Anton Corbijn’in gözünden

Son 30 yılın popüler kültürüne damga vuran fotoğrafçılardan biri olan Anton Corbijn'in ismini duyunca hala kimsenin aklına bir sinema kariyeri gelmiyor. Bu da çok normal, özellikle de Corbijn'in pek çok ünlünün en fazla tanınan portre fotoğraflarına imza attığı düşünülürse. Bu ünlülerin listesi Bob Dylan'dan Tom Waits'e, U2'dan Björk'e, Robert De Niro'dan Stephen Hawking'e kadar uzanıyor. Metallica, Nirvana, Depeche Mode gibi gruplar için çektiği unutulmaz müzik videoları ve albüm kapakları ise cabası. Corbijn, pek çokları tarafından U2 ve Depeche Mode'un arkasındaki görsel deha olarak tanınıyor. Pek çok alanda unutulmaz başarılara imza atan Hollandalı sanatçı şimdilerde ise sinemaya odaklanmış durumda.
Corbijn'in sinema macerası oldukça geç başladı. 2007'de ilk filmi 'Control'u çektiğinde 52 yaşındaydı. O günden bu yana süren kısa kariyerine 4 film sığdırdı. İlk filmi 'Control' müzik tarihinin en önemli gruplarından biri olarak kabul gören ve Corbijn'in hayatını değiştiren Joy Division üzerine odaklanıyordu. Grubun vokalisti Ian Curtis'in intiharı öncesindeki son günlerini anlatan film, prömiyerini Cannes Film Festivali'nde yapmıştı ve eleştirmenlerden tam not almıştı. 'Control' o yılın sonuna kadar 30'un üzerinde ödül kazandı.

CORBİJN'İN ÖZGÜN TARZI​

anton-corbijn-in-gozunden-93508-1.Corbijn'in ikinci filmi 'The American' başrolüne George Clooney'i yerleştiriyordu. Yalnız bir tetikçinin hikâyesini anlatan 2010 tarihli film, isminin aksine Avrupa arthouse sineması geleneğine yakın duruyordu. Jean-Pierre Melville'in 1967 tarihli unutulmaz klasiği 'Le Samourai'nin ayak izlerinden giden 'The American' hızlı tempolu bir aksiyon filmi bekleyen sinemaseverleri hayal kırıklığına uğrattı, ama eleştirmenlerin gönlünü bir kez daha kazandı. Sonraki filmi 'İnsan Avı / A Most Wanted Man' (2014) geniş kitlelere ulaşamasa da yönetmenliğiyle övgüleri topladı. James Dean ve fotoğrafçısı Dennis Stock arasındaki arkadaşlığa odaklanan son filmi 'Life' ise eleştirel anlamda çok iyi karşılanmasa da yönetmenin kendine özgü tarzını bir kez daha hissedilir kılıyor.

FİLMİN ÖZNESİ KARAKTER​

Corbijn, kasvetli atmosferiyle dikkat çeken, görsel kompozisyonlarıyla hikâyeden çok karakterlere önem veren bir sinemanın peşinde. Western sinemasına çocukluğundan bu yana devam eden düşkünlüğü filmlerinde kendini epey belli ediyor. Corbijn'in filmlerinde diyaloglardan ziyade, tek başına bir yerlere yürüyen adamları seyredersiniz. Hikâye anlatımına Bresson ilhamlı bir minimalist bir yaklaşımı vardır. Pek çok röportajında belirttiği gibi hızlı kurguyu hiç mi hiç sevmez Corbijn. Nitekim onun sinema kariyerine dair söylenecek ilk şeylerden biri, gerek anlatı gerek anlatım düzeyinde "acele"si olmayan filmler çekmiş olması. Çektiği dört film de tür sinemasının formüllerine pek yüz vermeyen, teknik açıdan zanaatkarlığı üst düzey olan filmler.
MTV'nin ilk açıldığı 1980'li yıllarda müzik videosu yönetmek, sinema kariyerine uzanan bir kestirme gibiydi. Sayısız müzik videosu arasından çıkarak ancak birkaç yönetmen istikrarlı bir yönetmenlik kariyeri inşa etmeyi başardı: David Fincher, Michel Gondry, Jonathan Glazer, Spike Jonze ilk akla gelenler. Geç de olsa, Anton Corbijn de bu isimlerin yanında yer alacak gibi. Corbijn'in fotoğraf ve müzik videoları kariyerinde kendine özgü bir tarz inşa ettiği herkesin malumu. Bir röportajında "sinemayı sadece aptal gözükmeyecek kadar bildiğini" söylemiş ve tıpkı kariyerinin diğer alanlarında olduğu gibi yavaş yavaş kendi imzasını oluşturmak istediğini belirtmişti.
Müzisyenleri onun gözünden gördük. Şarkıların görsel dünyasını onun gözünden izledik. Albümlere onun kapak çalışmalarından baktık. Şimdiyse perdedeki hikâye dünyalarını onun gözünden izliyoruz. Özellikle de kendine has bir görsel dünya yaratmasıyla tanınan bir sanatçının yönetmenlik kariyerini izlemek heyecan verici. Şimdiye kadar olan 4 film, sadece daha iyilerinin müjdecisi olabilir.