‘Zamanın izinde’

GÜRSEL KORAT

Ayrıntı Yayınları otuzuncu yaşını, ‘Zamanın İzinde’ adlı bir fotoğraf kitabıyla kutluyor. Enis Rıza fotoğrafları seçmiş, Ercan Kesal da her fotoğraf için bir metin yazmış.

Ölümle burun buruna gelenlerin “Bir an tüm ömrüm film şeridi gibi gözümün önünden geçti” dediğini biliriz; ‘Zamanın İzinde’yi okurken ömrümüz gözümüzün önünden geçiyor: Ölümle burun buruna gelmesek de ölmüşlerin pek çoğuyla karşılaşıyoruz. Yüz yıllık zamanı hızla, fotoğraf karelerinin üzerinden aşarak, insanı bazen yerine mıhlayan metinlere şaşarak, düşünmek durumunda kalıyoruz.

Pek çoğu ayrı bir değininin konusu olabilir ama beni can evimden vuran ‘Yağmur Gelini’ başlıklı yazı için söyleyeceklerim var. ‘Yağmur Gelini’ konusunu bir kitabında daha işlemişti Ercan Kesal; ilk okuduğumda da, bu kitapta da, ‘Yağmur Gelini’ sözü annemi geçmişten çıkarıp getirdi, önüme koydu.

Kendimle karşılaşacağım sanırken annemle karşılaştım.

Baştan söyleyeyim, talihsiz kadınlara bir ağıt yazmak istersek adını ‘yağmur gelini’ koyabiliriz. Belli ki Hitit bereket törenlerinden kalma bir arkaik belleği olan bu kavram zamanımıza kadar yaşamış; ben görmedim ama kuraklık durumunda bir kadın -çünkü bereket onda- ‘yağmur gelini’ olursa onun başına kapısını çaldığı evlerden su dökerler, sonra da bağış verirlermiş.

Şimdi ‘Yağmur Gelini’yle annem arasındaki bağıntıyı açıklayabilirim: Benim sevinç dolu fakat belki de bu yüzden kıskançlıklar uyandıran, acılar çektirilmiş anacığım, gençliğinde babamdan yediği dayakları anlatırken “Beni yağmur gelini etti” derdi. Bilirdim ne olduğunu, fakat tepeden tırnağa suyla değil de kanla ıslanmış bir kadın imgesiyle ne yapacağımı bilemezdim. Meğer ki Ercan Kesal’ın bu kavramı anlattığı Avanos’tan biraz yukarıya doğru gidip de annemin yurduna varınca, Boğazlıyan çevresinde ‘yağmur gelini’ kavramı ‘kana boyanmak’ kavramıyla daha da zengin bir içerik edinmiş; ne diyelim. Bu annemin uydurması falan da değil, anlaşılan o ki zamanın ruhuna sızmış bir söz.

Ercan Kesal ‘Yağmur Gelini’ kavramını anlatmış sonra da Mustafa Suphi Bey’in karısı Maria’yı bu kavramla tanımlamış. TKP’nin kurucusu Mustafa Suphi Bey, Karadeniz’de on beş yoldaşıyla boğdurulduktan sonra, karısı Maria, meğer ki Rize ve Trabzon’daki insafsız bir erkek güruhu tarafından tecavüz edile edile öldürülmüş, sonra da kimsesizler mezarlığına gömülmüş.

Bu ürpertici olay, Bakire Meryem’in adıyla büyütülen bir kadının başına gelmişti. Yüzünde belki de dinlerin uzağındaki bir yere dikilmiş mavi gözlerin ışığı duran Maria, korku ve perişanlık dolu bir biçimde ömrünü tamamlarken, yüz yıl kadar sonra kadim Anadolu’nun bir kavramıyla, Yağmur Gelini olarak anılacağını nereden bilsindi? Kimsesizdi, kocası ve yoldaşları öldürülmüştü, komünistlerin kadınları orta malı olarak kullanacağını söyleyen bir yığın budala tarafından orta malı edilerek zulüm görmüştü. Kandan gömlek giyer gibi: Yağmur Gelini edilerek.

Bilir misiniz, Anadolu Hıristiyanları İsa’nın anasına “güveysiz gelin” demişlerdir; Yağmur Gelini sözü belki de bu yüzden çok hüzün verir bana.

‘Zamanın İzinde’nin içinde yer alan dokunaklı yazılara tek tek dokunmayı çok isterdim. Fakat sözün özünü söyleyip ortadan çekilmek istiyorum: ‘Zamanın İzinde’yi okurken, yaşamın geçip gittiğini, ölüler için ağlasak da geleceğin iyilikler, neşeler ve güzellikler için kurulmasının zorunlu olduğunu düşünüyor insan. Belki de yaşadığımız zamanın zorlukları bunları düşündürüyor diyebiliriz ama hayır, bir düşünce kavramlar uyandırılmadan doğmaz; Ercan Kesal kavramlarımızı vicdanın ışığında yeniden uyandırıyor. Artık başkalarına hükmetmek için yürümek yok, geleceği geçmiştekilerin bilmediği bir yerden kurmamız gerekecek. Ama onların bize bıraktığı bahçeyi, gölgeli yeşil yaprakları ve sesleri yaşatmayı unutmadan.
‘Zamanın İzinde’nin sayfalarını çevirdikçe bir düşünce beni ardından sürüklüyordu: Sanki her an kendi fotoğrafıma rastlayacaktım! İnanmış bir sabırsızlıkla bekliyordum bunu. Öyle olmasını uman bir saflıkla. Sonra bu mantıksız bekleyişimin nedenini düşündüm, bir yanıt bulamadım. Yazdığına göre Ercan Kesal kendine bir resimde rastlamış. Sayfalar ilerledikçe ben de Ahmet Erhan, Behçet Aysan ve Adnan Özer’e rastladım. Sonra Mamak Cezaevi’nde tanıdığım -daima genç!- Erdal Eren önüme çıktı. Yaprak yeşili bir örgü kazak giydiğini anımsıyorum. Siyah beyaz resimlerde renkler belli olmuyor, ceketiyse hep öyle soluktu. Sonra cezaevinde öldürülüşünü hep acıyla anımsadığım İlhan Erdost, kucağında Alaz’la önüme çıktı. Muzaffer Ağabey aklıma geldi hemen. Aziz Nesin Çatalca’da, döne döne yukarı çıkan o çalışma odası merdiveninde çocuklarla oturmuştu, o da karşıma çıktı. Kadın eylemlerindeki öğrencilerim belirdiler resimde, Uğur Mumcu’nun cenaze töreni, yağmurlar altında bir ürperti biçiminde doldurdu odamı. Soluk soluğa yürüdüğümü anımsadım, bir balkonda yumruğunu sallayan ve slogan atan Mehmet Ali Aybar, o günkü Aybar gözümün önüne geldi.

“Neden böyle içlendim” diyerek, Ercan Kesal’ın yazısını düşündüm. Kendine özgü biçemini yorumsamaya çalıştım. Önce bir olay anlatıyor Ercan Kesal, sonra anlattığı olayla ilişkisi ilk bakışta görülemeyen başka bir olay daha anlatıyor ve sonra da kendi başından geçen bir başka olayla bütün anlatıklarını birbirine bağlıyor. Bu tarzı pek çok insan sevdi, Ercan Kesal haklı olarak, önemli bir okur kitlesi edindi. Bu sevgi nedeniyle herkes bir parça onun yazdıklarında kendini buldu.

‘Zamanın İzinde’yi okurken hep kendime rastlayacağım düşüncesi bundan mı zihnimde uyanmıştı acaba? Şüphesiz öyleydi ama bunu aşan bir şey daha vardı: Ercan Kesal’ın pek çok metni, geçtiğim yerden az önce çok tanıdık biri geçmiş gibi bir duygu uyandırmaktaydı içimde. İnsan çok sevdiklerine kavuşmadan önce onların neşesine kavuşur. Ağaçlar, yaprakların gölgeleri ve sesler daha onları görmeden zihinde belirir. Öyle bir sevinçle sarsılıyordum sık sık.

Ercan Kesal’ın metni, sevdiklerine kavuşanların tesellisidir.

‘Zamanın İzinde’yi okuyup zaman yolculuğunda yürüyenler, bütün ömürlerini bir film şeridi izler gibi içlerinde hissedeceklerdir ama ne ölüm tehdit edecektir onları, ne de resimlerde kendilerini bulacaklardır. Onlar kendilerini kendilerinde bulacaklardır: Bir metnin ışıkla çizdiği resim olarak.

Karanlık odada kendilerini görmeye çalışan bir kişi biçiminde.

Annelerine ansızın rastlayarak.

Bir film şeridine bakarken.