Yerel seçimler öncesinde ve sonrasında gelişen toplumsal muhalefet dinamikleri sindirildi. Pandemi, ekonomik kriz gibi hayatın içinden sorunlara karşı çözüm yaratılmadı. Sağcı ittifak stratejisi iflas etti.

2019’un mesajı anlaşılmadı: Seçimler Nasıl Kaybedildi - 2
Moto kuryelerin kitlesel eylemleri geçtiğimiz yılın öne çıkan toplumsal hareketlerinden biri oldu. (Fotoğraf: Depo Photos)

Yol Politika Kolektifi olarak, 14-28 Mayıs seçimlerinde muhalefetin yenilgisini, “Nasıl Kaybedildi” sorusu etrafında tartıştığımız yazı dizimizde, muhalefetin geçtiğimiz 4 yıldaki stratejisinin ana hatlarını, kritik dönüm noktalarını, toplumsal muhalefetle kurduğu ilişkiyi masaya yatırdık.

30 Temmuz günü BirGün Pazar’da, Oğuzhan Müftüoğlu söyleşisi ile başlayan dizimize, bugün 2019 yerel seçimlerinden aldığı ve alamadığı dersler etrafında sürdürüyoruz.

31 Mart yerel seçimleri sonucunda CHP, İYİ Parti ve HDP’nin nispi ittifakı, nüfus yoğunluğu en yüksek 5 şehrin de içinde olduğu toplam 14 büyükşehir belediyesi kazandı. Ankara ve İstanbul büyükşehir belediyeleri, 25 yıl sonra el değiştirdi. İstanbul seçimleri AKP’nin YSK üzerindeki baskısı ile tekrarlanırken, muhalefet adayı Ekrem İmamoğlu, ikinci seçimde oy farkını açarak kazandı.

2019 yerel seçimleri, ülkedeki siyasi gidişat açısından bir milada dönüştü. O zaman 17. Yılında olan AKP iktidarının, 2015 genel seçimleri ardından aldığı bu ikinci büyük yenilgi, muhalefetin toplum nezdinde iktidarı sarsacak desteğe ulaştığını gösteriyordu.

ZORBALIK KAYBETTİ UMUT KAZANDI

AKP’nin ilk kez seçim kaybettiği 7 Haziran-1 Kasım aralığındaki iç savaş ortamı, ardından kent merkezlerinde gerçekleşen canlı bomba saldırıları, 15 Temmuz darbe girişimi ve sonucunda iki yıl süren ülke geneli OHAL’in kaldırılmasından sonra yapılan seçimi muhalefetin nasıl kazandığını, 1 Nisan 2019 tarihli BirGün Manşeti özetler nitelikteydi. Seçimlerin ardından yorumcular, artık iktidarda bir ‘pat’ durumu olduğuna, devletin kontrolünün iktidarda kalsa bile toplumun yüzünü muhalefete çevirdiğine işaret ediyordu. Bir sonraki genel seçimin erken seçime dahi dönüşebileceği konuşulurken, iktidarın gidişine kesin gözüyle bakılıyordu.

Peki ne oldu da geçen 4 yılın ardından pat durumu iktidarın lehine bozuldu? 2019’da muhalefete kazandıran fakat 2023’te kaybettiren neydi?

MUHALEFETİN MÜTTEFİK SEÇİMLERİ

2019 seçimlerinin ardından, CHP’nin ana seçim gündemini ittifak siyaseti ve belediyelerin durumu işgal etmeye başladı. Ankara’da İYİ Parti, İstanbul’da HDP’nin desteğinin belirleyici olduğu açığa çıktıktan sonra CHP liderliği, İYİ Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti ile geliştirdiği ortaklığı, AKP’den ayrılan isimlerin kurduğu Deva ve Gelecek Partilerine genişleterek, 5 sağ parti ile birlikte 6’lı masayı kurdu.

CHP Türkiye’nin kaderini belirleyecek seçimlere giden süreci sağcı partilerle kurarken toplumun ilerici birikimlerinin; sendikalar, meslek örgütleri, kadın hareketleri vb. toplumsal muhalefet örgütlerinin sürecin dışına itilmesi de izlenen sağa yönelmiş bir politikanın sonucu olarak gerçekleşti. Bu kesimlerin adaylık, toplumsal taleplerin ortaya çıkması, hatta sandıkların korunması dahil tüm bu süreçlerin aktif parçası yapılması istenmedi. Sağın içinde kalmak ve toplumu böyle ikna edeceğini düşünmek, muhalif kesimlerin en dinamik unsurlarının pasifleştirilmesiyle sonuçlandı. Bu tercih, bugünkü seçim yenilgisinde de çok büyük bir rol oynadı.

HDP ile ilişkiler ise tüm kamuoyunun farkında olmasına rağmen, görüntüde masa altından yürütüldü. Bu strateji, bir yandan AKP’nin Kürt hareketini marjinalize etme stratejisini muhalefet açısından meşrulaştırırken, öbür yandan da ilişkiyi hiçbir demokratikleşme ve kucaklaşma imkanı üretmeyen bir çıkar ortaklığına dönüştürdü. Nitekim geçtiğimiz 4 yılda AKP’nin sınır ötesi operasyonlarının neredeyse hepsine CHP-İYİP tarafından verilen koşulsuz destek de bu çıkar ortaklığını iktidar açısından neredeyse avantajlı hale getirdi.

‘SANDIĞI BEKLEYİN’ STRATEJİSİ YIKIM GETİRDİ

Geçen 4 yılda muhalefetin siyasetsizliği, yalnızca Kürt sorunu ve sınır ötesi operasyonlarla da sınırlı değildi. 2020-2021 yıllarını içine alan pandemi döneminde tüm dünyada yükselen toplumsal talepler hiçbir şekilde benimsenmedi. Artan enflasyonla birlikte halkın alım gücünün gitgide zayıflamasına verilen siyasi tepkiler, yalnızca fiyatların ifşaatı ile sınırlı kaldı. Kendiliğinden gelişen tek tük sokak eylemlerinden tüm ülkeyi saran kurye grevlerine, geçtiğimiz 4 yılda sokağı işaret eden tüm toplumsal momentler “sandığı bekleyin” yaklaşımıyla pasifleştirilmeye ve marjinalize edilmeye çalışıldı.

Oysa 2019 yerel seçimleri, sokağın iç savaş, darbe, terör saldırısı ve hatta OHAL ile susturulmasına karşın AKP’ye karşı en direngen güç olan toplumsal muhalefetin etkisinin kırılamadığını göstermiş oldu. İktidarın gerilemesi, 2013’te Gezi isyanıyla başlayan, baskılara rağmen referandum süreci, adalet yürüyüşü, laik eğitim mücadelesi gibi farklı dönüm noktalarında yeniden yükselişe geçen sokak muhalefetinin bir sonucuydu. Ekonomideki bozulma bugünkü kadar ağırlaşmasa dahi halk gitgide daha güvencesiz bırakılmış, gericileşme toplumun tahammül sınırlarını zorlayan noktaya gelmişti. Yerel seçim sürecinde de her ne kadar belediye başkanlarının farklı siyasal yönelimleri öne çıkarılmaya çalışılsa da yaratılan hava kimlikleri aşan şekilde halkın AKP karşısında bir araya gelme ortaklığının kurulduğunu gösteriyordu.

Muhalefet ise bu bir araya geliş zeminini oluşturan toplumsal muhalefetten hem kopma hem de pasifleştirme stratejisi izleyerek gelecek 4 yılda daha fazla sağcılaşmaya yatırım yaptı. 

MUHALEFETİN PANDEMİ DÖNEMİNDE ÖNE ÇIKAN HATALARI

Muhalefet blokunun pandemi ve ardından gelen iktisadi ve toplumsal sorunlara karşı mücadele vermek anlamında oldukça sınırlı bir çabası olduğu ortada. Bu konularda kimi politikalar önerildiyse de büyük oranda yerel yönetimler ölçeğinde, hizmet üretimine dayalı ve iyileştirici uygulama önerileri olmakla sınırlı kalıp toplumsal eşitliği hedefleyen bir kamucu nitelikten yoksun sembolik uygulamalar biçiminde hayata geçirildi. Dahası hizmet üretimine dair bu politikalar/öneriler, sorunları yaratan koşulları ortadan kaldırmayı hedefleyen bir söyleme dayandırılmadı. Toplumsal hayatı eşitlikçi bir biçimde dönüştürmeye yönelik siyaset yokluğunun yanı sıra bu politikalar bürokratik bir söylemle sınırlı kalarak toplumsal taleplere dönüştürülmedi.

Bu bağlamda pandemi sürecinde CHP tarafından ortaya atılan 5’li çetenin projelerinin, KÖİ’lerin kamulaştırılması tartışması da muhalefet blokunun hem kendi içinde hem de sermaye ve toplumsal alana dair tahayyülünü ifade eden önemli bir uğrak olarak düşünülebilir. Şirketlerin kârı hesaplanarak belirlenecek bir meblağ karşılığında yapılacak bir “devlete tahsis” olarak sınırlandırılan kamulaştırma kavrayışı toplumsal ve iktisadi sorunlara dair bir yanıt üretmekten çok uzakken muhalefet bloku içinde de muğlaklığın bir simgesine dönüştü. “5li çetenin” ötesinde, 20 yıldır gerçekleştirilen farklı alanlardaki özelleştirme/piyasalaştırma projelerinin tümü için; sağlık, eğitim, enerji, telekomünikasyon, ulaşım, gıda gibi… Kamulaştırma, özelleştirmeler yoluyla toplumsal eşitsizlikleri derinleştiren mal ve hizmetler üzerinde bir iddia ve talep… Bu anlamda bugünkü kamu otoritesi olarak devletin halktan ve ihtiyaçlarından muaf bir “kamu” olması da şirketlerden oluşan bir “kamuoyuna” sahip olması da sorunsallaşıyor. 

MUHALİF BELEDİYELER ZAYIFLADI

Gezi Direnişi ve hemen ardından yapılan yerel seçimler muhalefet açısından önemli dersler barındıran bir dönemeç olmuştu. Direniş antidemokratik bir itirazla birlikte nasıl bir yönetim, nasıl bir yaşam ve bunlarla içe içe geçmiş biçimde nasıl bir yerel yönetim, nasıl bir kent istiyoruz sorularını da tartışmaya açmıştı. Bu anlamda kentsel mekanın nasıl yönetileceğine dair bir demokratikleşme talebi de barındırıyordu. Bu talep park forumlarında, mahalle dayanışmalarında önemli bir gündem olarak ele alındı. Bu doğrultuda kent hareketlerinin özellikle de İstanbul’da görebileceğimiz çok sayıda müdahale ve mücadeleleri de oldu. Kamusal alanların kullanımından kültürel dönüşüm dayatmalarına, çevresel kirlilikten gıda hakkına uzanan birçok tartışma toplumsal mücadelenin konusu haline geldi. Bu bilincin güce dönüştüğü bir zamana denk düşen 2019 yerel seçimleri de bir kazanım yanılgısı yarattı. Sayılı da olsa kamusal alanların ve kamusal hizmetlerin işlev ve nitelikleri bakımından gerçekten kimi kazanımlar elde edildi. Öte yandan seçimlerin tek başına kazanım olduğu yanılgısı bir yılgınlığı beraberinde getirdi; bağımsız ve /veya sol kentsel muhalefeti gerileten bir etki yarattı. Yerel yönetimlerin, bu kentsel inisiyatiflerin ve halkın katılımlarını da içerecek düzenlemeler yapmaktan uzak durması bir kentsel muhalefet fikrini artan şekilde marjinalize etti ve geriletti.

YARIN: Dr. Fevziye Sayılan
Yazar Hakkı Özdal