Gerçek bir yurt âşığıydı Erkin Koray. Bize müziğinden önce halkına olan sevgisini, bu uğurda çırpınışını ve mutlaka kişilikli bir sanatçı olunması gerektiği hakikatini bıraktı. Erkin Koray çapında sanatçılar, ölme haklarını yitirmiş kişilerdir. Müzik var oldukça, insan var oldukça onların isimleri muhakkak bir şekilde gök kubbede yankılanacak.

Yok mu çaresi dostlar?

Tekin Deniz -  Arşivci, Yazar. 

1960’lı yıllardan sonra esen özgürlükçü hava, kültür ve sanat alanında da büyük yeniliklere ortam hazırladı. Haldun Taner’in Devekuşu Kabare’si, özel tiyatroların altın çağı, resim, heykel, bale ve opera sahalarındaki gelişmeler de bu iklimin ürünleriydi. Elbette sanatın her alanında olduğu gibi müzikte de güzel atılımlar ve yenilikler görüldü. İşte tam da bu zamanlarda bir büyük orkestralar çağı yaşadı Türkiye. Bu orkestralar gayet güzel ve dünya çapında müzikler yapıyor, cemiyet hayatını çaldıkları ve var ettikleri klüplerle, mekânlarla geliştirip büyütüyorlardı. Erkin Koray bu grupların, bu mekânların içinden sıyrılıp, sanatı ile birlikte şahsına münhasır bir dil, bir kimlik kazandı. Böyle sıkı müzisyenlerin ve dinleyicilerin olduğu bir ortamda o hepimizin aşina olduğu, kendine has şarkılarını çaldı ve söyledi. 

Erkin Koray şahane kesinlikle bir gözlemciydi. Avrupa’da, meşhur Beatles grubunun da serilip serpildiği mekânlarda çalmış, kendine sadece Türkiye’de değil, dünyanın dört bir yanında samimi bir dinleyici kitlesi edinmişti. 

Onun adı anılınca akla hemen kişilik gelir. Öyle kesin ve net bir şekilde kendisidir ki “baba” lakabını sonuna kadar hak eder. Birilerinin hoşuna gitsin ya da gitmesin, kendisinin gerçekten inanmadığı, duygusal ve düşünsel bir bağ kuramadığı hiçbir sohbetin ve işin içinde olamazdı. O kadar kendiydi ve o kadar özgündü ki çevresindekileri de ister istemez etkiliyordu. Çağdaşlarının çoğu elbette ayrı kişiliklerde ve özgünlüklerde isimlerdi ama şu da bir gerçek ki Erkin Koray, özgünlüğün yanında aynı zamanda gerçek bir öncüydü. Peki ne yaptı da öncü oldu? İlk defa beatnikler gibi saçlarını omuzlarına kadar uzatan bir müzisyen olduğu için mi öncüydü? Avrupa’da gördüğü yenilikleri ülkeye getirip halkla ilk defa buluşturduğu için mi? Hepsi için ayrı ayrı başlıklar açılabilir ama onun yaptığı en büyük öncülük, rock müziği halklaştırması oldu. Evet, Erkin Koray, Orhan Veli’nin şiirde yaptığını yaptı. Rock müziğe kasket giydirdi. Onu sokak aralarına, gecekondulara, fabrikalara soktu. O fabrikalara girdi, o meydanlara çıktı, o işçilerle tek tek konuştu. Birlikte şarkılar söyledi. 

1970’lerde hız kazanan gerici ilerleyiş cunta ile birlikte kültür sanatın da üzerinden tankla geçti. 1960’lı yılların özgürlükçü havası yerini artık daha da baskıcı, daha da yoz bir gidişata bırakmıştı. Gencecik çocuklar idamlara çekiliyor, grevler yasaklanıyor, meydanlarda insanların üzerine ateş açılıyordu. O günleri şöyle anlatıyor Erkin Koray: 

“İçinde bulunduğum toplumu sevmiş ve onun için tabiri caizse hayatını ortaya koymuş bir adam olarak bu ülkede her zaman ezildiğini düşündüğüm bir kitlenin yılın bir günü ‘bayram’ yapma hakkının olduğu düşüncesi içime bir huzur hissi verdi. Ta ki 1 Mayıs 1977’de Taksim’de 37 vatandaşımızın ‘kimler tarafından olduğu hâlâ kesinlik kazanmamış olan’ öldürülüşüne kadar. O günden beri 1 Mayıs denilince tüylerim ürperir.” 

Erkin Koray her şeyin farkındaydı. Hem yurtiçinde hem de yurtdışında olanları yakından takip ediyordu. Halkın Özal’lı yıllarda arabeske ve yoz kültüre itildiğini görüp kendince çareler aradı. Artık ne 1960’ların o seçkin ve yetişmiş dinleyicileri vardı ne de eskisi gibi itibar edilen klüpler. Bazı bazı çıktıkları alternatif mekânlar bile artık iyice ayakaltı yerler olmaya başlamıştı. Öte yandan arabesk, mevcut iktidar tarafından kesin bir şekilde destekleniyordu. Zira Özal, Boğaz’ı geçerken, Semra’ya müziğin sesini açtırtmıştı. Hükümet ne yaparsa güzel yapardı. Elbette kitleler de bu propagandanın peşinden gitti. Erkin Koray, arabeske doğrudan sırtını dönmek yerine onu yorumladı. Kendi rock müziği ile harmanlayıp, özgün altyapılarıyla halka ulaşmaya çalıştı. Bunu başardı elbette. 

1990’lara varıldığında yeniden bir rüzgâr yakalandı. Yine geri durmadı Erkin Koray. Çok iyi müzikler yapan genç müzisyenlerle deneyimlerini paylaştı. Bu yeni özgürlükçü ortamda ülkenin nereden gelip nereden gittiğinin de canlı bir belge olarak tanıklığını yaptı. Ne yazık ki bu yeni özgürlükçü havaya karşı günün iktidarları tedbirler aldılar ve tıpkı 1970’de ve 1980’de olduğu gibi yoz pop kültürü beslediler. Söz konusu erozyon o kadar büyüktü ki insanların gittikçe kabalaşmalarını, adabı muaşeretten uzaklaşmalarını acı bir tebessümle seyretmek zorunda kaldı. Kim bilir, belki de yaşasaydı ve konser vermek isteseydi bugün onun da konseri yasaklanırdı. Katılacağı festivaller iptal edilir, müziği susturulurdu. 

Gerçek bir yurt âşığıydı Erkin Koray. Bize müziğinden önce halkına olan sevgisini, bu uğurda çırpınışını ve mutlaka kişilikli bir sanatçı olunması gerektiği hakikatini bıraktı. Erkin Koray çapında sanatçılar, ölme haklarını yitirmiş kişilerdir. Müzik var oldukça, insan var oldukça onların isimleri muhakkak bir şekilde gök kubbede yankılanacak. Peki bu yasaklar, sanatçının kıymetini bilmemeler, bir ömür telif vermemeler, toplumu yozlaştırıp birbirinden uzaklaştırmalar, birbirine düşman etmeler ne olacak? Yok mu çaresi dostlar? diye sormuştu bize Erkin Koray. Sahi, yok mu?