AKP'nin 22 Temmuz seçimlerinde beklenenin üzerinde oy alması, iktidara kitle desteğinin arttığını gösterdi.Seçim değerlendirmeleri genellikle AKP'nin bu başarısının....

AKP'nin 22 Temmuz seçimlerinde beklenenin üzerinde oy alması, iktidara kitle desteğinin arttığını gösterdi.Seçim değerlendirmeleri genellikle AKP'nin bu başarısının nereden kaynaklandığı ve seçmenlerin, kendilerine alternatif olarak sunulan CHP-MHP koalisyonuna neden iltifat etmediği soruları üzerinden sürdürülüyor. Bu değerlendirmeler elbette önemli, ancak sadece içinde yer aldığımız siyasal alanın yapısını açıklamaya yetiyor. Siyasal alanın muhafazakarlıkla başlayıp milliyetçilikle biten bir fasit daireye dönüşmüş olduğu apaçık ortada olduğundan, bu alan açıklamaları solun varoluşsal sorunlarına işaret etmiyor.

Yayımlanan araştırmalar, seçimlere katılanların oy verirken esas olarak ekonomik nedenler ve beklentilerle hareket ettiğini ve AKP'nin toplumun yoksul kesimlerinden daha fazla oy aldığını gösterdi.

Çalışanların ücretlerinde kayıplarını telafi edecek bir artış olmamasına, milyonlarca insanın işsizliğinin devam etmesine, gelir dağılımının daha da bozulmasına karşın, bu kesimlerin büyük çoğunluğunun hangi nedenlerle AKP'nin hükümet etmesini uygun bulduğu sorusunu ilk önce sorması gerekenler sosyalistlerdir. Sınıf eksenini esas alarak, son kertede ekonomik ilişkilerin belirlediği bir toplum tasavvuru üzerinden politik faaliyet sürdüren bir siyasi hareket için bu sorudan daha hayati başka bir soru olabilir mi?

Seçim yasalarının anti-demokratikliği, seçimlerin adil koşullarda yapılmadığı, iş adamları ve holding medyasının AKP'yi desteklediği, sırrına tam olarak vakıf olamadığımız rant dağıtım mekanizmalarının malum ve meçhul kaynaklarıyla seçimlerin bir promosyon kampanyasına çevrildiği doğrudur. Ama bu ülkede parlamentarizm yıllardır zaten böyle işliyor.AKP, kendi toplumsal örgütlenme ağı üzerinden, himayeci bir anlayışla onu yeniden üretebiliyor.

Yoksullaşan insanlar, kendiliğinden muhalefete kalkışabileceği gibi, ayakta kalmak için sistemin sahiplerine yanaşmayı da tercih edebiliyor. Tek başına hakkını aramaya kalkanın canından bezdirildiği, kitlesel hak aramaya kalkanların burnundan getirildiği bir ülkede muhalefet kendiliğinden yükselmiyor. Kitlelerin kandırılmış olması gibi basmakalıp bir söylem de, bu durumu açıklamak için yeterli ve uygun görünmüyor. Zaten, bu söylemi benimsemiş olanların sözü halka küfretmeye kadar getirebildiklerini ibretle izlemedik mi?

Bu ülkede solun bir geleceği olacaksa, bu her şeyden önce toplumda bugün çıkmaz sokaklara çevrilmeye çalışılan muhalefet etme ve karşı koyma yollarının açılmasına bağlı. Bu yüzden en küçük bir hak arayışının yanında ve içerisinde olabilmek gerekiyor. Sendikaların her geçen gün güçsüzleştirilmeye çalışıldığı, toplu sözleşme ve grev hakkının giderek kullanılamaz hale getirildiği koşullarda, sendikalaşmak için işinden atılma riskini üstlenebilen insanlara ve hala grev hakkını kullanmaya kararlı işçilere aslında teşekkür borçluyuz. Solun bundan böyle siyaseten varolabilmesi buna bağlıdır. Sol muhalefetin sorununun bir aritmetik işlemi olarak algılanması bu yüzden bir hata olacaktır.

Seçimlere öncesindeki bir yılda gelişen olaylara baktığımızda bu problemi kimlerin birlikte çözebileceği açıkça görülüyor. Daha geniş bir birliktelik içinde bir araya gelebilecekler zaten hayatın içinde kendiliğinden ortaya çıkmış durumda. Her türlü hazırlıksızlığa, amatörlüğe ve birikmiş önyargılara rağmen, seçimler sırasında kimlerin birbirine yakın durabileceğini, durmak zorunda olduğunu bütün taraflar anlamış olmalı.

Seçimlerde güçlü bir sol seçeneğin oluştu-rulamadığından ve seçim sonrasında sevinç duyabileceğimiz çok fazla şey bulunmadığından söz ediyorsak, solun mevcut olanaklarıyla oluşan birlikteliklerin sürdürülmesi, gelecekte solun etkin bir politik harekete dönüşmesini isteyen herkes için zorunlu görünüyor.