I. Dünya Savaşı başl

I. Dünya Savaşı başlarken Zara'da hummalı bir inşaat faaliyeti sürüyordu. Enver Paşa'nın emriyle, 4. Ordu'nun yol güzergâhı olan Zara'da askeri kışla ve lojmanlar yaptırılıyordu. İnşaat sorumlusu Binbaşı Yahya Bey, çalıştırmak üzere usta bulmakta hiç güçlük çekmedi, çünkü Zara'da o yıllar her biri yalnız civar kasabalarda değil, vilayet ötesi şöhrete sahip taşçı, duvarcı, sıvacı, demirci, dülger, çilingir, nalbant, marangoz ustalar vardı. Mesela Sahag Demirciyan demircilerin piriydi. Sıvacı Simon ya da Sığı Usta ha keza. İnce marangoz Sağır İlya ise saray atölyesinden yetişmeydi.

On binlerce kerpiç döktüler, beri yandan temeller kazılıyordu. Kağnılar taş çekiyor, duvarlar yükseliyor, koğuşlar, tavlalar, tabur-bölük, kumandanlık binaları yavaş yavaş şekilleniyordu. Bu sıra Enver Paşa yanında Hafız Hakkı ile Sarıkamış'a giderken Zara'ya uğramış, inşaatla bizzat ilgilenip çalışanlara teşekkür etmişti. İşte o gidişinde Allahûekber Dağları'nda Ruslara baskın yapmak istemiş ancak ardında go bin ölü bırakarak tatlı canını zor kurtarmıştı.

BİNBAŞI YAHYA'YA TEHCİR EMRİ

Çok sürmedi, Tehcir ilan edildi. Tekmil Ermeni tebaa yerlerinden alınıp güneyde başka yerlere yerleştirilecekti. Binbaşı Yahya, Tehcir emrini alınca açmazda kaldı; emri uygularsa inşaat duracaktı, çünkü bütün ustalar Ermeni'ydi. Fakat o zart-zurt zabitlerden değildi, hangi kuzuyu hangi çubukla süreceğini bilenlerden olduğu için bir çözüm bulmakta gecikmedi.

O gün erkenden paydos edip ustaları başına topladı. "Arkadaşlar" diye söze başladı. "Bu, hayatımın belki de en zor fikir beyanıdır. Sizinle aylardır beraberim. Nasıl sadıkane ve mahirane çalışıp devletimizin istediğinden de âlâ abideler diktiğinize her gün şahidim. Lakin dün aldığım bir emir üzerine siz de tehcire tabisiniz. Bütün gece uyuyamadım. Şu benim size yapacağım teklifi bir başkası bana yapsa, nasıl davranır, ne tepki gösteririm diye sabahı uykusuz ettim. Eğer teklifimi kabul etmezseniz hepiniz, çocuklarınızla bire varıncaya kadar telef olacaksınız. Teklifim şudur arkadaşlar! Ben, her birinizin ağzından çok daha önceki bir tarihlerde verilmiş birer istida almış olacağım. Muameleye de bugünden itibaren koyacağım. Siz istidanızda diyorsunuz ki; Biz filan oğlu filan, bundan böyle Hıristiyanlıktan vazgeçtik, İslam'a kabulümüzü Padişahımızdan niyaz eyleriz. Bundan sonrasına siz karışmayın."

Ustalar put kesilmiş soluk almadan dinliyordu. Lafın burasında ayarlanmış gibi hep beraber "of aman" diye yürekten bir soluk boşalması oldu. Kimse kimsenin yüzüne bakmıyor, herkes eğilmiş gayri ihtiyari önündeki tozlu toprağı parmaklarıyla eşeliyordu.

O gece Sığı Usta aile meclisini topladı, kumandanın teklifini anlattı. Sabaha kadar düşündüler. Ya din değiştireceklerdi ya da yollara düşeceklerdi. Şafak atarken karar kılındı; Müslüman olacaklardı. Sığı Usta'nın annesi, "Madem öyle, İsa Efendimize son bir kez daha canı yürekten istavroz çıkaralım" dedi. Sığı Usta karısıyla anasının arkasında dua etmeye başladılar. Hep birlikte yere eğilip kalkarak elleriyle sanki ekin biçer gibi öyle bir haç çıkardılar ki, artık ömürleri bitene kadar çıkarmasalar da bu onlara yeterdi.

Sabah kışlanın yolunda herkesin başı önde,kimse kimseye ne selam veriyor ne de şaka yapıyor. Binbaşı Yahya onları bekliyordu, karşısında sıraya dizildiler, dilekçelere mühürlerini basıp teslim ettiler. Kumandan tek tek hepsini yanaklarından öperek tebrik etti ve gitti.

Üç gün sonra Binbaşı Yahya yine geldi; "Arkadaşlar" dedi, "evet ben yaptım siz Müslüman oldunuz ama ha deyince Müslüman olunmuyor. Bazı vecibeler var ki bunlar mutlaka yerine gelmeli. Evvelemirde Sünnet-i Şerif şart!"

SIĞI USTA BABA TOPRAĞINA DÖNDÜ

Allah razı olsun kumandan onun da kolayını bulmuştu: Ermeni ustaları katır tavlasında baytar yamaklığı yapan pos bıyıklı Arnavut çavuşa havale etti. Koca bir beylik çadır. Bir yanda katırlar bağlı, öte yanda kuru tahta üzerinde hizmet eratı yatmakta. Bunların yerine ustaları yatırdılar. Arnavut işinin ehliydi. Atları iğdiş ede ede ustalaşmıştı. Olan bitenden habersiz tavla eratı gördükleri manzara karşısında şaşkındı. "Bu yaşa kadar sünnetsiz nasıl dolaşılır, fesuphanallah" çeken çekene.

Baytar yamağı paslı ot makasıyla işini görüyordu. Makasın her yeri gevşemiş, o yana bu yana geve geve güçlükle kesiyordu. Çadırdan sanki salhanede böğürte böğürte sığır kesiliyormuş gibi çığlıklar yükseliyordu.

Sünnet bitince bir asker, kepek-tuz karışımı bir toz bağlayıp bunları taburcu etti. Allahtan hava kararmıştı, kimseye görünmeden apışa apışa yürüyerek evlerine dağıldılar. Yaraları uzun zaman geçmek bilmedi. Bazıları ateşler içinde kavrularak iki-üç ay yattı.

Binbaşı Yahya Ermeni ustaları tehcirden kurtarmıştı.

Sonra mı ne oldu?

Zaralı zoraki Müslümanlardan kimileri, zaman içinde geçmişlerini tamamen silerek Türk-leştiler ya da başka diyarlara göç ettiler, Sığı Usta hariç. Çünkü o tehcir kaçağı iki Ermeni'yi evinde saklarken yakalanmış, sekiz kişilik ailesiyle birlikte Suriye'ye sürülmüştü. Aile yolda beş kayıp verdi. Sığı Usta iki yıl sonra üç kişilik ailesiyle "baba toprağı" Zara'ya geri döndü. Cumhuriyet döneminde burada çoluk çocuğa karışarak kaybolup gitti. Neyse ki oğlu Kirkor Ceylan ileride meşhur bir yazar olarak babasının yaşadıklarını yazdı da "insanın insana" yaptığı bu zulüm saklanamadı.