Adaleti, bağışlamayı, barışı, cömertliği ve dinlemeyi içeren, tam anlamıyla bir kavram denemeyecek ve Catherine Malabou’nun deyişiyle “güçlü bir mefhum” olan yumuşaklık, bazen bir kuvvete bazen de aşırı sakinliğe, laubaliliğe ve pasifliğe dönüşerek kendisinin düşmanı hâline geliyor.

Yumuşaklık: ‘Güçlü bir mefhum’
Anne Dufourmantelle

Ali BULUNMAZ

Şiddetin bir kültür hâline geldiği ve olağanlaştırıldığı günümüzde, bazı kavramları hatırlayıp onlara yaşamımızda yer vermenin zamanı sanki. Aklıselimi yitirme noktasındayken dünyayla ve insanlarla kurduğumuz ilişkiyi gözden geçirmemiz gerek. 

Zamanımızın filozofları bu bağlamda çeşitli kapılar açıyor hepimize; işiten kulaklara sesleniyor, gören gözlere hitap ediyor ve körelmeye yüz tutmuş vicdanları harekete geçirmeye uğraşıyor. Başka bir deyişle duyarlılık geliştirmeye ve dünyanın daha iyi bir yer olabileceğini anlatmaya uğraşıyor.  

Ömrü boyunca insanın iyi şeyler yapabilme imkânını genişletebileceğini savunan Anne Dufourmantelle, geçmiş-bugün bağlantısı kurup zamanımızı yorumlamıştı. Felsefe ve psikanalizi bir araya getirirken “tedbir ilkesinin norma dönüştüğü dünyada” yaşamın gelgitlerinden ve zeminin ayağımızın altından aniden kayabileceğinden bahsetmişti uzun uzun. Kişinin eyleme geçme kararlılığı göstermesi gerektiğini ve bunun yaşamın ayrılmaz bir parçası olduğunu anlatmıştı. 

Dufourmantelle’in özgün bir tarzı vardı; mesela felsefe ve psikoloji tarihinin unutulmuş ya da unutulmak üzere olan kavramlarını gündeme getirip yaşananları yorumlamaya çalışırken işin içine edebiyatı, tarihi, coğrafyayı ve sanatı dâhil etmiş ve insanı konfor alanının dışına çıkmaya çağırmıştı. 

Söz konusu çabanın ve kavram kazısının örneklerinden biri de yazarın düşünce tarihine armağan ettiği Yumuşaklığın Gücü’ydü. Adaleti, bağışlamayı, barışı, cömertliği ve dinlemeyi içeren, tam anlamıyla bir kavram denemeyecek ve Catherine Malabou’nun deyişiyle “güçlü bir mefhum” olan yumuşaklık, bazen bir kuvvete bazen de aşırı sakinliğe, laubaliliğe ve pasifliğe dönüşerek kendisinin düşmanı hâline geliyor. Yazarın bu noktadaki notu önemli: “Yumuşaklık, sosyoekonomik denetim araçları tarafından ikiye bölünür. Maddi bakımdan budalalıkla kirletirilirken manevi bakımdan New Age iksirine ve diğer benzer yöntemlere indirgenir. Bu yöntemler bizi bir şeyin çalışabilmesi için onları uygulamamızın yeterli olacağına ikna etme yarışındadır. Kişisel gelişim ve mutluluk arayışı kuramları her türlü olumsuzluğu, bunalımı ve korkuyu temel insan hâlleri olarak görmeyi reddeden bu büyük ‘sağlık ve mutluluk pazarı’na katılır ve hem şimdiyi hem de geleceği felce uğratır. Bu bölünme, özü bakımından ürkütücüdür, zira yumuşaklığın duyulur ile düşünülür arasında kurduğu bağlantıya saldırır.” 

YUMUŞAKLIĞIN GÜCÜ, Anne Dufourmantelle, Çeviren: Sinan Oruç-Samet Yalçın, Kolektif Kitap, 2023

Çift yönlü bir direniş 

Dufourmantelle, yumuşaklığın diyalektiğinden; kendi içindeki salınımından ve kendi karşıtını oluşturmasından söz ederken onun “bir muamma olduğunu” vurguluyor. Yazar, yumuşaklığın otoriteye üzerine basacağı bir zemin sunmadığı için şiddeti artırabildiğini söylüyor. Bunun bir başka yönü ise onun adaletsizliğe karşı bir güç olarak kullanılması. Dolayısıyla günümüzde “sulandırılmış aşırı duygusallık” olarak satışa çıkarılan yumuşaklığın bambaşka bir anlama geldiğini hatırlatıyor yazar: Daima saldırıya uğrayan, hakir görülen direniş ve zarafet. Bu noktada yumuşaklığın çift yönlülüğü çıkıyor ortaya: Güç ve zaafiyet, kırılganlık ve sağlamlık, acı ve mutluluk… Bu durum, söz konusu mefhumun çelişkisi değil farklılıkların uyumu. Oradan doğan güç, yumuşaklıkla zalimliğin ve adaletsizliğin hesabının tutulmasını sağlıyor, bir direncin özü hâline geliyor: “Fikirlerin ve inançların teknolojik tacizle inkâr edildiği ve değiştirildiği döneme girdik. Fakat ben yumuşaklığın direndiğine inanıyorum. Sapkınlığa direniyor. Deliliğin ondan önce ve sonra yaptığı gibi ama delilik gerçek dediğimiz dünyayla bağını kopardı. Yumuşaklıksa hayır, o koparmadı.” 

Dufourmantelle yumuşaklığın, ince düşüncenin ve temasın kapısını açtığını söylüyor; nobranlığın zamanın ruhu hâline geldiği bu dönemde, bir hoşluğa dönüşüyor yumuşaklık. 

Yumuşaklığın zehiri depresyon 

Yazar, geriye dönüp baktığında, filozofların yumuşaklığı uygarlıkla birlikte düşündüğünü görüyor. Eski Yunan’da ölçülülüğe denk gelen bu mefhumu, Aristoteles intikam almayla değil, bağışlayıcılıkla eşleştiriyor. Öte yandan, duyarlılıkla ve hissetmeyle de bağlantısı bulunuyor yumuşaklığın. Günümüzde ise bunlar, mevcut piyasa ortamında bir hâl yoluna sokuluyor elbette: “Piyasa toplumunda duyarlılığın altı oyulur; belli bir yola sokulmayıp yönlendirilmez ve normalleştirilmezse alınıp satılmaya yönelik bir fayda sağlamaz.” Oysa piyasa ekonomisi, yumuşaklığın (aynı zamanda duyarlılığın ve hissiyatın) kuvvetini ya görmezden geliyor ya da ciddiye almıyor. Bu güç, hakikati arama arzusuyla ve adaletsizliğe direnişle ortaya çıkıyor biraz da. Elbette zamanımızda buna saldırı da gecikmiyor: “Yumuşaklığa saldırmak çağımızın kutsalları -verimlilik, hız, kâr edilebilirlik- için sıkça işlediği bir suçtur. Onu arzu edilebilir, takas edilebilir, kurumsallaştırlabilir kılmaya çalışırız ki her şeyi altüst etmesin. Yumuşaklığı yumuşaklıkla öldürürüz. Onu bozulmuş bir ilaca dönüştürürüz ve bu ilaca duyulan ihtiyaç da bize aşılanmıştır zaten.” 

Dufourmantelle, günümüzde depresyonun “insanın içindeki terörü yenebilecek” yumuşaklığa duyulan ihtiyacı yok sayma yolu olduğunu söylüyor. Maddi yaşamı meydana getiren gaddarlığın, duygusal bir çöl yaratması da yumuşaklık yoksunluğunu besleyip büyüten bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. 

Dufourmantelle, yumuşaklığın çocuksuluğundan ve ilk olarak dilde başlayıp ardından hayatın her aşamasında hüküm sürdüğünden ve zaman zaman geri plana itildiğinden bahsediyor. Ayrıca onun, nefreti azaltan ve düşünmeyi tetikleyen bir etkisinin bulunduğunu da not ediyor. 

Dufourmantelle, yumuşaklığın tarihini, felsefi ve psikolojik boyutunu, etimolojisini ve günümüzde nasıl kavrandığını getiriyor karşımıza. Dolayısıyla bir felsefe kitabından daha fazlası olan bu inceleme, yazarın yumuşaklığın kendi içinde büründüğü farklı anlamları, edebî ve politik yönünü, kaygının üstesinden gelmede insanın nasıl önünü açabileceğini, yas tutmayı kolaylaştırmasını ve kişiyi sağaltmadaki önemini anlattığı bir denemeler bütünü diye de nitelelenebilir pekâlâ.