Politik bir kuşağın içinden geldik. Hayatımız, öğrenciliğimiz büyük ölçüde sonrasıyla birlikte politikayla şekillendi. Okumalarımız da

Politik bir kuşağın içinden geldik. Hayatımız, öğrenciliğimiz büyük ölçüde sonrasıyla birlikte politikayla şekillendi. Okumalarımız da büyük  ölçüde politikti. Okumalarımız arasında Marksist klasikler ve felsefe kitapları başı çekenlerdi. Öğrenciyken “kimilerince” küçümsendiğini bile bile, arada konsantrasyon yükseltmek için de olsa edebiyat okurduk. Kendi adıma liseli yıllarımdaki edebiyat okumalarımı hiçbir zaman yitirmediğimi itiraf edeyim de içim rahat etsin. O politik okumalı yoğun yıllarımda, askeri birliklerin nizamiye girişlerindeki “doldur, kapa ve boşalt” emirnamelerini çağrıştırırcasına aradaki edebiyat okumaları da dahil hâlâ edebiyat okuruyum.
Bugün size kısmen “hafif” sayılabilecek iki çalışmadan söz etmek istiyorum. Ama bu iki çalışmadan söz etmeden evvel bir “Maya Kehaneti” olan 2012 yılı ile ilgili bilgi paylaşımı yapıp sonra mevzuya girmek istiyorum.
Mayaların  şaşırtıcı ölçüde astronomi bilgisine sahip olduğunu artık biliyoruz. Sadece Güneş, Ay ve Mars gibi bugün amatör gözlemcilerin bile gözlemleyebildiği gezegenlerle değil, neredeyse bütün uzak yıldızları, yıldız gruplarını ve bunların hareketlerini gözlemlediklerini de biliyoruz.
Mayalar, bu gözlemleri sayesinde bir yılı bizim bugün bilgisayarlarla hesapladığımız süreden milyonda bir hata payı ile hesaplamışlardı. 21 Aralık 2012 tarihi ve sonrası olarak ifade edilen fenomenin çıkış noktası eski bir Orta Amerika uygarlığı olan Mayalar’ın kullandığı takvim sistemi. Maya kozmogonisine göre, dünyanın geçmişi, 13 Baktun’luk (aşağı yukarı 5125 yıl) devrelerden oluşur ve bunların her birinin bitimi, dünya için radikal değişimler ve büyük yenilikler içerir. İçinde bulunduğumuz devre, Mayalara göre beşinci ve son devredir ve 13.0.0.0.0 tarihinde son bulacaktır. Bizim takvimimize göre sözü edilen bu tarih, 21 Aralık 2012’ye denk gelmektedir. Yani anlayacağınız 21 Aralık 2012’de dağlar kükremeye başlayacak, depremler kentleri yutacak, tufan yaşanacak, sel suları karalara saldıracak. İnsanoğlu, çamur ve batağa gömülecek. Okyanuslar, kıyıdan yükselecek, eski kıtalar gömülecek, yenileri dirilecek. Atlantis ve Mu kıtaları, okyanuslarda 2011 den itibaren yer yüzüne çıkacak. Avrupa, Afrika ve Asya kıyıları tsunami dalgaları ile yok olacak.
İşte bu tezi adeta doğrulama noktasından hareketle iki kitap okudum, meramım onları paylaşmak.
Biri Oya Baydar’ın son kitabı ‘Çöplüğün Generali’, diğeri de Mesut Baştürk’ün ‘2012’de çok şey değişecek-Bêtirsê’ kitabı.
Oya Baydar’ın kitabını haklı olarak doğrulayacak bir karikatürü de Haslet Soyöz Milliyet’te çizmişti. Yeraltı kaynaklarımız fışkırıyor ve fışkıranlar: Bombalar, silahlar, mermiler… Çöplüğün Generali kurguya göre “hayali” bir ülkede geçiyor. Ama bu hayali ülke sanıldığı kadar hayali değil. Aslında okur kitabın sayfaları arasında gezindikçe fark ediyor ki çok tanıdık bir ülke! İşte o “hayali” ya da “tanıdık” ülkede günün birinde çöplüklerde, parklarda, arazilerde; daha önceden gömülüp atılmış, ya da günü geldiğinde kullanılmak üzere araziye “zulalanıp” terk edilmiş bombalar, mermiler silahlar bulunmaya başlanır. Ürkütücü boyutlardadır bulunanlar. Bu durum dikkatli bir yazarın gözünden kaçmaz. Bu çerçevede bir roman yazmaya yeltenir yazar. Ne var ki, yazar romanını yazarken aniden ortadan kaybolur.
Sonrasında yine bir akademisyen bir bilimsel kongre için evinden çıkıp hava alanına uçağa yetişmeye çalışırken sapa bir yola girer ve her şey çorap söküğü gibi ortaya çıkar. Suni bir big-bang patlaması yaratılmıştır o hayali ülkede, ya da gerçekten her bir yere mantar gibi serpilen, ekilen, dökülen patlayıcılar koca ülkede boyverip patlamıştır. Yeni bir toplum yaratılmış ve o çılgın yılların hafıza kaybı dönemsel bir bilinç yitimi şeklinde bir boş sayfa olarak toplumun siciline işlemiştir.
Mesut Baştürk, ‘2012’de Çok Şey Değişecek’ adını verdiği kitabında dünyadaki güç dengesini değiştirecek İran’daki nükleer gücün harekete geçmesinden önce Irak Kürdistanı’nın Hewlêr şehri ile İsrail’in Tel Aviv şehrinde ön uyarı şeklinde El Kaide militanlarınca patlatılacak bombalar üzerine kurmuş kitabını.
İşin doğrusu iki kitabı da peşpeşe okumamın gerçekten rahatlatıcılığını yaşadım diyebilirim. 1980’li yıllarda bir yıl süreyle okuma alışkanlığım kaybolmasın diye polisiye ve gerilim romanları, Agatha Chiristie, John Le Carre kitapları okumuştum bir yıl kadar.
İki kitap birbirini yedekliyor, ya da tamamlıyor. Oya Baydar’ın ‘Çöplüğün Generali’ salt gerilim romanı değil, aynı zamanda şimdiye dek “derin”lerde kalmış ve adı şimdilerde “Ergenekon” olarak telaffuz edilen ve Ergenekon’la birlikte pıtrak gibi biten “sahipsiz” mühimmatların yaratacağı kurgusal dünyayı anlatıyor. Mesut Baştürk’ün ‘2012’de Çok Şey Değişecek’ kitabı ise kolay okunur bir light politik bilim kurgu.
Peşinen söyleyeyim Anti-Amerikancıların özellikle Güney Kürdistan kurgusallığı realitesi saikıyle çok hoşlarına gitmese de gerilim dozu ve kurgu tekniği hayli iyi bir çalışma. Baştürk daha önce de ‘Esat, Polat ve Azad’ romanında; zaman makinesiyle 2000’li yıllardan 1980’li yılların Diyarbakır beş no’lu zindanına düşen çakma kahraman Polat Alemdar’ın gözüyle bir Diyarbakır Cezaevi kurgu romanı yazmıştı.
Sonuç da 2012 ya da bugün veya daha sonrası çocukluk günlerimizden bu yana hep bir “Kıyamet” senaryosunun üretildiği, yenilenerek sunulduğu bir kurgu dünya. Kopar mı kıyamet, kimin başına, bilinmez. Ama hoşça vakit geçirmek için de olsa malum Maya Takviminin gününe şunun şurasında iki sene kala Mayalar’a bir selam kabilinden bu tür okumalara da ihtiyaç var…