Türkiye, 1996’da Fatih Terim yönetiminde tarihinde ilk defa Avrupa Şampiyonası’na katılıyor ancak gol atmaya ve puan almaya muvaffak olamazken kupayı kazanan Almanya oluyordu. Takip eden turnuvada memlekette gruplardan çıkmanın sevincini yaşanırken, son şampiyon 1 puanla grubunu sonuncu bitirerek evine dönüyordu. Alman futbolunun son 10 yılına damgasını vuran altın jenerasyon milenyuma ayak uyduramamıştı. İki kere Dünya Savaşı hezimetinin ardından küllerinden doğmuş gelenek derhal sorun üzerine çalışmaya başladı. 1 yıllık bilimsel hazırlığın ardından 2001 yılında Alman futbolunun 10 yıllık planını açıklandı.

Planın temel mantığı özkaynakların verimli kullanımıydı. İlk önce üst liglerdeki 36 takıma “Altyapı Akademisi” kurma zorunluluğu getirildi. Bu akademilerin minimum standartları (çevre okullarla yapılacak işbirliklerinden çim saha ve masaj salonu detaylarına kadar) da belirlenip akademiler arası rekabeti artıracak, denetimi sağlayacak ve işini iyi yapanları da ödüllendirecek bir yıldızlama sistemi kuruldu. 5-6 yaş grubundan başlayarak göçmen çocukları da kapsayan geniş çaplı bir yetenek taraması yapıldı ve sistematik hale getirildi. Almanlar dünya futbolunun rütbeli temsilcisi olmaya devam etmek istiyorlarsa ülkedeki göçmen genç nüfusu değerlendirmek zorundaydı. Bu sebeple milli takım kapıları esmer futbolcular için de açıldı. Biz Aurelio’nun adını Mehmet olarak değiştirip milli marş ezberletmekle uğraşırken, Almanlar Khedira, Boateng, Mesut Özil gibi yetenekli oyunculara milli formayı veriyor ve ülkedeki göçmenlerin aidiyet duygusunu da perçinleyerek hem sportif hem de sosyolojik kazanımlar elde ediyorlardı. Türkiye Şenol Güneş, Ersun Yanal, Fatih Terim, Hiddink, Abdullah Avcı ve yeniden Terim ile defalarca yapılanmayı deniyor ama kimse hamleleri geniş çaplı ve tabana yayarak yapmayı düşünmüyordu. Başarı kriterimiz Almanya’nın yetiştirdiği oyuncuların milli takım düzeyinde Türkiye’yi seçmeleri oldu.

Futbolun Almancasına ve Türkçesine kulüpler düzeyinde de bakalım. UEFA’nın ekonomik kriterlerini en iyi uygulayan lig olan Bundesliga’da canlı yayın gelirleri kulüplerin toplam gelirlerinin sadece dörtte birini oluştururken birinci sırada maç günü gelirleri geliyor. Bu yıl UEFA kupasında arz-ı endam edecek ve memleketin ekonomik olarak doğru yönetilen sayılı kulüplerinden Başakşehir’in geçtiğimiz sezon evinde oynadığı 17 maçta toplam seyirci sayısının Bundesliga’nın maç başına ortalamasının biraz üstünde (45500) olduğunu düşünürsek, Boz Baykuşlar için maç günü gelirlerinden ziyade maç günü giderlerinden bahsedebiliriz.

Almanya’da futbol takımları yıllık gelirlerinin yaklaşık %38’ini maaş ödemelerine ayırırken kulüplerimiz gelecek yıllardaki gelirlerini ipotek ederek maaş ödemesi yapmaya çalışıyorlar. Alman takımları arta kalan bütçeleriyle altyapı olanakların iyileştirilmesi gibi faydalı şeyler yaparlarken bizimkiler ödeyemedikleri maaşlar sebebiyle mahkemelik oluyorlar.

Türk futbolunu yabancı kısıtlamasının kurtaracağının ilan edilmesinin üzerinden 2 yıl geçmeden yabancı uygulaması yeniden değiştirildi. Takımlarımız artık 14 yabancı istihdam edebiliyor. Almanlar ehliyetin milliyeti olmadığını bildikleri için yabancı oyuncu kısıtlamasına gerek görmemişler. Buna rağmen Bundesliga’da geçtiğimiz sezon forma giyen Alman oyuncu oranı %60’tı. Kaynak yönetimi doğru olunca ithalata da gerek kalmıyor.

Almanlar futbolun toplum için birleştirici olduğunu biliyorlar. Stadyumlar her sınıftan ve her inançtan vatandaşların ortak sosyalleşme alanı olduğu için bilet fiyatlarını satın alma gücü sınırlı taraftarları düşünerek belirliyorlar. En üst iki ligde yer alan 36 takımın 34’üne uygulanan “50 + 1” adını verdikleri kural sayesinde kulüplerin asıl sahipleri taraftarlar. Bu sayede yönetimlerin hegomonik yapıları mecburen demokrasi sınırları içerisinde kalıyor, sermaye grupları gelip kulüpleri satın alamıyor ve hiçbir başkan kulübü despotça yönetemiyor. Bizim coğrafyada ise Kasımpaşa’nın Arma Altı adlı taraftar grubu iki senedir maçları boykot ediyor ama aldırış eden yok. Erdoğan’ın emriyle kulübü devralan Ciner grubunun ilk icraatı Kasımpaşalılar için manevi değeri yüksek olan armayı değiştirmek oluyor. Taraftar sözü dinlemenin basiretsizlik sayıldığı coğrafyada sonuç Kasımpaşa’nın ligimizin en az seyirci ortalamasına sahip takımımlarından birine dönüşmesi...

Futbolun Türkçesinde taraftar tüm kötülüklerin ana sebebi ilan edilirken Almancada futbolun efendisidir. Almanya futbolu akıl ve bilimle yönetilirken, memleket futbolu kaos ve düzensizlikle yönetiliyor. Türk futbolunun günlük kavgalardan uzaklaşıp uzun süreli ve istikrarlı uygulamalarla sorunlarını bilimsel metotlarla ve temele inerek çözdüğü günleri hayal ederek iyi bayramlar diliyorum.