Değerli sanatseverler, yazıp çizenler, eleştirmenler ve biz fanilerle hiç ilgilenmiyor gibi gözüken en en elitler dahi herhalde farkındadır ki, ülkemizin kültür sanat insanları, pek çok zaman kendilerini başında zebanisi olmayan bir cehennem kazanında hissetmekten yorgundur.

Zaman az, iş çok
Fotoğraf: Uğur Bektaş

Harun TEKİN

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında hepimizin kültür alanına bakışımızı radikal biçimde değiştirmemiz gerekiyor. Kültür politikaları, kültüre bakışımız ve hayatımızda kültür üretimlerine verdiğimiz yer dönüştürücü ve iyileştirici işleve sahip.

Ama eğer bu alana bakışımızı değiştirmeyi başaramazsak, yani Sayın Kılıçdaroğlu’nun “zihniyeti değiştirmek” şeklinde ifade ettiği sıçramanın kültür boyutunu ıskalarsak siyasi ve iktisadi değişim ne kadar büyük olursa olsun eksik ve yetersiz kalmaya mahkûm. Zaman az ve iş çok olduğundan, idarenin, toplumun, sanatçıların ve sanatseverlerin yeni dönemde göz önüne almalarında fayda gördüğüm noktaları kısaca özetlemek isterim.

Devlet. Bugüne kadarki pratik, sanatçının nadir örnekler dışında maddi manevi zorluk çektiği, hukuk ve ekonomiyle ilgilenmekten aklını işine, tutkusuna veremediği, ifade özgürlüğü ihlalleriyle dolu, sürgünü, linci ya da hapishaneyi “çizgiyi aşmanın” doğal sonucu olarak yaşatan, hoyrat bir tecrübedir. Oysa biz biliyoruz ki, içinde bulunduğumuz kâbus sırasında değilse de, kültür üretimlerinin ve bu üretimlerin hayata etkisinin önünü açan bir yönetim anlayışı mümkündür.  Cumhuriyetimize yakışan da budur. Bunun için devlette biri ideolojik biri iktisadi iki büyük değişim şart. İktisadi olan: bazen ulufe dağıtma şekline de bürünebilen “proje desteği” yaklaşımını içererek aşıp; kültür sanat profesyonellerinin siyaset yapıcılarla birlikte kültür politikalarına göre şekillendirdiği ve devletin bir regülatör olmayıp kolaylaştırıcı rol üstlendiği bir kültür ekosistemi oluşturmak. Böylece, hayatını kültür sanat alanlarının herhangi birinde sürdürmek isteyen bir insanın bunu yapabilmesinin önündeki ekonomik engelleri, onun içinde yer alabileceği alanı çok genişleterek ve fırsat eşitliğini gözeterek kaldırmak mümkün olabilir. Bu kritik, çünkü sanatçıların  sadece ve sadece yapmak istedikleri şeylere odaklanmaları, yani yaptıkları işle geçinebilmeleri, bütün toplumun hayat kalitesini artıracak kadar büyük bir niteliksel sıçramaya yol açacaktır.

Devletin ideolojik değişimiyle kastedilense sanatçının ifade özgürlüğünü dünyadaki en ileri örnekleri düzeyinde yasal ve anayasal güvenceye kavuşturmaktır. Türkiye’nin başkalarının kolay kolay anlatamayacağı hikâyeleri, hiç kimsenin kolay kolay yazamayacağı şarkıları, çekemeyeceği filmleri vardır. Bunların dünya medeniyetleriyle, büyük insanlık ailesiyle buluşmasını kolaylaştırmak Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli görevlerinden biridir. Bunları yapacak insanları hayattan bezdirmek değil.

Toplum. Topluma düşen ilk iş, hayatın kültür sanat emekçileri ve profesyonelleri için de somut ekonomik gerçeklikler içerdiğini görmektir. Parlak sahneler, güçlü ışıklar, reklam panoları, sosyal medya görünürlükleri kimseyi yanıltmasın: bugün Türkiye’de kültür-sanat-eğlence sektörlerinde çalışan insanların çok büyük bölümü hak ettiklerinden çok uzak, uygar dünyadaki denklerinden çok düşük bir hayat standardı içinde yaşamaktadır ve bunun önemli bir sebebi, toplumun onların ekonomik hayatın bir parçası olduğunu inatla kabul etmemesi ve telif haklarından bilet fiyatlarına kadar kültür sanat harcamalarının diğer tüm harcamalara oranla çok daha “pahalı” bulunmasıdır. Toplum kültür üretimlerine gereken değeri vermedikçe, kültür sanat insanları, kurumları ve buralardan çıkan üretim ve performanslar gerçek değerlerini, anlamlarını ve işlevlerini bulamazlar. Bu da toplumun kendine yaptığı büyük bir kötülüktür ve bir kısırdöngüye yol açar. Dünyada az rastlanır derecede kötü yönetilen ve ekonomik olarak çok zorlanılan bir zamanda bile, tartışma kültürümüzün hoyratlığı, zaman zaman iyi haberlere kızma noktasına varan umutsuzluk salgınları, her zaman yayaların aleyhine akan trafik ve bunların hepsinin her zaman mutlaka bizim dışımızda geliştiğine varan kolaycılıklarımız, kültür sanat üretimlerine olan ilgisizliğimizin bir bedelidir. Bir toplumu oluşturan insanların kendi davranışları, kendi düşünceleri ve seçimleri üzerine düşünmeleri asgari medeniyet için gerek şarttır ve günde 1 çay parası kadar telif hakkı ödemeyi “haksız” bulan milyonlarca işletme sahibi ile tapınmayla yok etme arasında gidip gelen izleyici/dinleyici/okuyucu davranışı arasında bir bağ vardır. Daha çok, daha dikkatli ve daha çok değer vererek dinlemeli, izlemeli ve okumalıyız.

Sanatçı. Üretimlerimizde ve planlarımızda ülke sınırları dışına çıkmayı hayal etmek ilk işimiz. Kültür sanat alanındaysak eğer, bize benzemeyenle, tanımadıklarımızla da konuşabileceğimiz bir ortak dilimiz var demektir. Bizim birbirimizle konuşmamız gereken şeyler olduğu gibi, dünyanın geri kalanıyla konuşmayı da hatırlamamız gerek. Özellikle son 10 yılı bacaklarına bağlı çimento torbalarına rağmen koşarak geçirmeyi başaran, içe kapanmaya içini açarak direnen ve ülkemizden ümit kesmediysek bunda pay sahibi olan kültür sanat bileşenlerinin yeni dönemde çok daha büyük ufuklarla düşünmeleri ve davranmaları mümkün olacak. Bu imkânı çok iyi kullanmak ve büyütmek bizim en büyük sorumluluğumuz. Bu ülke dünyanın saygın bir parçası olacaksa tüm dünyada geçerli olacak işler üretmeyi göze alarak, bunun için kendimize ve çevremize gerekli entelektüel yatırımı yaparak, hayata hem eleştirel hem şefkatli bakan yepyeni bir zihniyetle bunu başarabiliriz. Bu ülkenin sanatçıları, bu ülkenin müziği, sineması, edebiyatı, biriktirdiği deneyimle ve bastığı yerin binlerce yıllık tarihiyle benzersiz bir imkâna sahip. Bütün dünya insanlarının hayatlarına, insanlığın yolculuğuna anlam ve değer katmak elimizde. Birbirimizin değerini bilmek ve ortak değerlerimizi büyütmek kaydıyla.

Sanatseverler. Yukarıda toplumun kültür üretimlerine ilgisizliğinden söz ettik. Bu üretimlere öyle ya da böyle ilgi gösterenlere sanatseverler dersek çok yanlış olmaz sanırım. Toplum geneline göre küçük ama etkisi büyük bir elit. Kültür üretiminin de olmazsa olmazı. Yeni dönemde kültür sanat ortamını yeniden düşüneceksek, eleştirme, değerlendirme, kritik konularını da yeniden düşünmek faydalı olabilir. Bu ülkedeki kültür sanat dünyasına, buradaki üretimlere dair cümle kuran, buradaki etkinlikleri izleyen, bunlara herhangi bir zaman harcayan herkesi; özellikle geçtiğimiz 10 yıl içinde neler yaşadığımızı, gündelik hayattan mekânlara, siyasetten ekonomiye bu yaşadığımız sürekli olağanüstülüklerin bize neler yaptığını, hayatla ilişkimizde hangi hoyratlıkların üzerimize sıçrayıp kaldığını düşünmeye davet ediyorum. Hapsedildiğimiz bu kâbustan sıyrılınca; nitelikli eleştiri, emeğe saygı ve hakkaniyetli değerlendirme konuları üzerine hep birlikte düşünmemiz gerektiği kanaatindeyim. Çünkü değerli sanatseverler, yazıp çizenler, eleştirmenler ve biz fanilerle hiç ilgilenmiyor gibi gözüken en en elitler dahi herhalde farkındadır ki, ülkemizin kültür sanat insanları, pek çok zaman kendilerini başında zebanisi olmayan bir cehennem kazanında hissetmekten yorgundur. Yapılan kalıcı veya etkili üretimlerin değerini bilmemekle geçici olanları göklere çıkarmak arasındaki sarmal, yani bir kaba kısaltmayla, elitlerin “beğenememesi” ile halkın “beğenmesi” arasındaki ilişkisizlik, Türkiye’nin hayat kalitesini aşağı çekmektedir. İzlediğini, okuduğunu, duyduğunu -isterse- anlayacak görgü ve formasyona sahip insanlar arasında sıkça görülen bazı fikir ve eylemler, örneğin etkisi bize kadar ulaşan herhangi bir şeyi ya Tanpınar’ın deyişiyle “sükût ile” ya da haset torpidoları ile cezalandırmak veya popüler olanın illa kötü, kıyıda köşede kalanın da illa iyi olacağı yönündeki arkaik kabul, belki de geride bırakmamız gereken yüklerdir. Anlamakla uğraşmak, başkalarının anlatmayı denediklerine vakit ayırmak son derece saygıdeğer bir tutum. Bunu, anlaşabileceğimiz “anlamlar”ı çoğaltmaya bakarak yapmak da mümkün. Baktığımız şey bizden bağımsız değil. Biz baktığımız şeyden bağımsız değiliz. İyi gözle bakmak diye bir söz var. Ben çok yakın zamanda, iyi gözle bakan bir arkadaşımı kaybettim. Bu yazdıklarımı da ona, Tolga Akyıldız’a son bir selam olarak kabul ederseniz müteşekkir olurum.

Sait Faik, Dostoyevski ve Zülfü Livaneli’nin ortak cümlesiyle, 

“Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey…”