Türkiye’de son zamanlarda yükselişe geçen seküler milliyetçilik tandansının temellerinden birini de etnisite üstünlüğü odağından ziyade ülkenin demografik ve sosyolojik yapısının bozulması kaygısı oluşturmaktadır.

Yükselen seküler milliyetçilikte Türkiye'den bir fraksiyon: Neo Anadoluculuk

Tunay Şendal - Dr. Siyaset Bilimci

Türkiye’de son zamanlarda gündem olan seküler milliyetçilik anlayışı, pozitivist bir felsefi temelle Batı’ya atıfta bulunarak söylem ve uygulamalarına meşruluk kazandırma eğilimindedir. Türkiye’deki seküler milliyetçilik anlayışının temeli, genel olarak Türkiye sekülerleşme tarihi, spesifik olarak ise cumhuriyet döneminin ilk yıllarına kadar dayanırken ırkçılığı bir devlet politikası haline getirmese de merkezini, ulus devlet anlayışı optimize etmektedir.

Türkiye’de son zamanlarda bir yükseliş ivmesi içerisinde olan seküler milliyetçilik, Türk-İslam sentezi ile dinin soyutlanması açısından ayrıldığı gibi takip ettiği siyasi çizgiler rotasında kendi içerisinde de çeşitli fraksiyonlarla çatallaşmaktadır. Bu çatallaşmanın doğurduğu fraksiyonlardan biri de milliyetçilik nişanesini sadece etnisite üzerinden değil ayrıca ülke/vatan/toprak üzerinden inşa eden ve bu manada daha teritoryal (bölgesel) milliyetçilik mayasına sahip olan bir anlayıştır.

Kendisine ördüğü genel çerçevede ülkücülükten ayrı “ülkecilik” ile ön plana çıkarak daha özgün bir konuma sahip olan bu seküler milliyetçilik türü, Türk milliyetçiliğinin üst perspektiflerinden olan Turanist/Pantürkist bir eğilim taşımadığı gibi Gökbörücü bir Orta Asyacı köken milliyetçiliği gütmemektedir. Örneğin; Uygur Türklerinin Çin karşısında uğradığı zulme karşı gösterilen tepki daha minimal düzeydedir.

Bu seküler milliyetçilik türünde daha ziyade kendi ülkesinin milli menfaatlerini kendi ülke vatandaşlarıyla birlikte savunma tutumu benimsenmektedir. Dolayısıyla bu milliyetçilik anlayışının temelini, Türk kimliği ile birlikte Türk toplumunun varlığını sürdürdüğü, geleceğinin teminatı ve üzerinde yaşadığı vatanı olan Türkiye oluşturmaktadır.

Milleti oluşturan kolektif yapılardan biri; toplum üyelerinin kendilerini özdeşleştirecekleri, aidiyet hissedecekleri belli bir mekân ve sınırları belirgin bir toprak parçasını vatan olarak kabul etmektir. Ayrıca milletle özdeş görülen bu toprağın; tarihi bir önemi ve halk tarafından “yurt” olarak görülen kültürel bir hikâyesi mevcuttur. Bu manada teritoryal (bölgesel) milliyetçilik türüne benzer bir yapıya sahip olan bu milliyetçilik anlayışı; yükselen seküler milliyetçilik içerisindeki fraksiyonlardan biri olarak esasında Türkiye’de tezahür eden sığınmacı sorunu ve ‘’Hudut, namustur.’’ tartışmalarıyla birlikte güçlenmiştir.

Mekân üzerinde siyasi ve sosyal gücün uygulamasına ve mekânların birbirinden ayrıştırılmasıyla ilgili örgütsel tutumdan dolayı teritoryalitede, siyasi ve beşerî coğrafya aynı önemi arz etmektedir. Küreselleşmenin mevcut baskınlığı devam ediyor olsa da Tuomas Forsberg, teritoryal mekân tasavvurunun varlığını koruduğunu belirtmiştir.

Türkiye’de özellikle gençler arasında yaygın olarak görülen bu teritoryal milliyetçilik anlayışının kökeni, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine kadar dayanmaktadır. Anadoluculuk, Türkiyecilik ya da Memleketçilik şeklinde farklı adlandırmalarla karşımıza çıkan mezkûr milliyetçilik eğilimi, Osmanlıcılık, İslamcılık, Turancılık ideolojilerine tepki olarak mütareke döneminde tezahür etmiştir. Hareketin ilk izleri, Birinci Dünya Savaşı esnasında Nüzhet Sabit tarafından çıkarılan ‘’Vazife’’ dergisinde filizlenirken Türk Ocağı’nda 1917 yılında cereyan eden ‘’Turancılık-Büyük Türkçülük” düşüncesine karşı olarak 1919 yılında Mülkiye’de, Türk kültürünün gerçek kaynağı olarak Anadolu’yu gören “Türkiyecilik-Küçük Türkçülük” düşüncesiyle hayat bulmuştur.

Henri Lichttenberger’ın ‘’Richard Wagner, Poete et Penseur’’ adlı eserinden esinlenen Hilmi Ziya Ülken’in Anadolu Dergisi’ni çıkarması ve Mükrimin Halil’in de bu akıma katılmasıyla hareket ivme yakalamıştır. Hilmi Ziya Ülken’in öncülüğündeki hareket, rotasını İslam tarihinden Anadolu tarihine kıran Mükrimin Halil’in akıma siyasi bir kimlik oluşturma çabasıyla kültürel bir yaklaşımdan siyasi bir zemine oturmuştur. Ancak hareket, milliyet tanımlamasındaki fikir ayrımı nedeniyle iki farklı görüşe ayrılmıştır. Bu görüşlerden birisi Anadolu’yu, tezahür edecek kültürün kaynağı olarak gören ‘’Kültürcü Anadoluculuk’’ olurken ikinci görüş ise akıma siyasi bir şekil çizmek isteyen ‘’İdeolojik Anadoluculuk’’ olmuştur.

Anadoluculuk hareketinin ‘’ikinci dönem’’ olarak yeniden gündeme gelmesi ise Remzi Oğuz Arık ile olmuştur. Arık, milliyetçilik ideolojisinin merkezinde ‘’vatan’’ kavramının olması gerektiğini vurgularken Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarının Birinci Dünya Savaşı’nda yıkıldığını Anadoluculuk hareketinin ise İstiklal Savaşı’nın özünü oluşturduğunu belirtmiştir. Arık’a göre; Osmanlıcılık, İslamcılık ya da Turancılık gerçek bir siyasi zemine oturmazken Anadoluculuk ise somut vatan ve millet savunusunu dile getirmiştir.

Anadoluculuk hareketinde yönü milliyetçilik olması gereken Türkiye’nin dayandığı realitenin de Türkiye toprakları/sınırları olması gerekmektedir. Temelini anavatan kavramının oluşturduğu bu memleketçi milliyetçilik türünün retoriğinde; ‘’82 Musul, 83 Kerkük, 84 Halep, 85 İdlib, 86 Lazkiye’’ şeklinde başka ülkelerin toprağında hak iddia etmek gibi irredantist söylemler yer almamaktadır.

Türkiye’de son zamanlarda yükselişe geçen seküler milliyetçilik tandansının temellerinden birini de etnisite üstünlüğü odağından ziyade ülkenin demografik ve sosyolojik yapısının bozulması kaygısı oluşturmaktadır. Irkçı olmadığını belirtirken vatanındaki sığınmacı sorunundan rahatsız olan geniş bir kesimin de aynı paralelde buluştuğu bu düzlem, esasında Türkiye’de yükselen seküler milliyetçilik tandansının yeni bir fraksiyonu olarak hatta ihtimal dahilinde bir ‘’Neo-Anadoluculuk’’ çizgisinin ‘’üçüncü dönemi’’ hüviyetiyle gelişmesine zemin oluşturmaktadır.

2023 seçimlerinde Cumhur ya da Millet İttifaklarından taraf olmayarak iki kutupta politize olmuş Türkiye’deki seçmen profilinin dışında kalan partisiz-seküler milliyetçiler, bir ‘’Üçüncü Yol’’ arayışı içerisinde olduklarını belirterek 2028 seçimleri için de önemli bir uyarı sinyali vermiştir.

Türkiye’de milliyetçilik damarının tarih boyunca çatallandığı ve bahsedilen “yeni çizginin’’, tüm seküler milliyetçiliğin genelini kapsayamayacağı gerçeğiyle ‘’Neo-Anadoluculuk’’ hareketinin, ilerleyen zamanlarda Türkiye siyasi atmosferindeki milliyetçilik tartışmaları içerisinde önemli bir yer tutacağı ve yeni bir dip dalga yaratabileceği kuvvetle muhtemel görülmektedir.