Polyanna’nın iyimserliği doğası gereği değildi, mutlu olmak zorunda kalacak kadar acı çekiyordu. Bizim umudumuz hayatı tozpembe gördüğümüzden değil, durum o kadar karanlık ki umutsuz olmaya hakkımız yok.

Sokağa çıkmak, hakkımızı aramak için bir şeyleri değiştirebileceğimize inanmaya ihtiyacımız var. Şüphesiz ki değiştirebiliriz. Değiştirildi, değiştirdik, değiştiriyoruz.

Aslında bunları söylemek benim haddim değil. Yahut bunları söylemek hepimizin boynunun borcu. Tanık olmakla, soru sormakla, tepesi atmakla, başkaldırmakla, direnmekle, hesap sormakla mükellefiz. Zaruretle olmaz, inanmakla olur. O sebeple inanmak zaruridir. Mücadele etmek, hakkımızı alacağımız ümidini taşımaktan geçiyor. Haksızlık karşısında öfkelenmek, zulme direnmek, mücadele edebileceğimize dair umudumuzdan kaynaklanıyor. Güzel günlere inanmakla mükellefiz. Bize pompalanan, “bu memleket adam olmaz,” “bu adamlarla baş edilmez,” “dünyanın düzeni bu”lara teslim olup mücadelenin beyhude olduğu hissiyle rehavete kapılırsak, hayat kimi görüntülerini uyku arasında kopuk kopuk hatırladığımız bir televizyon yayınına dönüşecek.

Yıl sonu değerlendirmesi: 2014, “Bugünüm harap oldu dünden iyi midir ki” günlerden mütevellitti. Toprak altından çıkarılıp tekrar toprak altına gömülenlerin, göğün yedi kat üstünden zemine çakılanların namazını kaza diye kıldırmaya çalıştı bize zalimler. Umut fakirin ekmeği değil lakin fakir ekmeğini ancak umudun verdiği hak arama cesaretiyle kazanabiliyor. İş güvenliği, emeğini karşılayacak kadar ücret, insani çalışma saatleri taleplerini ancak o cesaretle dillendirebiliyor.

Dışardan bakılınca çok sıkıcı görünüyoruzdur muhtemelen: Memleket, memleket meselelerinin konuşulduğu dev bir okul kantini gibi, toplumcu gerçekçi romanlardaki sürekli ya siyaset ya siyasetin edebiyata sirayet etmiş halini konuşan karakterler gibiyiz, bir el örgüsü süvetere tamamız… Oysa heyecanla, bir insanı olsun sokağa çıkaracak cümleleri arıyoruz. Hep birlikte muktedire geri adım attıracak adımlar atmanın yollarını bulmaya çalışıyoruz. Sokaklar ancak çıkıp hakkımızı ararsak yol olur bize.

“Bunları hep dikkat çekmek için yapıyor, ağlar ağlar susar” deyip şımartmamak için ilgilenmiyor görünmeye çalıştığımız çocuğumuz gibi muktedir: “Bunları hep gündemi değiştirmek için söylüyorlar” Ağlatıp ağlatıp yine de susmuyorlar. Kriz dönemlerinde ortaya atılan konular… Üç çocuk, üç de yetmez beş tane, sezaryen fıtratta yok, kürtaja hayır, doğum kontrolü vatan hainliği… Evliliğini kurtarmak için çocuk yapanlar gibi iktidarı kurtarmak için üçer beşer doğuruyoruz demek. Mevzu değişsin diye yapılmış çocuklardan oluşan bir nesil geliyor!.. Bizim zamanımızda ergenlik depresyonuna girilince anneye “beni kendi zevkin için doğurdun” diye hesap sorulurdu. Bizim çocuklarımız, “beni gündemin değişmesi için doğurdun” diye hesap soracak demek…

Gündem gündemi değiştirmek için yaratılan gündemlerden oluşuyorsa, bunca rezilliğin, zulmün bile perdeleyemeyip yeni kepazeliklere ihtiyaç duyuran esas gündemin korkunçluğu ne boyutta acaba…

Dikkatleri yaptıklarından dediklerine çekmeye çalışıyorlar, dediklerini de yapmanın yoluna bakıyorlar. Çıkaracakları hiçbir rezalet, fıtratlarından kaynaklanan kendi rezilliklerini örtemez. Zoraki ihtişamları, çıkarları için ne denli küçüldüklerini gizleyemez. Yüzü olmayanın bin odalı sarayı olsa ne, olmasa ne…

Muhtaç oldukları vicdan kendi bünyelerinde mevcut olmadığından, yüzsüzlüklerini, zalimliklerini övünerek savunuyorlar. Diyorlar ki, “bu günlere bir günde gelmedik. Yıllardır bunun için çalışıyoruz.” Muktedirler şu anda çocukluk hayallerini yaşıyorsa, yüksek ihtimal “büyüyünce ne olacaksın?” sorusunu “rezil olucam” diye cevaplıyorlardı.

Biz tüm bu karanlık içinde, öfkelenecek kadar umutlu olmakla mükellefiz. Beyhudelik duygusuyla pes edersek, seyirci kalmakla yırtamayız, muktedir onu gördüğümüz televizyon ekranının içinden bizi kumanda eder de fark etmeyiz bile.

Biz hayatı tozpembe görmüyoruz, durum o kadar karanlık ki umutsuz olmaya hakkımız yok. O sebeple hepimize iyi yıllar.