abd-buyukelcisi-bize-ne-anlatti-366068-1.

Sakalı göğsüne kadar uzanmış CHP’li vekili görünce hatırlıyorsunuz: Sahiden OHAL hâlâ devam ediyor!

CHP Milletvekili Aytuğ Atıcı, 450 gündür, yani OHAL ilanından bu yana sakallarını kesmedi. Söylediğine göre, OHAL kalkıncaya kadar da kesmeyecek.

Oysa, nasıl da alışmıştık bu hallere. Olağanüstü haller olağan hale gelivermişti neredeyse. Arada bir Nuriye ve Semih için iki adım yürüyüp iki kelam etti diye bir ton copla saldırılanları... 10 Ekim’de Gar katliamında hayatını kaybedenleri anmak için yola çıkıp da aynı akıbete uğramaktan zor kurtulanları... Kadıköy’de ahalinin yan gözle bakıp geçtiği “eylemci” kadınları... Daha birkaç “münferit” grubu / olayı bir kenara bırakın... Her şey olağan!

Tamam, Ankara’dan İstanbul’a yürüdük. Yürüdük ama “adalet” diye! “OHAL KALKSIN” diye değil.

Oysa, OHAL varsa hukuk / adalet yok. OHAL varsa laiklik yok. OHAL varsa kadınların can güvenliği yok. OHAL varsa Meclis’te boy göstermenin anlamı yok.

Ne olur, hatırlayın!

Bu ülkenin cumhurbaşkanı, iş adamlarına “OHAL sayesinde greve izin vermiyoruz, hiç olmadığı kadar rahatsınız” demedi mi! OHAL sayesinde Nuriye ve Semih dahil on binlerce kişi işinden / kariyerinden / geleceğinden olmadı mı! OHAL sayesinde televizyonlar, gazeteler el değiştirmedi mi!

•••

Derken… İki olay peş peşe patladı.

ABD Konsolosluk çalışanı krizi… Enis Berberoğlu kararı…

»ENİS BERBEROĞLU hakkındaki mahkûmiyet kararı, biliyorsunuz, istinaf mahkemesi tarafından bozuldu. Yani, Enis yeniden yargılanacak. Bu durumda ne olması gerekir? Elbette Enis’in bir an önce / hemen / derhal tahliye edilmesi. Ama öyle olmadı. Bakın; Dünya Bankası verilerine göre, “dünyanın en yoksul ülkesi” Burundi. Kişi başına milli gelir sadece ve sadece 275 dolar. Oysa, başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Hani -başta Yiğit Bulut olmak üzere- saray danışmanları “başkanlıkla yönetilen ülkeler büyüyor, süper oluyor” falan diyordu ya! Burundi öyle. Ama dünyanın “dibinde”. Yine de.. Bana öyle geliyor ki, Enis Berberoğlu vakası orada cereyan etse, Burundili Enis tahliye edilir, özgürlüğüne kavuşurdu. Bizde mümkün olamadı. Bizler susup oturduk. CHP de -Aziz Nesin’i anma vesilesi olsun- sorunu “komisyona havale etti”.

»ABD BAŞKONSOLOSLUĞU krizine gelince. Kaç gündür, ekran danışmanlarından aynı şey duyuyorum: Başkonsolosluk çalışanının tutuklanması “ABD’nin 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında olduğu yolunda en güçlü delil” imiş. Bu iş öyle sıradan bir tutuklama kararı değilmiş. Vs Vs. Tutuklama kararına döneceğiz. Ama önce şu “delil” meselesine bir bakalım.

•••

Ya beyefendilerin algı sisteminde bir arıza var. Ya da bizi salak zannediyorlar.

1) ABD elbette 15 Temmuz girişiminde “perde arkasında”. Hangi darbede, ne zaman olmadı ki zaten. Darbeleri ya bizzat sahneye koydu (bakınız 12 Eylül).. Ya gizliden gizliye seyir ve kontrol etti (bakınız 15 Temmuz).. Bütün bunlar da ayrıntılarıyla -ben dahil- yüzlerce kişi tarafından yıllarca yazıldı, anlatıldı. Okumadınız, dinlemediniz.

2) Ama tam da bu nedenle değil mi zaten; iktidarınızın mensupları önce koltuğa oturmak, sonra da o koltuğu garantilemek için ABD’ye gidip “sunum yaptı”, icazet aldı. Başımıza çuval geçirildiğinde sustu. Yatıp kalkıp “ah şu 1 Mart tezkeresi çıksaydı” diye hayıflandı. RTE ile ABD başkanlarının ne kadar yakın / dost olduğu anlatılıp durdu. Öyle ki, zamanlamaya bakarsanız, tam da ABD’nin dolaplarının anlaşıldığı süreçte, RTE Washington’a gidip Trump ile elele poz verdi. Müttefikimiz ile “hiç olmadığı kadar yakın” olduğumuz manşetlere çıktı.

3) Tamam! Fethullah Gülen, Barzani gibi bu konuda da “aldandınız”. Aman geç olsun güç olmasın, ABD’yi nihayet çözdünüz. Peki, bunun üzerine ne yaptınız? İncirlik’i mi kapattınız? NATO’dan mı çıktınız? Yoo! Dış kapının dış mandalı bir konsolosluk çalışanını alıp içeri tıktınız. ABD vizeyi rafa kaldırınca -bizzat RTE’nin talimatıyla- misilleme yaptınız. Ancak hemen ardından yumuşamanın yollarını aramaya başladınız. “Müttefik” tanımını yeniden piyasaya sürdünüz. Yandaş medya köşecileri, -en azından bir süreliğine- “Kahrolsun Amerika” faslında takılıp kalmışken krizi aşmak için diplomasi trafiğine çıktınız. Belki de, baktınız ki koltuk gider mi gider, Yahudi lobisinden falan yardım rica ettiniz.

•••

Türkiye’de ahalinin ve medyanın önemli bölümünü “Amerikan emperyalizmine karşı omuz omuza” diye kandırmış olabilirsiniz. Nasılsa yakında yavaş yavaş uyanmaya başlarlar.

Ya, dünyayı? Dünyayı kandırabildiniz mi?

OHAL ilan edildiği 20 Temmuz 2016 gününden bu yana, dünya Türkiye’deki hukuksuzlukları konuşuyor. İşten atılmaları, Nuriye ile Semih’i, insan hakları aktivistlerinin “ajan / terörist” diye cezaevine atılmalarını, Enis Berberoğlu’nu, Ahmet Şık’ı ve diğer gazetecileri konuşuyor.

Böyle bir süreçte, ABD Büyükelçisi Bass konsolosluk çalışanının tutuklanması hakkında hukuksuzluktan söz ederse, uluslararası kamuoyu ne düşünür sizce?

“Bu yıl ikinci defa olarak, diplomatik misyonumuzun bir Türk çalışanı Türk yetkili mercileri tarafından tutuklanmıştır. Ancak, bu tutuklamanın neden meydana geldiğini veya ne olduğunu ve şayet varsa çalışanımıza karşı olan delilleri, sarf ettiğimiz tüm çabalarımıza rağmen tespit edemedik. Bu personel, kanun uygulama konularında Türk yetkili kurumlarıyla işbirliğini güçlendirme ve Amerikan ve Türk vatandaşlarının güvenliğini temin etme alanında faaliyet gösteren bir bölümde görev yapmaktadır. Üstelik, çalışma arkadaşımızın avukatına erişimine yeterli izin verilmemiştir.”

Bir büyükelçi, “ÇALIŞMA ARKADAŞIMIZ AVUKATI İLE GÖRÜŞEMEDİ” diyor. “NEDEN TUTUKLANDIĞINI ÖĞRENEMEDİK” diyor. Kısacası, “BU ÜLKEDE HUKUK İŞLEMİYOR” demeye getiriyor. Evrensel hukukun en basit kurallarının bile işlemediğinden yakınıyor. Emin olun, dünya da asıl bunları duyup konuşuyor.

15 Temmuz Darbe Girişimi nasıl sahneye kondu? O gece neler yaşandı? Tahminlerimiz var elbette, ama delilimiz yok.

Oysa 20 Temmuz OHAL darbesinin nasıl gerçekleştiğini ve nelere yol açtığını biliyoruz. Yaşıyoruz.

OHAL her şeyden önce hukuku / adaleti yok etti.

Türkiye’ye milyarlarca dolara, siyasi / ekonomik / kültürel sorunlara yol açan kriz aslında bize bizim hikâyemizi anlatıyor.

OHAL bitmeden; gazeteciler, insan hakları aktivistleri, Nuriye - Semih ve daha niceleri özgürlüğüne kavuşmadan da, hikâyenin değişeceği yok. NOKTA!