En nihayetinde “kim olduğu, nereden geldiği, nereye gittiği belirsiz biri” olan Yusuf Kamil’i saray damatlığına yakıştıramadılar…

Arapgirli Yusuf Kamil, Arapça, Farsça, Fransızcayı okuyup yazan, bildiğiniz “Üsküdarlı Kâtip” olup, İstanbul’a yerleştiğinde güzel hitabeti, engin görgüsü ile herkesin sevgili kulu olmuştu. Bu şahıs bir gece rüyasında Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’yı gördü. Bir çemenzarda oturmuşlar. Paşa bu hoşbeş sonrasında kıymetli enfiye kutusunu burada unutmuş. Kamil kutuyu almış, ardından koşup saraya teslim etmiş. Paşa çok memnun olmuş, mükâfat olmak üzere kutuyu kendisine armağan vermiş.
Rüya bu. Ertesi günü sözüne güvenilir bir tabirciye gidip gördüğünü anlattı. Bunu dinleyen yorumcu ona bir an önce Mısır’a gitmesini tavsiye etti. (Masal anlatmıyorum, bu dediklerim yaşanmış hep doğru şeyler.) O da buna inandı ve bir gece amcasının Ayazma’daki yalısından Kızkulesi’ne geçerek, yelkenli bir gemiye binerek Mısır’a savuştu.

Orada bir memuriyete tayini için Mehmet Ali Paşa’ya arzuhalini (yani Curriculum Vitae’sini) takdim etti. Bundan çok etkilenen Paşa, onu önce Hazine Dairesi’nde çalıştırıp denedi. Ardından hususi dairesinde danışman yaptı ve henüz çok genç olan bu istikbali açık delikanlıyı eğitimini arttırmaya yönlendirdi. Zamanla onu o kadar çok sevdi ki, gözü gibi baktığı en akılı, en güzel kızlarından Zeynep’le evlendirmeye karar verdi. Bunu hanedana açıklayınca da kıyamet koptu. En nihayetinde “kim olduğu, nereden geldiği, nereye gittiği belirsiz biri” olan Yusuf Kamil’i saray damatlığına yakıştıramadılar. Paşa, “nesebine, iffetine kefil olduğunu, ondan daha münasip damat bulamayacağını” söylediyse de kimseyi buna ikna edemedi. O da bunun üzerine “e, yetti be” diyerek, akrabalarının muhalefetine rağmen Zeynep’le Kamil’i evlendirdi.
Gelgelelim Mehmet Ali Paşa’nın ölümünün ardından Abbas Paşa iktidara geldi. Bu zat Mehmet Ali Paşa’nın hışmında çok çekmiş, sürüm-sürüm süründürülmüş biriydi. Tabiatıyla intikamı acıklı oldu. Zeynep ile Kamil’i cebren ayırdı. Adamı Assuan’a sürdü, kadını ev hapsine aldı. Kamil, Assuan’dan İstanbul’a, Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’ya yazdığı mektupla imdat talep etti. Dersaadet bunun üzerine Abbas Paşa’nın kulağını çekince Kamil’i serbest bıraktılar. Bir müddet sonra da Zeynep serbest bırakıldı. Fakat artık nlara Mısır yâr olamazdı.

Önce Kamil, ardından Zeynep gelerek İstanbul’da buluştular. Özgürlüklerini onlara bahşeden Mustafa Reşit Paşa’nın Baltalimanındaki yalısında nikâh tazeleyerek ikinci defa dünya-evine girdiler. Artık bir rüya uğruna gittiği Mısır defteri kapanmış, fakat bir gönül defteri açılmıştı. Allah Arapgirli Kamil’e “yürü” demişti bir kere. Sultan Aziz devri saltanatında kısa zamanda Meclis Başkanı, ardından Sadrazam tayin edildi.
Bu imparatorluk zamanı bir faninin yükselebileceği en son merhaleydi. Bundan sonra şatafat sökün etti: yalılar, köşkler, konaklılar, altın yaldızlı, gümüş koşumlu faytonlar, kırmızı atlastan kadifeler, mor ibrişimler. Fakat Zeynep ile Kamil genellikle Laleli’deki konaklarında vakit geçirdiler. Çok sonra burası “Zeynep Hanım Konağı” diye nam salacak ve hatta ileride yer darlığından Edebiyat Fakültesi olacaktır. Ve hatta Atatürk’ün öldüğü günün ertesi yurda giriş yapan ve 15 gün sonra Edebiyat Fakültesi’ne profesör tayin edilen Halide Edip Adıvar bu konaktan bozma fakültede (ta ki, bina yanıp kül oluncaya kadar) edebiyat dersleri verecek, penceresinden aşağı sigarasının küllerini silkeleyecekti.

Şansı talihi paçalarından akan Kamil’e artık Kamil demek mümkün değildi. Fakat o Paşa olduktan sonra bile hiçbir zaman büyüklenmedi. Paşa babasının öngörüsüyle hayırlı bir kocaya varan Zeynep’e de artık Zeynep demek mümkün değildi. Fakat o Paşa kızı, Sadrazam karısı olduktan sonra bile hiçbir zaman böbürlenmedi.
Mutlu çift huzurlu bolluk içinde geçen mutlak iktidar günlerinde asaletin göstergesi olarak hayır işlerine çok zaman, çok para akıtmaya başladı. Küçük semt camileri, sokak aralarına mücevher kıymetinde çeşmeler, sebiller yaptırdılar. Fakat asıl aşklarının ifadesi olarak Üsküdar tepelerinden birine kurdukları kadın hastalıkları hastanesi ve doğumeviydi. Burası Darülaceze gibi Darüşşafaka gibi hayır kurumlarının öncüsüydü. O yıllar şimdi de olduğu gibi doğumlar sırasında çok kadın ve çocuk kaybediliyordu. Bu konuya Zeynep Hanımefendi dikkat çekmiş, eşi Yusuf Kamil Beyefendi’yi de hastane kurmaya razı etmişti.

Aslında onların bu Üsküdar tepesinde aşırı sıcaklarda sığındıkları bir konakları vardı. Havası latif ve biteviye esintili bu köşkü sonradan hastane yapmak üzerine gözden çıkarmışlardı. Fakat burayı ve burada kurup geliştirdikleri hastaneyi o kadar seviyorlardı ki, ölüm bile onları ne buradan ne de birbirinden ayırmasın diye vakti zamanı gelince bahçesine önceden özene bezene yaptırdıkları görkemli türbeye gömüldüler. O saatten sonra da bu hastanede doğan erkek çocuklarına göbek adı olaraktan Kamil, kız çocuklarına da Zeynep adı verilmesi âdet oldu.
Üç haftadır rüyadan gidiyoruz. Geçen hafta yer darlığından ekleyememiştim. Namık Kemal rüyası sanki sosyalizm gerçek olmuş gibiydi. Oysa Namık Kemal yaşıtı olduğu Karl Marks’tan ve o yıllar yeni yeni telaffuz edilmekte olan ütopik sosyalizmden bihaberdi, bizimkinin rüyası bir şair fantezisi ve tamamen önsezi. Yusuf Mardin, 1972’de basılan “Namık Kemal’in Londrası” adlı kitabında, Karl Marks ile Namık Kemal’in her sabah aynı saatlerde Hyde Park’ta yürüyüş yaptıklarını ve fakat tanışmadıklarından birbirlerine rastladıkça kibarca selamlaştıkları halde hiç konuşmadıklarını söyler, ki Marks o sıralar henüz Kapital’i yazmakla meşguldü.