Size leke bulaşmaz. Tiril tiril kıyafetlerinizin, güvenlikli hayatlarınızın tozunu alan bir devlet ve yalakalar ordusu var çünkü.

Size leke bulaşmaz. Tiril tiril kıyafetlerinizin, güvenlikli hayatlarınızın tozunu alan bir devlet ve yalakalar ordusu var çünkü. Pis işlerinizi gören tetikçileriniz sizin yerinize temizliyor kirinizi, çirkefliğinizi, namussuzluğunuzu. Adlarınız, parayla satın aldığınız “Cemiyetin Seçkinleri” arasında parıldıyor. Mabatlarınızı koruyan, kollayan resmi güç görüyor tüm işlerinizi.

Ağzınızın tadı bozulmasın yeter ki. Zıkkımlandığınız dünyalıklarınıza sakın ha sakın kimse çomak sokmasın. On işçinin henüz kanı yerdeyken, yani parçalanmış yoksul bedenleri darmadağın duruyorken ilan ettiniz “lekesiz” oluşunuzu.

Siz “lekesiz” görünün diye var bu devlet. Hukukundan yasasına, gazete patronlarından yazarına, bürokratından bakanına, başbakanına kadar hepsi, sermayenizin el bezleri. Biliyorsunuz. Bu yüzden bu kadar rahatsınız.

“Paranın satın alamayacağı hiçbir şey yok” pişkinliği ile kapitalizmin en döküntü, en seviyesiz, en çukur ruhunu temsil ediyorsunuz. Kendi refahınız için satmayacağınız hiçbir şey yok, evet.

“Sektörel kaza” tıslaması ile basın karşısına çıkan o yüzlerin hepsi sektörel mimiklerinizi yansıtıyor. İnsana ve dünyaya “sektörel” bakan “vizyon” pazarlamacıları ile satın alma gücünü birleştirdiğinizde size kim zincir vurabilir ki? Başucu kitapları da bunu öğütlemiyor mu zaten. O “vatan, bayrak, toprak” söylemlerinizin arkasında biriken binlerce ölü, sizin sermaye birikiminiz için “teferruat” değil mi sadece? Can güvenliği, iş güvenliği, insan güvenliği söylemlerini “sermaye düşmanlığı” içine sokarak kaç bin insanı ezdiniz kâar değirmeninizde?

Canınız ne kadar değerli, canınız ne kadar pahalı, canınız ne kadar kıymetli biliriz. Kıymıksız yaşamlarınızı, emeğini en ucuzdan satın aldığınız işçilerin sırtından yarattınız ve azgın sömürünüzü “işveren” algısı içine aldırıp, kanatsız melekler olarak ödüllendirilip cinayetlerinizi alkışlattırdınız.

301 insanı, yan yana kazılmış mezarlara doldururken, Bakan’ın gömleğini “insaniyet ve vicdan” örneği olarak değerli eşya müzesinde sergileten o yakın tarihten tanıyoruz alkışları. Ne kadar çok namussuz üretmişsiniz gördük o gün hep birlikte.

Ölüyoruz balya balya. Mezarlar kazıyoruz devlet taziyecikleri arasında. Üzüntülerini bildiren yetkililer, sektörel fıtratlarını boca ediyorlar tepemize. Her gün daha da ucuzluyor yaşamlarımız. Daha da değersizleşiyor. İktidar övgüsünün, “sana baba diyebilir miyim” seviyesine düştüğü o çizgi yok mu, işte o çizgiye çekiliyoruz. Ölen işçinin babası için “Başbakan adam yerine koymuş aramış” diyerek “nezaket” muhtırası veren, karakterini iktidar eleğinden geçirmiş güç tellallarının ölü soyuculuğundan geçiyoruz.

Kaçak kurban kesimlerin sebep olduğu parazitlerden, damperli kamyonların üstgeçit’e çarpmasından, hızla otobüs durağına giren araçlardan, baraj kapağını açarak bırakılan sudan, kapağı açık unutulmuş kanalizasyon çukurlarından, toprak kaymasından, inşaat çökmesinden, havaya sıkılan mermiden, gaz fişeğinden, havan topundan, unutulan mayından, cephanelik patlamasından, uyurken, önden, arkadan, yandan vurularak, aile meclisi kararıyla, linç edilerek, yürürken, koşarken, kocadan, eski eşten kaçarken, ama en çok madenlerde, inşaatlarda, tersanelerde hiç durmadan ölüyoruz. Hepsine bir açıklamaları var. “Kader”, “fıtrat”, “sektörel kaza” ve “bakınız iki yüzyıl önce” diye başlayan dünyanın en saçma, en ahmak, en ciddiyetsiz söylemleri ve en sorumsuz açıklamaları...

Kendi kendimize öldüğümüzü ve bunu nasıl başardığımızı sormanız neredeyse an meselesi. İnsan hayatı ve can güvenliğini “fıtrat’’lara emanet edilerek işleten, şahane bir demokrasimiz var. Vicdanı ihraç edilebilen bir eşya sanan mahlûk artıkları ise cabası.

Bu “ye kürküm ye” döneminin ilelebet süreceğine pek eminsiniz. Oysa isyan duygusu herkesin kulaklarını çınlatıyor.

Ölülerimiz ağırlaşıyor ve gömmelerimiz çoğaldıkça “yeter” duygusu büyüyor.

Yüzünüze söylüyoruz. En sevmediğiniz şey bu biliyoruz.

Korku, çok uzaklarda sandığınız şeydir bilesiniz.

Bu yüzden kulaklarınız boşuna çınlamıyor.