AKP rejiminin Batı emperyalizmiyle çelişkisi büyük ölçüde S-400 krizinde düğümleniyor. Özellikle Avrupa, Türkiye’nin NATO’dan kopmaması, Rusya-Çin-İran ekseninin etki alanından çıkabilmesi için RTE’ye yeni bir kredi açmaya hazır görünüyor. Çünkü Türkiye’de en fazla doğrudan yabancı sermaye yatırımı bulunan, en yüksek miktarda kredi alacağına sahip, Türk bankacılık sektöründe ciddi bir ağırlık kazanan, en büyük hacimde karşılıklı dış […]

AKP rejiminin Batı emperyalizmiyle çelişkisi büyük ölçüde S-400 krizinde düğümleniyor. Özellikle Avrupa, Türkiye’nin NATO’dan kopmaması, Rusya-Çin-İran ekseninin etki alanından çıkabilmesi için RTE’ye yeni bir kredi açmaya hazır görünüyor. Çünkü Türkiye’de en fazla doğrudan yabancı sermaye yatırımı bulunan, en yüksek miktarda kredi alacağına sahip, Türk bankacılık sektöründe ciddi bir ağırlık kazanan, en büyük hacimde karşılıklı dış ticaret gerçekleştiren coğrafya Avrupa, özellikle AB ülkeleri.

Bu uzlaşma eğilimi, Financial Times gazetesinin 21 Mart 2019 tarihli editoryal köşesinde çok açık biçimde hissediliyordu. Özetle, biz senden demokrasi, özgürlük standartlarını tutturmanı beklemiyoruz, tüm otoriter eğilimlerinle seni olduğun gibi kabule hazırız. Topraklarında bulunan 3.5 milyon mülteci kozunun elini güçlendirdiğinin de farkındayız. Ancak ekonomi cephesinde sıkıştığını, can simidi sanarak sarıldığın Çin, Katar, Rusya’dan umut ettiğin maddi desteği alamadığını da görüyoruz. Yüzünü güldürecek “sıcak parayı” ancak ve ancak Londra, Frankfurt ve New York’dan sağlayabilirsin. Senden tek isteğimiz, şu S-400 anlaşmasını iptal etmen, tekrar NATO’nun kanatları altına sığınman…

Döviz Üzerinden Gündem Belirleme Hamlesi

Gelgelelim 31 Mart yerel seçimleri arifesinde RTE’nin seçmenin aklını çelmekten başka bir gündemi olamazdı. Yıpranan dış ilişkileri tamir etmeye çalışmanın şimdi zamanı değildi. “Beka” temasının istenilen milliyetçi kabarmayı sağlayamadığı, Yeni Zelanda ve Avustralya’ya saydırmanın vatandaşların hislerine değemediği bir ortamda, ekonomik krizin bedelini “küresel güçlere” yıkmak son çare olabilir miydi acaba? Son bir yılda işsiz sayısının 1 milyondan fazla arttığı, 4 milyondan fazla kişinin istihdam piyasasında kendine yer bulamadığı bir ülkede bana kalırsa bu son hamle de sonuç verecek gibi görünmüyor…

İsterseniz bu noktada döviz kurlarındaki son dalgalanmayı “hamasetin” dışına taşıyarak serinkanlı biçimde değerlendirmeye çalışalım. Başlangıç noktası olarak 1989’da yürürlüğe giren 32 sayılı kararı temel alabiliriz. Bu düzenlemeyle Türkiye sermaye hareketlerini (bizce yanlış bir kararla) serbest bırakıyordu. Çünkü iktisatta “imkansız üçlü” denilen bir durum vardır. Sermaye hareketlerini serbest bırakmak-para politikasıyla faizleri yönetmek- döviz kuru düzeyini kontrol etmek menüsünden ancak iki tercih yapabilirsiniz. Sermaye kontrollerinden vazgeçince döviz ile faizden sadece birini belirleyebilirsiniz. Son dönemde izlediğimiz gibi telkinle bankaları kredi ve mevduat faizlerini aşağı çekmeye zorlarsanız, bu arada sınırlı rezervlerinizle döviz kurunu tutmaya çalışırsanız dikişler er veya geç patlar, nitekim beklenen süreç 22 Mart’ta başlayıverdi…

Olgularla J.P. Morgan Raporu

Gelgelelim J.P. Morgan konusuna. Finans kapitalin bu küresel devini korumak bize düşmez. Zaten geçmişte bu sütunlarda da incelediğimiz Madoff skandalından, faizlerde manipülasyona karıştığı ortaya çıkan “Libor Vakasına” kadar bir çok kirli işte parmağı bulunan bir bankadan söz ediyoruz. Gelgelelim müşterilerine yatırım tavsiyesi olarak hazırlanan malum araştırma notuna göz attığımızda gerçek dışı bir bulguya rastlayamıyoruz. Zaten notun servis edildiği 22 Mart tarihinde TL’nin dolara karşı değer kaybetmeye başlaması bir anlamda bankanın öngörülerini doğrulamış oldu.

Peki J.P. Morgan Ne Diyor? Merkez Bankası’nın (MB) ödemeler dengesine etki yapmak için döviz rezervi desteği sürdürülemez, seçimden sonra gevşetilebilir. Meali: 31 Mart sonrası döviz kurları yükselebilir. Gerçekten de, benim gibi rezerv pozisyonunu MB’nin perşembe günleri yayımladığı Para ve Banka İstatistiklerinden izleyenler açısından 1-15 Mart tarihleri arasında net döviz rezervlerinin 5.6 milyar azalması dikkat çekiciydi. (Konuyla ilgilenenlere Dünya Gazetesi’nde Alaattin Aktaş’ın 25 Mart 2019 tarihli ayrıntılı analizini öneririm.)

Yerlilerin dövize yönelmesi kur üzerindeki basıncın temel nedenidir. Gerçekten de katılım bankaları da dahil edilirse döviz tevdiat hesapları 15 Mart’ta 207 milyar doları aştı. Bunun 26 milyar doları yabancıların, geri kalanı yerlilerin paraları. Özellikle gerçek kişilerin döviz mevduatları 2018 sonundan bu yana 9.2 milyar dolar artmış. Sadece ekonomik beklentiler üzerinden yatırım yapan tasarruf sahipleri döviz ve TL faiz arasında gidip geliyor. Son zamanlarda TL hesaplarında beklediklerini bulamayanların dövize yöneldiklerini tahmin etmek zor değil. Muhafazakar vatandaşlar ise faiz gelirine yanaşmadıkları için döviz hesaplarını tercih ediyorlar. Bu değerlendirmeleri el yordamıyla yapıyor, haliyle tasarruf sahiplerinin “inanca göre” kırılımı hakkında net bir kestirimde bulunamıyoruz.

J.P. Morgan başka ne diyor? Nisan ve Mayıs aylarında yüklü dış borç yenilemeleri gerektiğini söylüyor. Hazine’nin borç geri ödeme istatistiklerini incelediğimizde Nisanda 8.1 milyar dolar (5.1’i bankaların), Mayısta 8.2 milyar dolar (6.3’ü bankaların) dış borç geri ödemesi bulunduğunu görüyoruz. Bu da otomatikman kurları zorlayacak bir döviz talebini tetikler. Bankaların dış borç yenileme oranının %70’lere kadar düşmesinin de sıkıntı yarattığını ayrıca biliyoruz.

J.P. Morgan ayrıca fazla konuşulmayan jeopolitik risklere de dikkat çekiyor. “Carry trade” diğer bir ifadeyle yabancıların TL faizlerinin göreceli yüksekliğinin cazibesiyle Türkiye’ye yönelmesinin koruma sağladığını, bu nedenle dolar kurunun yakın dönemde 6’nın üzerine çıkmasının beklenemeyeceğini ekliyor.

Özetle, J.P. Morgan gibi bankaların aç gözlülüğünü söylemeye bile gerek yok. Ne var ki, Türkiye ekonomisine ilişkin değerlendirmeleri istatistiklerle, objektif bilgilerle de doğrulanan gerçeklere işaret ediyor.
Ne yazık ki, dövizle doğrudan işi olmayan sade yurttaş açısından da bu çetrefilli istatistikler daha fazla işsizlik, daha yüksek enflasyon, gerileyecek sosyal programlar anlamına geliyor.

Umut ederiz ki “seçim sonrası bunun faturasını size ağır keseceğiz” tehditleri de seçmenin ağır faturayı 31 Mart’ta Cumhur İttifakı’na kesmesini önleyemeyecek.