Neo-spiritüalizm. Latince kökenli bu sözcük. Yunanca hypokrisis sözcüğünün zaman içerisindeki değişimi ile son halini almış olup...

Neo-spiritüalizm. Latince kökenli bu sözcük. Yunanca hypokrisis sözcüğünün zaman içerisindeki değişimi ile son halini almış olup ‘rol yapmak’ anlamındadır. Daha çok samimiyetsizlik, ikiyüzlülük olarak anlam kazanmaktadır. Türkçe’de de ‘ikiyüzlülük’ olarak karşılığını bulur. Anadolu'da eskiden arapça karşılığı 'mürailik' kullanılırmış. Artık bu sözcük kullanılmıyor. Daha çok halk arasında 'içi dışı bir olmama' ya da 'özü sözü bir olmama' şeklinde karşılığını buluyor. Tersi ise  dürüstlük, dobralık olarak geçiyor halk dilinde.
Hiyerarşik adalet düzeninin has kişileri, demokrasi nebileri (!) , siyasetin kalpazanları  için  neo-spiritüalizm çok sıradan bir iş olup günlük hayatın bir gereğidir. Yalanın ilan edilmiş keyfiliği içerisinde her gün vatandaşın karşısına pişkince çıkar, boy gösterirler. Bundan zerrece sıkılmazlar, zira bu hastalık hallerinin sağlık işareti olduğuna inanırlar.
Bin yıllık Fenike efsanesi,  “ Üç maden efsanesi”nin günümüzdeki versiyonunu hayata geçirmekle mükelleftirler. “Hepimiz kardeşiz” der Üç Maden Efsanesi: Lakin Tanrı hükmetmeye yatkın ve daha değerli olanların harcına altın, askerlerin harcına gümüş, işçilerin ve zanaatkârların harcına da demir ve tunç katmıştır. ( görüldüğü üzere köylüler hiçbir şeydir). İşte değersizler arasında, değerli olduğuna inanan, 'ayak takımına' karşı göğe merdivensiz tırmanan, lale devrinin altın çocukları olarak görürler kendilerini.
Rant düzeninin, bizatihi  kendisi afet olan düzenin ön açtığı afetler geçen hafta pek çok yerde can aldı, can yaktı. Geçtiğimiz yıllarda, hemen hemen her yıl kendini ülkenin bir bölgesinde kendini gösteren sel, su baskınlarından biri sonrası Batman'da idik. Durum gerçekten felaketti. Dağlardan kopan su kent içerisinde dar bir akara hapsedilen dere, yatağına sığmamış, taşmıştı. Vatandaş can ve malından olmuş, perişandı. Resmi ağzın ‘ yara sarmak’ nakaratı dışında ortada bir icraat yokken, tarikat vakıf ve dernekleri ortalıkta cirit atıyordu. Aynı manzara geçen hafta Marmara Bölgesi’nde gözler önündeydi. Bütün uyarılara rağmen göstere, göstere gelen felakete karşı önlem almaktan aciz, yönetme iddiasında olanlar yine meydanı tarikat vakıf ve derneklerine bırakmıştı. Dikte edilen bir yabancılaşma içerisinde olan vatandaş da karşısına ilk çıkan bu yardım eline minnetle sarılıyordu. İkiyüzlü süfliler her zaman ki gibi yine sahne alıyor ve prim topluyorlardı. Oysa felakete zemin hazırlayan, taşkınlara davetiye çıkaran uygulamaların ta kendisi olan AKP Hükümeti ve Belediyelerine en güçlü destek bu tarikat vakıf ve derneklerinden gelmiyor muydu? Önce felaketi hazırlayanı besleyeceksin, sonra felaketten zarar görenlere büyük bir pişkinlikle yardım eli uzatacaksın.
İşte sana ikiyüzlülüğün daniskası.
Yine geçtiğimiz hafta Ankara Valiliği Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin afişlerini yasakladı. Neden? Generallere ve onlarla yan yana yer alanlara hakaret içeriyormuş. Darbe girişimcilerinin yargılandığı bir süreçte yaptıkları darbeyi kan ve cinayetlerle besleyenlere ve aynı karede yer alanlara hakaretmiş. Oysa o karede yer alan yüzlercesi bu gün gerçek hayatta bürokrasi ve medya içerisinde cirit atıyorlar. Hayatın gerçekleri yasaklanabilir mi? ÖDP’nin 12 Eylül afiş ve broşürü hemen darbe sonrası cuntacılara alkış tutanların bu gün demokrasi havarisi rolüne soyunmalarını çarpıcı bir şekilde deşifre ediyordu. Dün darbe şakşakçısı, bugün darbe karşıtı;
İşte sana ikiyüzlülüğün daniskası...
Bu ikiyüzlü süflilerin bugün demokrasi adına arz-ı endam etmelerini kutsayan, eylemlerini olumlayan, bunlardan demokrasi açılımı bekleyen sol-liberaller de mevcut karede yerlerini almaktalar. Hem bu piyasacı muhafazakârları kutsayıp, sol-sosyalist değerleri yerin dibine sokmakta hiçbir sakınca görmeyeceksin, hem de solcuyum, hatta sosyalistim diyeceksin.
İşte sana ikiyüzlülüğün daniskası...
Daha kimler kimler... İkiyüzlülüğü  iş edinmiş binbir suratlar, hangi birini sayalım.
Kriz karşısında işsiz kalmış, perişan olmuş halkı pazara çağıranlar,
“Al ver, ekonomiye ( daha doğrusu kapitalizme, sermayeye..) can ver derken aslında yoksulların elinde kalan son varlıklarını, canlarını isteyenler,
bu ikiyüzlülerle aynı  fotoğraf karesinde yer alan sözüm ona sendikacılar,
laiklikten söz edip çarşaf açılımlarına takılanlar,
çarşaf açılımına takılırken Kürt Açılımı’na sırtını dönenler,
barış derken bile operasyon çekenler...
Tarihte, üstünde yazılı  metnin bütünüyle ya da kısmen silinmesinden sonra yeni bir metnin yazıldığı rulo ya da kitap  sayfası biçimindeki parşömenlere Polimprest denirmiş.
Saymakla bitiremediğim ikiyüzlüleri daha doğrusu yüzsüzlerin bir Polimprest yaprağına çevirdikleri zamanın demokrasisi şüphesiz onların varlık nedenleri. Ancak 12 Eylül Ankara mitinginde sıkça dile getirilen; darbe çocuğu AKP'ye ve kapitalizme-emperyalizme karşı motorların maviliklere sürüldüğü, güzel ve güneşli günlerin Polimprestinden bu yüzsüzler ebediyen silinecek ama adları unutulmaması için dipnot olarak kalacaktır.