Zeytin dalı dedi ki…

Aydın Afacan

‘Yaprağın dilini öğrenin’ dedi, ‘Yoksa tepenize yıkılacak Dünya!’ Evet, milyon yılın unutturamadığı tek dildir o, esintinin, akışın dili; şiirlere dağılmıştır alfabesi, resimlere, hiyerogliflere… Yeryüzünün bütün dillerinde yankılanan ancak kimsenin tam olarak konuşamadığı bir dil… Her bir şairin ancak birkaç harfiyle buluşabildiği, her bir ressamın ancak birkaç çizgisine değinebildiği bir alfabe; müzik ustalarının notalarda neyin izini sürdüğünü merak ediyorsanız, rüzgârın ağaçlarla, yaprakların sularla söyleşisine bakın! Ne var ki ‘çözmeye’ kalkışmamalı, çünkü ‘akışın’ alfabesidir o, ancak ve ancak hissedilebilir! İnsanlığın binyıllardır bazen hayranlık ve hayret bazen de kuşku ve küçümsemeyle karşıladığı şiirler, şarkılar, masallar, resimler o alfabenin ‘kırıntılarını’ taşır. Ayırmanın, hükmetmenin, aşağılamanın değil, kalbin inceliğin dilidir. İnsanlığın ana dili odur!


Ağaç ölürse

Eskilere çok eskilere bakılırsa, göğü yukarıda tutan bir ağaç varmış, bu işin bilimiyle uğraşanların ‘kozmik direk’ ya da ‘kozmik ağaç’ dedikleri bir şey. Ortasındaymış dünyanın, herkesin her gün yanından geçtiği ama kimselerin görmediği… Böyle düşünürmüş eskiler ve şairler… Öyle ya da böyle ‘mavi gezegen’ denilen yerküreyi ayakta tutan ağaçlar değil midir?

Gökyüzünü tepemizde öyle masmavi tutan nedir ki? Ağaçların oralı olduğu söylenir, mutlu ağaçların. Kökleri gökteymiş onların; Hint Upanişadlarından Dante’nin ‘Cennet’ine kadar birçok yerde karşılaşırsınız ağaçların o haliyle. Kozmik ağaç, hayat ağacı, ölmez ağacı, saadet ağacı, muhabbet ağacı, Tuba… Yeryüzünün para sever, beton sever sakinleri, unutmayın, ağaç ölürse, ne şehirlerinize diktiğiniz yeşil naylonlar ne beton mezarlarınız, hiçbir şey kurtaramaz sizi!

Zeytin’i konuşmak

Zeytini konuşmak hayatı konuşmaktır; güneşi, tepelerden aşağı rüzgârı, ‘hep beraber kardeş elleriyle işlenmiş toprağı’, Ege’yi, Adriyatik’i, ‘Korinthos güneşi’ni, Cordoba yolundaki Lorca’yı, Akdeniz’i, güney kıyılarının Tamazight ezgilerini, Kartaca’yı, Fenike’yi… Zeytinin harfleri de şiirlere dağılmıştır. Antik şairlerden modern şairlere, Akdeniz’in bir ucundan ötekine, Lorca’dan İlhan Berk’e Nâzım Hikmet’ten Elytis’e birçok şairde uç verir; renk ve çizgileri de Van Gogh’tan Claude Monet’ye çeşitli ressamlarda. Van Gogh’un ‘Zeytin Ağaçları’ tablosunu düşünün, o ‘esinti’nin içinden nice konuşma geçer, nice dil, nice tarih… Evet, Ercan Yılmaz’ın o şiirli vurgusuyla: “Söyleyecek sözü olmalı insanın zeytin ağaçlarına dair; akıtacağı gözyaşları…”

Bindiği dalı ‘kırmak’

Zeytin dalını kırmak, ‘bindiği dalı kesmektir’. Barış hayattır çünkü. Savaşın korkunç yüzünü yine gösterdiği, ‘ekonomik denge’, strateji- taktik, ‘reel politik’, ‘kâr-zarar’ vb. cepheleriyle konuşulduğu günlerdeyiz. Korkunç yanını sergileyen şiddet görüntüleri bir yana, sözcüğün her anlamıyla en dramatik biçimde göründüğü yer, özellikle çocukların gözleridir. Orada o bakışlar karşısında söylenecek bir şey kalmıyor. Çocukların gözleri için barış, ‘kardeşimin gömleği için barış’ diyen Neruda’nın yazdığı gibi “Barış, doğan şafaklar için barış,/ barış köprüler için, barış şaraplar için,/ barış beni eğiten alfabe için/ toprakla ve sevdayla sarıp sarmalayıp/ eski bir şarkıyı/ kanımda tırmandıran alfabe için barış,/ barış sabahları kente/ ekmek uyandırırken sizi. /…/ barış kardeşimin gömleği için/ barış rüzgâr mührü gibi kitaptakine /…/ barış külleri için o ölülerin/ ve öteki ölülerin /…/ yaşayan ne varsa barış:/ barış tüm topraklar için, barış tüm sular için…” (çev. E. Alkan)

Hallirrothios’un baltası

Efsaneye göre Atina’nın koruyuculuğu için Olympos’lu tanrılardan ikisi yarışır: Poseidon ve Athena. Denizler tanrısı Poseidon bir akropolde bir tuz gölü açar tanrıça Athena ise zeytin ağacı sunar. Zeytin ağacı olağanüstüdür. Olympos tanrıları ağacın görkemi karşısında büyülenir ve yarışı Athena kazanır. Yarış sonrasında esenlik için Athena zeytin ağacından bir dal alıp Poseidon’a verir ve aralarında barış olur. Böylece Atina kentine Athena’nın adı verilir. Ne var ki, Poseidon’un oğullarından Hallirrothios babasının ‘kaybından’ dolayı kin duymaktadır. Bir gün o zeytin ağacını kesmeye kalkar ama balta mucizevi biçimde elinden kurtulup Hallirrothios’un kendi kafasını keser! Bu arada ‘zeytine and’ içildiğini de anımsatmak gerekiyor…

***

Şiir 'paragrafı'

Bu ‘paragraf’ın konuğu Ali Cengizkan’ın ‘Yürüyüşler ve Duruşlar’ (1984) kitabından. İnceliklerin mimarı bir şairin şiiri ‘Yağmur suyu topladım sana’. Onun şiirini, sözgelimi ‘Solfasol Otobüsü’nü bilenler, o şiirin Ankara’dan ‘dünyaya doğru’ hayata inceden nasıl değindiğini iyi bilirler. Cengizkan’ın gündelik pratiklerden hayatın ücra noktalarına değinen şiirinde bellek ve anımsatma önemli yer tutar. ‘Yağmur suyu topladım sana’ da belleğe ilişkin oluşuyla dikkat çeken bir şiir; bir tür yol, yolda oluş ve yoldaşlık görgüsü. Yalın bir söyleyişle dile gelen ve her bakımdan ‘hatıra’ değeri taşıyan bir akış var; damlaların yolculuğu evet:

Yağmur suyu topladım sana
Bütün yoldakilerin adına.

Yağmur suyu topladım, bilesin diye
Kekik kokusu burnunun direğinde
Arkadaşım var o dağlarda yaşayan
O yolları yürüyen, o damlara düşen
O sulardan geçen, o sularda yatan
O suları içen; bilesin diye
Nasıl damıtılır su, nasıl hakedilir

Nasıl umut kapısı olunur,
gece yürüyüşünde.
(6 Haziran 1982)