Düşünsenize bu acı çektiren insanların hiçbirinin bırakın cezayı itibarlarının bile örselenemediği bir yerde yaşıyoruz. Çorum, Maraş, Sivas çözülmemiş Suruç, Diyarbakır, Ankara çözülsün istiyoruz

Seyit Rıza, sehpaları görünce durumu anladı. “Asacaksınız” dedi ve bana döndü: “Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?” Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı, namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk. “Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz” dedi... Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti. “Evlâdı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir” dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi.” -İhsan Sabri Çağlayangil’in anılarından

alevi-dedeleri-raki-masasinda-88439-1.

Alevi dedeleri rakı masasında düşünmek bile ne kadar renkli değil mi? Ben gördüm. Kendisi de öyle. Hakikaten rakı içen Alevi dedeleri kadar pitoresk çok az şey vardır sanırım. Düşünün ki beş alevi dedesi dinle ilgili olmayan bir buluşmalarında matrak bir sohbet yapıyorlar ve bu sohbetlerinde neredeyse herşeyden bahsediyorlar. Tipik bir rindler sofrası işte. Sonra birisi de oturup beş nefesli enstrüman için bir beste yapıyor. Temsili bir beste. Alevi dedelerin masasını tarife yeltenmiş bir beste. Bu enstrümanların her biri bir alevi dedesini temsil ediyor. O birisi tabii ki böyle çetrefilli anlatımların adamı Fazıl Say.

Alevi Dedeler Rakı Masasında, Fazıl Say’ın Yaylı Çalgılar Beşlisi’nin icra ettiği eserinin adı. Pek çok Fazıl Say eseri gibi bu da dahiyane.
Hem neşeli hem hüzünlü bu eserin Alevileri çok iyi anlattığını düşünüyorum. Alevilerin hayatı da bu kadar zulümün ortasında neşelerini kaybetmemek üzerine kuruludur.

Alevi mahalleleri
Ben Alevilerle pek çok yerde beraber oldum. Tutucu kasabaların, şehirlerin vahalarıdır Alevi mahalleleri. Fethiye’de yaşamak üzere ev bakınırken sorduğum soru şuydu: “Halktan kopuk yaşamak istemiyorum. Yaşadığım yere bir servet ödemek istemiyorum. Ama rakıma, gelenime gidenime karışılsın da istemiyorum. Bana bölge söyleyin”. Sağcısı, solcusu, zengini fakiri hepsinin cevabı aynıydı: Günlükbaşı! Günlükbaşı, yani Fethiye’nin Alevi mahallesi. Hoş şimdilerde Günlükbaşı bir küçük İngiltere oldu ayrı.

Düşünsenize memleketin ciddi bir bölümünde ‘gelenime gidenime, rakıma karışılmasın’ gibi sıradan, çok sıradan bir isteği karşılamanın yolu Alevilere yakın durmaktan geçiyor.

Alevilerin çektiği
Dersim, Sıvas, Çorum, Maraş başta olmak üzere bu ülkedeki katliamların ciddi bir bölümü münhasıran Alevilere dönüktür. Bugün de nasıl ki milliyet kaynaklı şiddet Kürtlerin başındaysa, yobazlık kaynaklı şiddet riskini de en fazla hissedenler Alevilerdir.

Alevi çalıştaylarıyla, hak tanıma sözleriyle topa giren AKP, ‘çok afedersiniz kızılbaş’ düzeyine çekmiştir problemi.

Hem Alevi Hem Zaza: Seyit Rıza
Bugün, Seyit Rıza’nın (Doğum: 1863; Lirtik köyü, Ovacık, Tunceli. İdamı: 15 Kasım 1937, Elâzığ Buğday Meydanı) asılmasının yıldönümü. Ne hikmettir ki Nazım Hikmet’in (1901) ve Sinan Cemgil’in (1944) de doğum günü.

Seyit Rıza, hem Alevi hem Zaza. Hakkındaki bütün iddiaları, bütün Dersim zulüm hikayelerini bir kenara bırakın, Seyit Rıza’nın oğlundan önce asılma isteği bile yerine getirilmemiş. Adamcağızın gözünün önünde asmışlar oğlunu. Memlekette zulüm denince akla ilk gelenlerden bir ihtiyar, bir sembol isim. Bir mahçubiyet abidesi. Yarımağaz bir itibar iadesi teşebbüsü olmuş olsa da hesabı havada kalmış bir muhterem insan.

Memleketin travması
Nasıl ki insan hayatında geçmişte yaşanan travmalar bugünkü psikolojisi üzerinde etkilidir, toplumlar da öyledir. Nasıl ki bir sevdiğiniz ölünce yasını tutmanız gerekir, tutmaz da kendinizi Xanax’larla uyutmayı tercih ederseniz acısı sonradan aheste aheste ve çok daha şiddetli çıkar, toplumlar da öyledir.

Dersim katliamıyla hiç bir şekilde yüzleşilmemiş memleketimizde orayı bombaya boğan ve övünçle Atatürk’e anlatan Sabiha Gökçen’in adı kocaman bir havalimanında. Yukarıdaki satırları yazan İhsan Sabri Çağlayangil mağaralara sığınmış Alevilere nasıl kimyasal sıktıklarını da aynı anılarda sakınmadan çekinmeden anlatır. Ve hatırlayın Hrant’ın öldürülmesine giden süreç dahi Gökçen’i statükoya uygun korumak adına başlatılmıştı.

Düşünsenize bu acı çektiren insanların hiçbirinin bırakın cezayı itibarlarının bile örselenemediği bir yerde yaşıyoruz. Çorum, Maraş, Sivas çözülmemiş Suruç, Diyarbakır, Ankara çözülsün istiyoruz.

Yarın, Silvan’daki abluka kalkabilir. Dün, Cizre’de açılan yara nasıl kapanmadıysa yarın Silvan’daki de kapanmayacak.

Dersim Katliamı ile yüzleşmemiş bir Batı’ya Silvan’da olanı biteni anlatmaya çalışıyoruz. Bırakın bunu Gezi’deki barikata direniş övgüleri dizen bir çok insanın Silvan’daki barikata terör dediğini duyuyoruz.

Rakı yazısı
Farkındasınız, kaç zamandır rakıyla başlayıp rakıyla bitirmeyi başarabildiğim bir yazı yazamadım. Elden bir şey gelmez.

Son olarak şunu söyleyebiliyorum: 1990’larda yaşamıyoruz. Her şey kayıt altında. Bu siyah günler geçecek. Utanç kalacak.

Güzel günlerin şerefine!