Küresel borsalardaki düşüş, kripto para piyasalarındaki kriz, Kaftancıoğlu’na reva görülen hukuksuzluk... Ülke ve dünya gündemi arasından yazı konusu belirlemek zorlaşınca 10 maddede değerlendirme yolunu tercih ettim.

10 olayla iç ve dış gündem

Yoğun dünya ve Türkiye gündemi arasından yazı konusu belirlemek de açıkçası kolay olmadı. Her biri geleceğe de damga vurabilecek gündemlerden on tanesini, kısa kısa değerlendirme yolunu seçmek en pratik çözüm oldu.

Gerici hamleler sürüyor

Her geçen gün laikliği hiçe sayan, şeriat kurallarını normalleştiren yeni uygulamalara rastlanıyor. Eskişehir Kültür Festivalinin ahlaka aykırı görüntüler, içki içiliyordu gibi gerekçelerle yasaklanması, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin geleneksel “İnek Bayramı” konusunda Ankara Üniversitesi’nin adli inceleme başlatması bu zırvalıklara eklenen son halkalar.

Pegasus Hava Yolları’nın Ramazanda içki sofrasından yaptığı paylaşım nedeniyle bir çalışanını işten çıkarması, özel sektörün seküler kesiminin de “gericileşme” basıncını ensesinde hissettiğinin ve buna teslim olduğunun açık bir örneği. Sanatçı Melis Sözen’in kıyafetinin dekolteliğini suç olarak niteleyen eski MHP milletvekiline verilen sert tepkiler, toplumda laikliğe sahip çıkanların kararlılıklarının sürdüğünü gösteriyor. Özellikle halkın geçim sorunlarında sıkıştıkça, iktidarın laik-muhafazakar kutuplaşmasını derinleştirerek, gündemi saptırma çabalarına önümüzdeki dönemde de sık sık tanık olacağız gibi görünüyor.

10-olayla-ic-ve-dis-gundem-1016429-1.

Dünya gıda krizi kapıda

Covid pandemisi ve şiddetli kuraklık nedeniyle zaten yükselme trendinde olan gıda fiyatları Ukrayna savaşının yarattığı nakliye sorunları nedeniyle tavan yaptı. Endonezya’nın palm yağı ihracatını yasaklamasının ardından, Hindistan da buğday ihracatında aynı yola gitti. BM tarafından 21 milyonu çocuk 45 milyon kişinin açlık sınırında olduğu belirtiliyor.

G-7 ülkeleri Rusya’nın Ukrayna’nın hububat sevkiyatını engellemesini kınarken, başta ABD ve üye ülkeler savaşın bitmesi için hiçbir çaba sergilemediği gibi, aksine çatışmaları körüklüyor. Gıda fiyatlarındaki bu seyrin öncelikle Afrika ve Asya, dünyadaki yoksul ülkelerde büyük bir insani trajedi yaratması, 2007’deki benzer gıda ayaklanmalarının patlak vermesi kaçınılmaz gözüküyor.

Kaftancıoğlu’na reva görülen

Gezi ve Kobani davalarındaki hukuksuzlukların ardından Canan Kaftancıoğlu’na yıllar önceki sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek verilen siyasetten yasaklama cezası, AKP rejiminin seçimler yaklaşırken her türlü kanunsuzluğa baş vurabileceğini ve adaleti zedeleyeceği adımı atabileceğini, normal bir seçim süreci yaşanmayacağını gösterdi.

İmamoğlu’nun Karadeniz gezisinin ardından toplumsal muhalefette gözlenen dağınıklık hali, yerini Kaftancıoğlu’na kitlesel bir sahip çıkışla birlik ve dayanışma havasına bıraktı. Kılıçdaroğlu’nun kanunsuz para militer örgüt Sadat çıkarması da, yerinde bir hamle olarak geniş destek buldu. Her iki konuda da iktidar sözcülerinin inandırıcılıktan uzak, düşük profilli açıklamaları kendi cephelerinde de tam bir mutabakat sağlayamadıklarının, kamuoyu nezdinde fikri hegemonyalarının iyice zayıfladığının belirtisi sayılabilir.

Sığınmacı sorununun kaşınması

Sığınmacıları hedef alan ırkçı açıklamalar, tepkileri bu sorunun asıl vebalini taşıyan emperyalizm ve AKP rejiminden uzaklaştırıp, sürecin mağduru sade insanlara yöneltiyor. Bunca tahrike karşın şu ana kadar büyük bir şiddet dalgasının yaşanmaması, yarın böyle bir tehlikeyle karşılaşılmayacağı anlamına gelmiyor. Son dönemdeki öfke patlamasının sığınmacıların aynı mahallelerde yaşadığı, işini elinden aldığı, kiralarını yükselttiği kent yoksullarından ziyade şehirli orta sınıflardan yükselmesi dikkat çekiyor.

Sığınmacıların tedirgin ettiği, özellikle tatil ve bayram günleri kendi yaşam alanlarında görünür olmalarından dahi rahatsızlık duyan bu kesimler daha ziyade sosyal medya paylaşımlarıyla, Zafer Partisi’nin yabancı düşmanı açıklamalarına alkış tutarak tepkilerini ifade ediyorlar. Ancak provakasyonlara çok açık bir ortam bulunuyor. Bu konuda sosyalist partiler, küçük farklarla da olsa insani yaklaşımları, enternasyonalist vurgularıyla bir kez daha toplumun vicdanını temsil ettiklerini göstererek, iyi bir sınav verdiler.

Kripto para piyasaları krizde

Tüm dünyada 1.3 trilyon dolarlık bir sektör haline gelen kripto para piyasalarında büyük bir deprem yaşanıyor. Hafta 26 milyar dolarlık bir piyasa değerine ulaşan, kendini “stable coin”, yani istikrarlı para olarak pazarlayan Terra’da satışlara başladı. Fiyatını 1 dolara çıpalama iddiası kısa sürede yalanlandı. Birbirlerini karşılıklı destekleyen “kardeş para” Luna da hemen ardından çöktü. Belki daha da önemlisi, Tether adlı, 180 milyar dolarlık “istikrarlı para” pazarının en büyük kripto parasının güvenirliliği de tartışılmaya başladı. 1 dolar garantisi fiyatının 95 cente gerilemesiyle tartışmalı hale geldi.

Tether’in özelliği, bir kripto paradan diğerine geçişte ara mola olanağı sağlaması, likidite unsuru olmasıydı. Böylelikle kripto pazarının, merkez bankaları tarafından yaratılan “itibari paralara” alternatif bir ekosistem oluşturduğu iddiası da sarsıldı. Nitekim piyasanın belirleyici oyuncusu Bitcoin’in fiyatı da daha Kasım’da 69 bin dolar iken 31 bin dolara kadar düştü. Türkiye’de de 4 milyon civarı yatırımcıyla 1 milyar dolara ulaşan kripto para piyasasındaki bu sarsıntı, çoğu amatör milyonlarca yatırımcının büyük zararlara uğraması, kişisel trajediler yaşanması riski taşıyor.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği

Tayyip Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine ilişkin “olumlu bir düşünce içinde değiliz” açıklaması, anlamlı bir gerekçeye dayanmıyor. NATO’nun ABD’nin öncülüğünde Rusya’yı tüm kanatlardan kuşatmaya, adeta daha şiddetli çatışmalara davetiye çıkarmaya dayanan saldırgan tutumu, böyle bir gerekçeyle veto edilse, Erdoğan açısından doğru bir çıkış sayılabilirdi. Ancak söz konusu ülkelerin PKK’nın faaliyetlerine, sol örgütlerin varlığına göz yumması bahanesi, en hafifinden konunun bağlamı dışında kalıyor. Batıdan yeni tavizler koparma düşüncesi ve/veya iç politikada propaganda malzemesi yapma planı gibi pragmatik düşüncelere dayandığı izlenimi veriyor.

10-olayla-ic-ve-dis-gundem-1016430-1.

AKP’de iç çatlaklar derinleşiyor

Erdoğan’ın dış politikada, arkasında yenilip yutulmaz iddialar bırakarak çok hızlı manevralar yapmasina kendi yandaş camiası dahi ayak uydurmakta zorlanıyor. “ABD’nin desteğiyle iktidara geldik” diye itirafta bulunan Ethem Sancak’ın üstünün çizilmesinden sonra, Cahit Özkan’ın köprünün altından çok suların aktığını algılayamayarak BAE’yi “FETÖ finansörlüğü” ile suçlaması, AKP içinde suların kolay durulmayacağını gösteriyor.

Bülent Arınç’ın Kaftancıoğlu kararının hukukla bağdaşmayacağı iması da iç çatlaklardan biri sayılabilir. AKP’nin kitle desteği zayıfladıkça bu sorunların derinleşeceği, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimini kaybedeceğinin anlaşılması halinde ise, daha ciddi kavgaların patlat vereceğini tahmin edebiliriz.

Küresel borsalar düşüşte

13 Mayıs Cuma günü ABD hisse senedi borsaları bir toparlanma belirtisi gösterse de, belli başlı endeksler haftayı yüzde ikinin üzerinde kayıplarla kapattı. Son altı ayda teknoloji ağırlıklı Nasdaq yüzde 26, Sand P 500 yüzde 14 ve Dow Jones yüzde 11 düştü. Tüm Avrupa endekslerinde de kayda değer gerilemeler gerçekleşti.

Faizlerin yükselmesi tahvil piyasalarında da, fiyatların gerilemesi kaynaklı ciddi zararlara yol açtı. Bu gelişmeler üç açıdan önemli. Birincisi, tüm finansal piyasalar birbirine bağlı olduğu için, bir varlık sınıfındaki satışlar, özellikle teminat tamamlama gereğinden ötürü diğerlerinde de satışları tetikliyor. Top yekun bir kriz riskini artırıyor. İkincisi, finansal varlıkların zarar ettirmesi, reel varlıklara özellikle emtialara yönelmeyi getiriyor. Buradaki yükseliş ise enflasyonu körüklüyor. Üçüncüsü, başta ABD gelişmiş ülkelerde nüfusun büyük çoğunluğu özellikle emekli fonları nedeniyle borsaları yakından izliyor. Düşüşler “fakirleşiyorum” duygusu yaratıyor. Buna “refah etkisi” deniyor. Böyle bir karamsarlık psikolojisinin mal ve hizmetlere talebi düşürmek, reel ekonomiyi daha da yavaşlatmak tehlikesi bulunuyor.

Stagflasyon tehlikesi

Geçtiğimiz hafta açıklanan ekonomik veriler, durgunluk ile enflasyonun bir arada yaşanacağı bir sürece doğru sürüklendiğimiz yargısını güçlendirdi. TÜİK istatistiklerine göre Mart ayında kış şartları ortadan kalkmasına karşın işsizlik %0.8 artışla %11.5’e yükseldi. Sanayi üretimi ise bir önceki aya göre %1.8 azaldı. Kredi kartı harcamaları yıl başından bu yana %31.7 tüketici enflasyonuna karşın, sadece %15 arttı. Geçtiğimiz hafta ise nominal anlamda da gerileme sergiledi. Yılbaşındaki ücret artışlarının harcamaları öne çekme eğilimine rağmen zayıf seyreden talep, önümüzdeki aylarda satın alma gücünün giderek erozyona uğramasıyla iyice hız kesebilir. Stagflasyon belirtileri netleşebilir.


Döviz kurları sıçradı

2 hafta içerisinde dolar kuru yaklaşık %5 sıçramayla 15.50 liraya taşındı. Bu gelişmede elbette doların küresel piyasalarda yükselişinin de etkisi var. Ancak her hafta kamunun 5-6 milyar dolar döviz sattığı belirtilerine karşın böyle bir artış görülmesi, üstelik geçtiğimiz hafta ağırlıklı bireylerden gelmek üzere pariteden arındırılmış döviz mevduatlarının 1.7 milyar dolar yükselişi kaygıları artırıyor.

Döviz hareketleri çok hassas bir dengeye dayanmak zorunda: eğer kurlar hiç oynamazsa, en son 782 milyar liraya dayanan KKM’deki tasarruf sahipleri faiz geliri sağlayamayacaklar, sistem dışına çıkma eğilimine girebilecekler. Kurların hızlı hareketi ise, bir kez daha kontrolden çıkma riskini artıracak.KKM`nin bütçe üzerindeki yükünü ağırlaştıracak Bu nedenle kur cephesinde önümüzdeki iki hafta kritik görünüyor. Kurun 15.50 lira civarında istikrar kazanması, kur krizini sonra nüksetmek üzere bir süre daha erteleyebilir.