NEW YORKNew York deli dolu bir kent; lakin gerçekten doluyla deli de var. Fakat yaptığım bir hareket, şehrin delilerini gölgede bıraktı...

NEW YORKNew York deli dolu bir kent; lakin gerçekten doluyla deli de var. Fakat yaptığım bir hareket, şehrin delilerini gölgede bıraktı.

Ankara'dan bir dostumun yakınları Alara ve Ahmet çifti beni arayınca, bir cuma gecesi buluşmaya karar verdik. İkisini de daha önce hiç görmedim... Kitapçıları dolaşıp vakit öldürürken Ahmet aradı. 41. Cadde’de olduğumu söyledim. Ahmet, arabayla dediğim noktaya gelmenin güç olacağını, 40. Cadde’nin köşesinde beni bekleyeceklerini söyledi.

New Jersey plakalı siyah bir arabalarının olduğunu, siyah bir cipin arkasına park ettiğini de ekledi. Bahsettiği caddenin köşesine giderken, biraz geride tarif ettiği şekilde duran bir araç gördüm. New York değil, New Jersey plakalı siyah bir araba ve cipin arkasında duruyor. Arabanın içine bakınca bir bebek sepeti gördüm. Yanlış araba olduğunu düşünerek uzaklaştım. 40. Cadde’nin köşesinde ise bekleyen araba filan yoktu. O sırada Ahmet aradı, köşede beklediğimi söyleyince, “Yahu bizi nasıl göremedin, yanımızdan geçmiş olman lazımdı. Burada polis sıkıştırıyor” diyerek kapattı telefonu. Az önce gördüğümün doğru araba olduğunu anladım. Demek bebekleriyle gelmişlerdi. Hemen geldiğim yöne doğru koşturarak arabanın yanına geldim. Arabanın başındaki polis kızgınlıkla bir şeyler anlatıyordu. Daha tanışmadığım insanların benim yüzümden ceza yiyecek olmalarına da üzülerek, onları “kurtarmam” gerektiğini düşündüm.

Hemen arabanın arka kapısından içeri uzanarak, “ben geldim” gülümseyişi attım ortaya. O da ne: İçeride iki siyahla göz göze geldik. Kadın birden çığlıklar atmaya başladı. Benim bir bebek hırsızı olduğumu iddia ediyor, polise gerekeni yapmasını söylüyordu. Bir kadına, bir sürücü koltuğundaki adama, bir de bebeğe baktım. Tabii en son polise... Bir süre donup kaldıktan sonra dilim çözüldü. İngilizce’de zorlanmama karşın bir anda bülbül kesildim. Turist olduğumu, amacımın hırsızlık olmadığını, yanlış arabaya “daldığımı” anlattım. Ama görevli memur hikâyeme inanmıyordu. Pasaportumu sordu, o da yanımda yok. Sert bir tonlamayla, gözaltına alınacağımı ve ilerideki duvarın önünde onu beklemem gerektiğini söyledi. Ne dediysem dinletemedim. Çaresiz duvarın yanına gittim. Ahmet’i arayarak, beni unutmalarını, bebek hırsızlığı girişimiyle suçlandığımı söyledim. Onları görmesem bile New Jersey’den buraya kadar geldikleri için teşekkür ettim. Sakinliğim Ahmet’i dehşete düşürdü. “Şimdi polis ne yapı yor” dedi. Hâlâ arabadakilerle konuştuğunu söyleyince, “Koş, ileriden seni alayım” dedi. Koşarak kaçarsam gerçekten suç işlemiş olduğum izlenimi vereceğimden, yeniden yakalandığımda derdimi anlatmam bütünüyle imkansızlaşabilirdi. Yine de Ahmet’in dediğini yaptım ve önce yürüyerek sonra koşarak az ileride bekleyen “doğru” arabayı bulabildim bu kez.

Polis, -eğer arıyorsaşu ana kadar beni bulabilmiş değil. Sonuçta, New York gezim yakında bitiyor ama havaalanından çıkabilir miyim bilmiyorum. İnanın şu anlattıklarımın eksiği var, fazlası yok. Ama üzülmeyin, pek bir şey kaybedeceğimi sanmam. Nasıl olsa eğitim gündemi yine YÖK tartışmalarına kilitlendi. Hüseyin Çelik'in keyfi yerinde olmalı, eğitimde atılan olumsuz adımların üzerine yine YÖK şalı örtüldü. Bu biraz daha sürer. Bu iktidarın üniversitenin sorunlarını çözmesinin, ABD adaletine dert anlatmaktan daha uzun süreceğini hiç sanmıyorum.

Not: Buradan eğitimle ilgili bir şeyler yapmadan döneceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Okulları da dolaştım. Hatta İngilizce bilmeyen çocuklara verilen anadil destekli eğitimi izleme fırsatı buldum. Onları da haftaya aktaracağım.