini yatıştırmaya çalışın; siz neyi kaybettiyseniz, hangi duygunun yasını yaşamaya ihtiyacınız varsa tam da ona kederlenilir. 

Bu noktada yaşanan travmatik deneyimle ilişkili hala devam eden stres faktörlerinin (temiz suya erişim, barınma, eğitim vb.) ortadan kaldırılmasının yanı sıra, kişilerin kontrol duygusunu geri kazanmalarının desteklenmesine de ihtiyaç vardır. Maruz kalan, yardım alan konumundan; hayatta kalan, özerkliği olan pozisyonuna geçmesini desteklemek için kişiyi ona özgü ihtiyaçları ile buluşturmak, kendine has baş etme yöntemlerine ulaşmasına alan sağlamak önemlidir. Örneğin deprem öncesinde tek başına çocuk yetiştiren ve ev yapımı üretimlerini satarak geçimini sağlayan bir kadın için tekrar üretebileceği alanın, materyalin sağlanması, üretiminin satışının desteklenmesi hayatının kontrolünün kendinde olabileceği duygusunu güçlendirebilir.

Onarım ancak bağlarla mümkün. Bu nedenle de deprem sürecinden daha az etkilenip destek sunabileceğini hissedenlerin bu bağları kurmak için çabası çok kıymetli. Örneğin deprem bölgelerinden birinde yaşayan tanıdığınızı özel günlerde aramak, yoklamak ona orada olduğunuzu, aranızdaki bağı önemsediğinizi hissettirebilir. Ya da belki çalıştığı okula deprem bölgelerinden transfer edilen öğrencileri olan bir öğretmenin, mezuniyet yılındaki öğrencileri için öğrencinin kaybettiği okuluna ait bir sembol, amblem vb. bir şeyin çıktısını alıp mezuniyet törenine dahil edilmesi yok saymayan, onarıcı çabanın bir örneği olabilir. 6 Şubat Depreminin ardından herhangi bir şekilde kendisini bu deneyimin öznesi olarak gören herkesin hem kendisi hem de ötekilerle bağlarının kuvvetlendiği, toplumsal olarak acı ve kayıplara karşı dayanışırken bir yandan da yaşam ve onarımın tarafında olan mücadelelere daha çok omuz verebildiğimiz günlere kavuşmak dileği ile.

* Klinik Psikolog

∗∗∗

Kaynakça:

Başterzi, A. D., Yılmaz, B., & Yüksel, Ş. (2021). Kitlesel Travmalar ve Afetlerde Ruhsal Hastalıkları Önleme, Müdahale ve Sağaltım Kılavuzu. Türkiye Psikiyatri Derneği Yayınları, İstanbul.

Herman J. (1992) Travma ve İyileşme (çev. Tamer Tosun 2007, 2012) Literatür Yayımları, İstanbul.

Volkan, D. V., & Zintl, E. (2019). Kayıptan Sonra Yaşam “Komplike Yas ve Tedavisi”. Pusula Yayınevi, Ankara.