Düzanlam Kültür yazımda, özellikle ‘90 sonrası gözde olan ve hâlâ devam eden bir isim stratejisinden bahsetmiştim. Özetle söylersem

Düzanlam Kültür yazımda, özellikle ‘90 sonrası gözde olan ve hâlâ devam eden bir isim stratejisinden bahsetmiştim. Özetle söylersem: Lüks ya da seçkin tınılı mekânlar, çoğu yoksulların yaptığı işleri anlatan isimler taşıyordu. Lokanta diye bir lokanta, ya da Eskici isimli bir antikacı gibi veya Dükkân isimli bir mağaza… Bu mekanlar alt sınıfların metafor ağırlıklı isimlerinden farklıydı; Çiçek Lokantası, ya da Barış Kahvesi gibi… Seçkincilik üreten bu stratejide alay ve metaforlara dair bir inançsızlık okunuyordu. Kısaca isim yoksullardan alınıyor; ama onların giremeyeceği bir dışlayıcılık üretiyorlardı. Bu anlamda düzanlam yerlerden kazıklanmamak için uzak durmak gerekiyor.
Bu ‘80 sonrası gelişen isimlendirmenin sadece küçük bir yönü. Asıl dönüşümlerden biri de çocuk isimlerinde gerçekleşti. Özellikle kentli eğitimli orta-üst sınıflarda görülen; daha sonra alta kadar yayılan isimler geçmişin anne-baba isimlerinden farklıydı. Ayşe, Zeynep, Ahmet gibi gelenekselleşmiş, İslamla da harmanlanmış bu isimler, Berke, Tuğçe, Dilge, İmge daha da uzatabileceğimiz geniş bir külliyatla yer değiştiriverdi. Birçok  geleneksel babaanneyi üzen ya da göbek adla dengelenen bir değişimden söz ediyoruz. Hatta bu isim değişiklikleri 90’lı yıllarda birçok parodileştirmeye ya da entel karikatürlerine de konu olacaktır. Bunu nasıl okumalıyız? Öncelikle haklı talepleri de olan bir farklılaşma seti inşa etmek olarak okuyabiliriz. Başta eğitimli kentli kesimler tarafından eski isimler kırsal-köy çağrışımları nedeniyle tercih edilmemeye başlayacaktır. Yeni isimler geniş bir edebiyat-şiir literatüründen alındığı için bu eğitim vurgusunu da gösteriyor. Yani aslında çok masum gibi görünen, haklı talepleri de olan bu dönüşüm, aslında bir kültür savaşının da uçlarını veriyor.
Oysa Anadolu Ajansı’ndan öğrendiğimiz kadarıyla bu değişmiş görünüyor. Ajansa göre, Türkiye’de geçen yıl dünyaya gelen çocuklara en fazla verilen isimler, kız çocuklarında “Zeynep”, erkeklerde ise “Yusuf” oldu. İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nden alınan bilgiye göre, ülke genelinde 1 Ocak-31 Aralık 2009 tarihleri arasında aileler, 2007 ve 2008 yıllarında olduğu gibi yeni doğan erkek bebeklere en çok “Yusuf” ismini verdi. Bu dönemde 10 bin 775 aile erkek bebeklerine “Yusuf” ismini verirken, 9 bin 536 aile “Arda”, 8 bin 884 aile “Mehmet”, 7 bin 308 aile “Ahmet”, 7 bin 65 aile ise “Enes”i tercih etti. Kız bebeklerde de 2007 ve 2008 yıllarındaki gibi en fazla ilgi gören isim “Zeynep” oldu. 2009’da doğan 15 bin 97 kız bebeğe “Zeynep” adı verildi. 12 bin 124 kız bebeğe “Elif”, 8 bin 90 bebeğe “Ecrin”, 7 bin 712 bebeğe de “Yağmur” isimleri konuldu. 2000-2005 yıllarında ise kızlarda Zeynep, Merve, İrem, erkeklerde Mehmet, Yusuf, Furkan, Mustafa ve Emre çocuklara en fazla konulan isimlerdi. Peki bunu nasıl okuyacağız?
İlk okuma 2001 kriziyle sarsılan, kötümserleşen yeni orta sınıflarda gerçekleşen bir “mahalleye dönüş” refleksi olabilir. Diğeri ise isimlerdeki farklılaşma alt sınıflarda dahil fazlasıyla yaygınlaştığı, rutinleştiği için eski isimlere dönüşün, özellikle eğitimli kesimlerde yeni bir farklılaşma talebi olduğu. Elbette bütün bunu, bu iki yönü, her şeyin sebebi olarak görmek doğru olmamakla beraber, yine de üzerinde düşünmeye değer diye düşünüyoruz.
Biliyoruz ki, kültür savaşları hiç masum değildir!
PS: 26 Aralık 2008 tarihli Düzanlam Kültür yazımda ve öncesinde Yeni Orta Sınıf kitabımda açmaya çalıştığım bu kritik kırılma,  21.01.2009 tarihli Taraf gazetesinde Zeki Coşkun tarafından Göze Gelenler isimli  yazısında da vurgulandı. Kendisi de bir akademisyen olan Coşkun’dan “akademik saygı” açısından  bir dipnot beklerdik.