İki insan arasında öngörülmeyen bir doyumun paylaşılması olasılığı; oyunun kurgulanması değil, bir oyunun kendiliğinden var olmasıdır. Herhangi bir gecede,...

İki insan arasında öngörülmeyen bir doyumun paylaşılması olasılığı; oyunun kurgulanması değil, bir oyunun kendiliğinden var olmasıdır. Herhangi bir gecede, herhangi bir zamanda, bir 'an'da, karşına çıkar. Varlığını duyumsatır ve orada kalır. Artık senin sınırlarındadır. Kişiliğini unutmuşsundur. Unuttuğun için ma-nipüle edilirsin. Giderek kuklaya dönüştüğün hayatında, yitip giden her şey onunla birlikte yeniden belirir. Benliğinin parçalandığını, zamansız bir yüzleşmede anlarsın. Tanımlar, kavramlar, duyular yok olur. Büyük gösterinin ortasında çırılçıplak kalırsın. Aynanın sırrı gibi sana ait sandığın her şey dökülür, sokaklara. Başkalarının hayatında ve tanımlarında 'ne ol-duğun'la uğraşmaktan, 'ne olduğun ve olabileceğin' hakkında en küçük bir fikrin kalmaz.

Gösterinin içinde var olunduğunu ve çıkış olmadığını söyleyen filozofu defalarca okumuş olsan dahi bir gösterinin içine bilinçli ya da bilinçsizce girdiğini anladığın o anda, bakışın boşluğa dönüşür. Yüzleşirsin; çelişkiye düştüğünü utanç duymadan kabul etmeye çalışarak... Dillerimiz fazlaca kahramanlık taşıdığından, 'Kara Kaplı'ya not etmeye başlarsın belki. Senden kalanları, hiç olmamış bilgileri... Jean-Claude Carriere'in, 1960'larda yazdığı Kara Kaplı (L'Aide-Memoire) adlı oyunu da bu yöntem üzerinden anlatır; benliğini yitiren insanı.

Jean-Jacques, gündelik rutinlerde, düzenli bir hayatı başarıyla sürdürürken, bedensel belleğini kara kaplı bir deftere not düşer. Birlikte olduğu kadınları o deftere baktığında anımsayabilir. Yazı üzerine ilk düşünceler üretildiğinde, yazıya verilen bellek rolünün izahı gibi kara kaplı oyunun görünmeyen kişisidir. Defter, belleği geliştirmeye yönelik bir tür araç, beyne takılan ve beyni depolama yükünden kurtaran bir protez gibi, Jean-Jacqu-es'ın kurtarıcısıdır. Ya da o, öyle sanmaktadır. Açık unutulan kapıdan sızan, Suzanne ile birlikte kara kaplıya düşülen kayıtlar, son bulur. Önce çaresizlik baş gösterir, ardından kayıtsızlık. Bildiğimiz ama hep unuttuğumuz, aşk-sadakat oyunu başlar. Müdahale, iktidar, paranoyalar, birbirinin yerine geçme ve bir beli-rip bir kaybolma oyunu... Ve o an gelir, bir an 'yüzleşme'. Zamanların sonuna geldiğimiz bu çağda ise durum katmanlaşmış, anlaşılması ve aşılması güç bir hal almıştır. İlişkilerimiz, köle-efendi başlığında gelişir ve tahakküm, sonsuz tahakküm başlar.

Musa Uzunlar'ın rejisi, sahnedeki performansı, Zeynep Utku'nun çeviri, dekor-kostüm tasarım ve oyunculuğu, i97o'lerin Fransa'sından bir kesit sunuyor. Cengiz Peksoy, Musa Uzunlar ve Zeynep Utku'nun, kurduğu 'Tiyat-roYüzleşme' "insanın kendisini yakalaması ve görmesi dehşetine tanıklık eden oyunları seyirciyle buluşturma çabasına girişerek" 2008 yılına iddialı bir oyunla başlamış. İzleyiciye huzur, gündelik duygulara onay vermek yerine tedirginlik yaratmayı seçmiş. Deneyimin önemini tartışan günümüz insanı bu oyunu dene-yimlemeli, sonucu sarsıcı, şaşırtıcı olabilir. Fransız Kültür Merkezi 14 Ocak. 4,11,18 Şubat, 3,10, 31 Mart 2008 /19.30 www.tiyatroyuzlesme.com