Yüzen hapi̇shaneler: Sömürgecilik anıtı, göçmene gözdağı

Konuk Yazar
Ercüment AKDENİZ

Avrupa ve Amerika’da “medeniyetin” inşası büyük oranda Afrika’dan transfer edilen kölelerin emeği üzerinden sağlandı. İngiliz, İspanyol, Fransız, Portekiz sömürgeciliğinin başı çektiği kolonyalizm dönemi belki de en köklü kementlerini Afrika’da attı. Silah zoruyla ve zincirlenerek gemilere bindirilen milyonlarca insan, köle ticareti yapan şirketlerin himayesinde ve elbette sömürgeci askerlerin zulmü altında Avrupa ve Amerika kıtasına taşındılar. Kölelerin depolandığı istasyonlara sadece kara üzerinde değil denizlerde de ihtiyaç duyuluyordu. Böylece yüzlerce köleyi depolayacak, transfer edecek gemiler inşa edildi.  Deniz hâkimiyeti, toprak ve köle paylaşım savaşları imparatorluklar arasında uzun savaşlara neden oluyordu. 1739-1748 yıllarında cereyan eden “War of Jenkin’s Ear” bu savaşlardan biriydi. İngiliz ve İspanyol gericiliği arasında süren savaş kitlesel tutsaklara neden oldu. İşlevi zayıflayan ya da yok olan ve adına “hulk” denen harabe gemiler “yüzen hapishanelere” dönüştürüldü. Mr Duncan Campell’in himayesinde (1776) hapishane gemileri inşa edilmeye başlandı. Thames Nehri üzerinde tutsaklar gemi yapımı için geceli gündüzlü çalıştırıldı. 18’inci ve 19’uncu yüzyılda en az 40 hapishane gemisi Krallık Donanması’nda görev aldı. 

Hapishane gemiler Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nda da kullanıldı ve binlerce tutsak bu gemilerde öldü. Avustralya’da oluşturulan kolonilerde benzer gemiler kullanıldı. 1756’ya gelindiğinde “Yedi Yıl Savaşları” patlak verdi ve yine hapishane gemileri kullanıldı. 1789 Fransız İhtilali’nde de tutsaklar için gemiler kullanıldı. 1803-1815 Napolyon Savaşlarının gerici silahlarından biri yine yüzen hapishanelerdi. 

Sömürgecilikten miras alınan bu gemiler 1’inci ve 2’nci Dünya Savaşlarının yaşandığı emperyalizm döneminde de karşımıza çıkıyor. Porstmouth Harbour ilk büyük savaşta kitlesel tutuklamalar için kullanıldı. İkinci Dünya Savaşı’nın toplama kampı mühendisliği hiç şüphe yok ki Nazilerin elindeydi. Alman faşizmi denizleri boş bırakmadı. SS Cap Arcona ve SS Deutschland gemileri en bilinen yüzen hapishanelerdi. Bu gemilerde işkence ve toplu ölümler meydana geldi.

Savaş sonrası bu kez cuntalar ve kirli operasyonlarıyla NATO devredeydi. 1973 Şili Darbesi’nde diktatör Pinochet başa geçti ve ilerleyen yıllarda binlerce muhalif yüzen hapishanelere atıldı. Binlerce devrimci ya kayboldu ya da öldürüldü. Yüzen hapishaneler Kuzey İrlanda direnişini kırmak için de devreye sokuldu. İngiltere’nin ardından ABD yüzen hapishaneleri Libya, Somali ve Kenya operasyonlarında kullandı. 

Kısacası yüzen hapishaneler gerçeği; köle ticaretinden emperyalizme, Alman faşizminden Pinochet diktatörlüğüne miras olunan kara bir sömürgecilik anıtı olarak bugüne geldi. Birer utanç müzesine dönüştürülmesi gereken bu gemiler ne yazık ki bugün bir kez daha ve bu kez göçmenleri hedef alarak denize indiriliyor. İngiltere’de “yüzen mavna” adıyla yüzdürülmeye başlanan Bibby Stockholm adlı gemi, tam da inceltilmiş bir neofaşizm anıtı olarak göçmenlere gözdağı veriyor.  

***

İngiltere’de Muhafazakâr Parti seçimler yaklaşırken göçmen düşmanlığına hız verdi. İktidar elden gitsin istemiyorlar. Yüzen hapishanelerin bir nedeni bu. Diğer neden, göçmen akışını caydırmak ve göç yönetiminde maliyetleri azaltmak. AB burjuvazisinin ardından Britanya burjuvazisi de atağa geçmiş görünüyor.

Göç Bakanlığı’nın her derde deva olmadığını, yeri geldiğinde burjuvazinin elinde çok etkin bir baskı aygıtına dönüştüğünü tam da “yüzen gemi” örneğinden test edebiliriz. Nitekim Birleşik Krallık Göç Bakanı Robert Jenrick çıktığı her kürsüde yüzen hapishaneleri hararetle savunuyor: "Mavna gibi tamamen kabul edilebilir konaklama yerlerini geri çevirmeyi seçerseniz, bu insanlara gerekli uyarıyı yaparız ve eğer fikirlerini değiştirmezlerse konaklama desteğini geri çekeriz..."

Jenrick aslında bir taşla birkaç kuş vurma derdinde. Göçmen gemisi üzerinden emekçi sınıfların yoksulluğunu göçmen düşmanlığına yöneltiyor. Mülteci maliyetlerini de en aza indirdiğini propaganda ediyor. Özelde Manş Denizi’nden geçmeyi düşünen tüm göçmenlere, global olarak da tüm dünya mültecilerine gözdağı veriyor. Bu prototip uygulama ciddi bir itirazla karşılaşmazsa; benzer gemileri dünyanın farklı denizlerinde, hatta Ege ve Akdeniz’de görmemiz işten bile değil.  

***

Bu arada İngiltere, “yasadışı göçle mücadele” adı altında Türkiye ile ilginç bir anlaşma imzaladı. İki ülke arasında istihbarat ve veri paylaşımı güçlendirilecek, emniyet birimleri ortak çalışacak. “Hedef göçmen kaçakçıları” deniyor. Ama sterlin pazarlığı üzerinden göçü Türkiye gibi geri ülkelerin üzerine yıkmak da var. Hükümetin daha önce AB ile imzaladığı “Geri Kabul Antlaşması” bu endişeyi fazlasıyla haklı çıkarıyor. 

İngiltere İçişleri Bakanı Suella Braverman, "Kaçakçılık şebekelerini çökertmek ve botları durdurmak için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız. Türkiye ile ortaklığımız, servislerimizin bu uluslararası sorun üzerinde birlikte çalışmasını sağlayacaktır" açıklamasında bulundu. Peki, Braverman’ı nereden tanıyoruz? Yüzen hapishanelerden önce gündeme gelen Ruanda Planı’ndan. 

İngiltere üçayaklı planı kararlılıkla uyguluyor: Manş Denizi’ne yüzen hapishaneler planı, Afrika’ya mülteci deport etmek için Ruanda Planı ve Arnavutluk-Türkiye gibi kendi uzağındaki ülkelerde göç akışını durdurma planı. AKP hükümeti ise kendi göç planını AB’den sonra Britanya planına da entegre etmiş görünüyor. Fakat ne Britanya ne de dünya, göçmen düşmanlarından ibaret değil. Sendikaların, emekçilerin, sol sosyalistlerin ve hak savunucularının itiraz sesleri yükseliyor. Umut, bu sesi büyütmekte.