İnsan şöyle yollara düşüp de kasabalardan, I köylerden geçmiyor mu, geçtiği yerlerde Birgün ok

İnsan şöyle yollara düşüp de kasabalardan, I köylerden geçmiyor mu, geçtiği yerlerde Birgün okurlarıyla karşılaşmıyor mu, bir başka keyfe dönüşüyor işte o zaman yolculuk. Anadolu'nun her hangi bir yerinde, küçük bir kasabada bazen, hararetli bir "gazete" tartışması başladığında, "Biz" diye düşünüyor insan, "Galiba bayağı önemli bir iş yapıyoruz".

Hani, ne kadar bilsek de yaptığımız işin önemini, böyle başkalarından duymak, gazeteyi böylesine sahiplenmiş okurlar, ortaklar tarafından "sarsılmak" başka oluyor. Cahit'in, şu belalı yaz aylarını atlatabilelim diye, her gün 5 ayrı bayiden 5 gazete aldığını görmek daha bir sorumluluk yüklüyor insana.

Tokatlı öğretmen okur, "memleketin medya alanında da nasıl kuşatıldığını" anlatmaya başlıyor bizi görür görmez. TGRTrim Mur-doch'a satılışını önemsiyor. "Başkaları da gelecek" diyor, "Her şeyi yabancılara satıyoruz, medyayı da satacağız. Doğu Avrupa ülkelerinde medya neredeyse tümüyle yabancı sermayenin eline geçti. Bizde de yavaş yavaş bu oluyor".

Hocam tam bir "medya uzmanı" olmuş; "Bu Murdoch" diyor, "TGRT\/\ 97 milyon dolara aldı ya, orada durmaz. Başkalarını da alacaktır. Adam ABD'de CNN'e bile tahammül edemedi, onun karşısına Bush'un borazanı FOX TVy\ dikti. Bölgemiz çok önemli gelişmelere gebe. Sanki bizim yerli medya patronlarının çabaları yetmiyormuş gibi, Bush şimdi kendi medya patronlarını gönderiyor buraya".

Dedim ya, hocam tam bir medya uzmanı. Murdoch'un 70 yaşında kendisinden 38 yaş küçük biriyle üçüncü evliliğini yaptığını, şirketi News Corporation'^ ait tarn 175 gazetesi, bunlar yanında dergileri, televizyonları, kitap yayın kuruluşları, film endüstrisinde elleri olduğunu soluksuz sayıyor. Sonra da, koskoca bir yük yüklüyor omuzlarımıza: "Siz dememiş miydiniz, 'bunlardan gelen bilgilere nasıl güvenilir' diye. Birgün'ü yaşatmak zorundasınız!" "Tamam da Hocam, hep birlikte yaşatacağız, değil mi?"

Hocam gibi, ödev verircesine yüklenen okurlarımız oluyor, ödevimizi alıyor, devam ediyoruz yola.

Bir de, siz kamyonetin direksiyonunda yola kilitlenmişken cep telefonundan arayanlar var. Ta Kıbrıs'tan. İlksoy. Hem dost hem de sıkı bir okur, eee uzaktan da arıyor, "Kardeşim kamyon kullanıyorum" diye kestirip atamıyorum da. "Be gardaş" diyor, "Baskın Hoca niye yazmaz ne zamandır. Kadir Cangızbay'ı da gö-remezik. Biz onlar için de alırdık bu gazeteyi be gardaş. Anlat hele, nolur sizin orda?" "Yazarlar be İlksoy, yine yazarlar. Tatildedirler belki. Belki bir aksaklık olmuştur."

Hay bu cep telefonunu icat edenin! Tatildeyiz be arkadaş. Tatildeyiz de, bir kere söylemiş bulunduk "köşeyi kapatmayacağız" diye. Ara sıra internete girip bu yazıları göndermek gerekiyor. Bu kez de, okur mesajları. Antalya'dan Merthan Özcan rahatsızlığını iletmiş: "Geçen kitap ekinin de verildiği Birgün'deki yazınızda Belek'teki orman katliamlarından bahsediyordunuz. Bu yazınıza çok sevinmiştim, hemen akabinde ise Birgün /C/fop'taki yarım sayfa golf reklamını görünce adeta sırtımdan vurulmuşa döndüm!" diyor, ormanları katleden golfçüle-rin reklamını almamıza karşı. Duvar Gazetesi olsa, Merthan düşüncelerini oraya yazacak!

Kadir Cangızbay Hocam da büroya mesaj bırakmış. "Reha'yla ilgili dertleşecektim" demiş. Lisede sosyoloji hocasıymış Reha'nın. "Reha sosyolojiyi benim yüzümden seçmişti," diyor. Dertleşelim diye geri aradım ama, ulaşamadım Kadir Hocam'a.

Reha'nın Birgün'deki son röportajına "Paran yoksa bağımlısın" başlığı konmuştu. Peki, paran olunca, paranın sahibine bağımlı olmuyor musun? Bu yüzden binlerce ortaklı, pat-ronsuz bir gazete olmayı hedefledi Birgün. Her bir ortağın gazeteyi sahiplendiği ve her şeyden haberdar olduğu bir mülkiyet yapısı, çalışanların yönetimde söz sahibi olduğu, hatta yayın yönetmenini bile seçtiği bir demokratik işleyiş, okurların kendilerini ifade edebildikleri bir demokratik forum olmayı hedefledi. Zor hedefler tabii, ama yolda belde karşılaşılan sıkı okurlar da "Neden olmasın?" dedirtiyor insana.