Nedir? Bu ilan, İnsan Kaynakları birimine aslında sizin İngilizce konusunda ne denli yetkin olduğunuzu belirtecektir. Artık bu noktadan sonra ‘insan ne zamandır kaynak oldu’ diye...

Ve kişisel gelişim kitapları...

Nedir? Bu ilan, İnsan Kaynakları birimine aslında sizin İngilizce konusunda ne denli yetkin olduğunuzu belirtecektir. Artık bu noktadan sonra ‘insan ne zamandır kaynak oldu’ diye düşünmeyeceksiniz. Hemen CV’nizi hazırlayacaksınız

ki çetrefil bir iştir bu; makaleler okumanız, internetten örnekler bulmanız gerekecek. Başkalarının hayatlarından kendinize bir hayat edinmeye çabalayacaksınız...

Ne demiş Namık Kemal: “Yüksel ki yerin bu yer değildir / Dünyaya gelmek hüner değildir.” Fakat memleketimizde ancak adına uydurulmuş fıkralarla ve köprüsüyle bilinen üstadın bu dizelerinin başına bir takım eşhas, “Ey Türk”ü de ekleyiverir. Sanki bir tek Türk yükselmeli... Fakat Tevfik Fikret de bu yükselme bahsinin altını eşelemiştir. Hazret, Sis şiirinde şöyle der:

“Hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffu; / Yalnız bu… Ve yalnız bunun ümmîd-i tereffu.”

Ne demek yani? Hep ikiyüzlülüğün, hasedin, çıkarcılığın kiri; yalnız bu ve yalnız bunlarla yükselme ümidi…

Bu iş de böyle yapılır ama... Yükselmek birçok zaman ne yazık ki başkalarının sırtına basarak mümkündür. O insanlar değil midir Fikret’ten daha yükseğe çıkmak istediklerinde hep oğlu Haluk’u öne sürüp, adamcağıza dünyayı dar edenler.

Fikret biricik oğlunu, İskoçya’ya mühendislik okuyup ülkesine yararlı olması için 1909 yılının kimbilir hangi akşamı, Sirkeci’den trene bindirir. Halûk 1913’te Amerika’dadır artık. Eğitimine Michigan Üniversitesi’nde devam edecektir. O yıllarda yazdığı bir mektupta, “babam artık memlekete geri dönmeyeceğimi tahmin ediyordu” der. Nitekim aradan geçen 30 sene içinde, 1943 yılında bir daha maddiyata dönmemek üzere kendini Hıristiyanlığa adar. Aynı yıl Presbiteryan Kilisesi’ne rahip yardımcısı olarak atanır. 1956’da Orlando Kilisesi’nde rahiptir ki bu sıfat o tarihe kadar doğuştan Hıristiyan olmayan sadece beş kişiye verilmiştir. Oysa ki Tevfik Fikret en büyük deistlerimizdendir.

Büyük ozanın bu durumunu, ona karşı olan cenahın tümü de kullanmıştır. Hatta Cemil Meriç konuyu öyle ileri götürmüştür ki Halûk için “özel değil, cins ismidir o, küçük harflerle yazılması gerekir,” diyerek yabancılaşmış, züppe, entel Türk aydın sınıfını Halûk’un şahsında somutlaştırır. Sonraları Mehmet Akif, Fikret’e “zangoç” diyerek, Halûk’un karşısına manevi oğlu Asım’ı bile koyar.

Açıldık yine; demek karışık bir iş bu yükselme işi. Diyelim evdesiniz. Yepyeni, taptaze bir yılın ilk pazarı; sevgilinizle ya da ailenizle kahvaltı sofrasındasınız. Üçüncü bardak çay da bitince ne yapılır? Gazeteler açılacak. Fakat pazar gününün gazeteleri de beter ki sormayın gitsin. Çoğu kat kat, dağ gibi yığılsa da içinde okunacak üç tane şey yok. Ekler, aman dedirtiyor insana. Bir de İK eki var ki, candır: ‘İnsan Kaynakları’. Hemen bir sayfasını açarsınız. Kocaman bir ilan; büyük bir firma eleman arıyor besbelli. “Experience… They must… Agreement… Two years… Five years management… Graduated…” Türkçe kelime ararsınız ilanda, bulamazsınız. 

Sanki bir pazar sabahı Londra’da, geleneksel kahvaltınızdan sonra bir İngiliz gazetesi açtınız; az sonra da dışarı çıkıp King’s Cross St. Pancras istasyonundan metroya binip Camden Town’a nargile içmeye gideceksiniz.  Bu arada, Londra metrosu inanılmazdır cümlesini eklemek şart. http://subway.umka.org/maps/london.gif adresinden bir bakın, ardından dünya başkentine buyurun: http://www.istanbul-ulasim.com.tr/harita/RayliSistemler.jpg.

Nedir? Bu ilan, İnsan Kaynakları birimine aslında sizin İngilizce konusunda ne denli yetkin olduğunuzu belirtecektir. Artık bu noktadan sonra ‘insan’ ne zamandır kaynak oldu diye düşünmeyeceksiniz. Hemen CV’nizi hazırlayacaksınız ki çetrefil bir iştir bu; makaleler okumanız, internetten örnekler bulmanız gerekecek. Başkalarının hayatlarından kendinize bir hayat edinmeye çabalayacaksınız. CV’de amaç, bilmediğiniz ya da az bildiğiniz şeyleri bile biliyormuş gibi göstermektir. Burada bilgi, kişiyi yenileme amacından saparak, kişiye ‘kazandırma’ amacına yönelir.

Derken sizi görüşmeye çağıracaklar. Bu tarihi buluşmada çok minyon, çok tayyör, pek fantezi bir bayan, en son ne ‘başardığınızı’ soracak size. Onlara göre makarna da, şarap da başarılıdır ya, neyse... İngilizce metinlerden çeviri yapıp yapamayacağınızı soracak. Joyce mu çevirteceksiniz efendim, diyeceksiniz. Ne demiş Temel: “İngiltere’de el kadar bebeler konuşuyor bu meredi.”

En son okuduğunuz kitabı soracak. Elindeki verilere göre sizi analiz edecek. İş görüşmesine giderken giyilecek takım elbisenin rengi bile çok önemlidir, aman dikkat! “Takım Çalışmalarını Başarıya Götüren Faktörler”den biri olabilirsiniz; Etkili, Başarılı Müşteri İlişkilerinin Altın Adımı’nı atacaksınız… Powerpoint’te hazırlanmış slaytların kâğıda dökülmüş halleri üzerinden oklar, derken akış diyagramları, ardından allahın belası klip-art adamcıkları... Yandınız!

En güzeli de şudur bakın, İK dokümanlarda birtakım mutlu personel yüzleri gösterilir. Bu adamların içinde muhakkak zenci vardır. Elhak sarışın bir bayanın da fotoğrafta olması gerekir. Zencinin elindeki laptop oldukça yeni; çünkü iş dünyasının önemli bir elemanıdır o. Ama pazartesi günü, kalori hesabına göre; ‘kurum’a da fazla masraf olmaması açısından yemekte kuru, pilav, cacık vardır. Tayyör teyze, bilmem neyle marine edilmiş susamlı tavuklu salatasını yemek için Cadde’ye gidecek, faturayı da şirkete kakalayacaktır ama olacak o kadar; nazar etmeyin. Siz de yükselin, biriminizde yönetici olun, kendi ‘team’inizi kurun, haftasonu onlarla paint ball’a gidin. Hayat bir strateji değil mi ey Türk genci! Çizginizi belirleyin, her duruma her şeye karşı planınız olsun. Hatta B planınız da olsun ki yükselin, daha çok yükselin.

Kitaplara başvurabilirsiniz bu zorlu kariyer yolunda. Hem sizi kim tutar yahu! Çocuk da yaparsınız siz, kariyer de, Sarıyer de. Bir kitap önerebilirim mesela: David J. Lieberman, ‘Herkese Her İstediğinizi Yaptırın’. Evet sevgili okur, bu bir gerçektir, arayın bulacaksınız. Şimdi bu tip bir kitap neler vaat eder bir düşünün. Bir banka veznedarıyla ortaklaşa çalışarak bankayı soymak; hoşlandığınız evli hanımı ayartmak; bakkaldan, canınızın her istediği zaman veresiye alışveriş... Bir dolu şey mümkün. Başkalarının ayaklarının altında ezilen hayatınızı kurtarabilmeniz için umut ışığı... İnsanları yönetme planları. Günümüzün kurt kanunu. Kısacası İnsan Kaynakları’ndan sonra hayatımıza giren ikinci mükemmel kavram: ‘Kişisel Gelişim’ ve onun bayağı kitapları.

Misal: Sabahları servise bindiğinizde gülümseyiniz. Nasıl olsa önemli olan içten gülücükler değil. İçtenlik az gelişmiş insanlar içindir. Gördüklerinize her zaman nasıl olduklarını sorunuz. Bu çok önemlidir. İnsanlara güven vermek gerekir. Güven verin ki sonra onların ayaklarını kaydırmanız gerektiğinde sizden şüphelenmesinler. Hem sonra sizden şüphelenseler bile ne fark eder değil mi? Herkese her istediğinizi yaptırmak gibi bir yetiye sahip postmodern bir kahramansınız siz.

Kahramanlara inanın; çünkü kahraman paradır. “World is job” diyor ağır abiler. Hiçbir terörist Dünya Bankası’nda oturup beş bin dolarlık takım elbise giymez! Siz hiç zenginlere bir şey olduğunu gördünüz mü? Deprem olur, sel olur, evler yıkılır, hastaneler dolar taşar... Bir şey olmaz ama. ‘Zeitgeist Addendum’ diye bir belgesel var. İzlediniz mi hiç sevgili okur? Yemekteyiz’i gösteren kanallarda duyamazsınız bunu. İnternette var. Ne duruyorsunuz? İnsanları sevin ama onlara açılmanıza gerek yoktur. Kimseye hiçbir sırrınızı vermeyin. Renginizi bilmesin kimse.

Hep bir Amerika’nız olmalı. Erkek dergilerinden, kadın dergilerinden sevişme taktikleri öğrenmelisiniz: Onu nasıl baştan çıkarabilirim? Beş derste orgazm! Ayrıca modern bir yönetici, gündemi takip eder. Gazete okuyun. Okuduklarınızdan hiçbir şey anlamadığınızı, bunların çoğunun bir yalan olduğunu kimseye söylemeyin. Siz yönetici adayısınız, işinize bakın.

Günü gelir tüm eğlenilecek kızlarla eğlendikten sonra evlenir, sabahları erkenden kalkarak evinizdeki fiskos sehpasının örtüsünü düzeltip karınızın kürtaj parasını nasıl toparlayacağınızı düşünürsünüz. Çiğ ışıklar, yarım aydınlanmalar, Yarım Porsiyon Aydınlıklar...

Yarım aydınlık dedim de. Rahmetli Cem Karaca’nın Özal’ın elini öpme olayı vardı. Belki hatırlayan birileri vardır. O günlerde üstat konserden çıkıyor. Kapıda bir sözde radikal. “Sizi bir daha oğluma dinletmeyeceğim” diyor. Üstat parlak pos bıyıklarının ardından hınzırca bakıp “Boş ver canım” diyor gülümseyerek; “baban da öyle diyordu.”

Güçlü olun. En çok da bunu öğütleyeceklerdir size. Gücün, güçlüyken de güçsüzken de kötü bir şey olduğunu kimse söylemeyecek. Eşya ve para üzerine kurduğunuz hayattan eşya ve para çekildiğinde hiçbir şey kalmayacağını bilemeyecek kadar cahil kalacaksınız.

Pazar sabahı, bunları düşünürken bir bardak çay daha geçti aradan. Dışarı çıkmalı, sahile doğru. Sabancı Müzesi’nde Dali sergisi var. Öğrenci, öğretmen giriş 3 milyon. Oradan çıkışta (ki ikindiyi bulur çıkmanız) Emirgan’ı geçin, hemen sonra Boyacıköy durağından sağa dönün, bir sokak. O sokakta sağdan ikinci ya da üçüncü dükkân. Çınaraltı Meyhanesi. Girip orada bir bira için. Duvarda yazılar, tahta dolaplarda içki şişeleri vardır bu 110 yaşındaki mekânda. Çıkın oradan, akşamdır.

Ya da boşverin hepsini. Koşun gidin en yakın sahafa. İyi kitaplar bulun. İyi kitaplarda kadınlar daha güzel, erkekler daha umutludur. Televizyonu açmayın hiç. Bir yerlerde bir yönetici adayı gördüğünüzde yardımcı olun onlara: Necati Cumalı’nın ‘Güzel Aydınlık’ını, Sait Faik’in ‘Kaliniktha’sını önerin. İyi gelecektir...