Aşkın fiziği: Aşk bir faz geçişi mi?
Bilimsel olarak aşk beyindedir ve kimyasal bir olaydır. Kalp atışlarını hızlandıran heyecan sırasında beyniniz bol miktarda feniletilamin salgılar. Bu sizi yükseklerde hissettirir. Sonra dopamin ve norepinefrin salgılanır.
Prof. Dr. Sertaç ÖZTÜRK - @Sertac_Oztrk
Aşk sözcülüğü etimolojik olarak aşekadan türetilmiştir ve aşeka Arapça sarmaşık anlamına gelir. Bir sarmaşık gibi sarar insanı aşk. Bazen o sarmaşık seni kurutacak ve zehirleyecek kadar sıkarken, bazen de içinde bir olup sana yeni bir yaşam katar. Bazen yaşadığın en derin acıyı tattırırken, bazen de en mutlu anının yaratıcısıdır. Nedir tam olarak Aşk? Evrimin ortaya çıkardığı bir yanılsama mı, metafiziksel bir olgu mu, kimyanın bir oyunu mu yoksa sadece bir faz geçişi mi? Aşk aslında beyinde gerçekleşen ikinci dereceden bir faz geçişi olabilir mi, aşkın bir fiziği var mı beraber bakalım.
İnsan olmanın en temel ve en derin koşullarından bir tanesi olan aşkın ne olduğu sorusu binlerce yıldır birçok filozofun ilgisini çekmiştir. Platon Şölen kitabında Aristophanes üzerinden aşka mitolojik yaklaşır. Tanrılara karşı koymaya yeltenen insanları Zeus cezalandırıp ikiye böler ve insanın kaderi umutsuzca diğer yarısını aramak olur. Dolayısıyla aşk insanın eksikliğinden ve kendini tamamlama çabasında gelir. Aziz Augustinus’a göre aşk geçici bir deliliktir. Jean-Paul Sartre aşkı bir tür sadizm ya da mazoşizm olarak görür. Özgür olmaya mahkûm olan insanın özgürlüğüne son veren şeydir aşk. Tıpkı Franz Kafka’nın “Kafesin biri bir kuş aramaya çıktı” sözündeki kafes gibidir. Friedrich Nietzsche’ye göre aşk sevme değil sevilme isteğidir ve sevdiği kişinin mutlak sahibi olma çabasıdır. Sonuçta kimse sevdiği için aşk acısı çekmez, sevilmediği ve sahip olamadığı için aşk acısı çeker. Arthur Schopenhauer için aşk insan türünü sürdürmek için bireye kurulmuş tuzaktan başka bir şey değildir. Charles Bukowski aşkı gerçeğin ilk ışıklarında yok olacak bir sis olarak görür. Gilles Deleuze için birine âşık olmak onu kalabalığın içinden çekip çıkarmak, çokluğun içinde tek kılmak ve sonra aynı hızla teklik içindeki çokluğu keşfetmektir. Mevlana’ya göre ise aşk bir buluşma yeri değildir. Çünkü âşıklar en başından beri birbirlerinin içindedir.
Aşk beyindedir
Bilimsel olarak aşk beyindedir ve kimyasal bir olaydır. Kalp atışlarını hızlandıran heyecan sırasında beyniniz bol miktarda feniletilamin salgılar. Bu sizi yükseklerde hissettirir. Sonra dopamin ve norepinefrin salgılanır. Dopamin yoğun zevk duyguları uyarırken, norepinefrin de midede kelebekler uçmasının sorumlusudur. Son parça ise sakinlik ve huzur duygularını veren serotonindir. Aşkın bu kimyasal hormonların dansından ziyade hormonların tetiklediği beyindeki ikinci dereceden bir faz geçişi olabileceği fikri 2022 yılında iki fizikçi tarafından ortaya atıldı. Önde gelen hipotezlerden birine göre beyin ikinci dereceden bir faz geçişinin kritik noktasına yakın bir yerde çalışıyor ve bu kritik noktada çalışma beynin hayatta kalmak için maksimum verimliliğe ulaşmasına izin veriyor. Burada faz geçişi nedir diye küçük bir parantez açayım. Fizikte iki tür faz geçişi vardır. Birinci dereceden faz geçişi buzun suya, suyun buhara dönüşürken gösterdiği hal değişimidir ve gizli bir ısı değişimi vardır. İkinci dereceden faz geçişi ise biraz daha karmaşıktır. Elinizde bir demir parçası olduğunu düşünün. Eğer o demir parçasının sıcaklığını belirli bir kritik sıcaklığın altına düşürürseniz demir parçası birden mıknatıs özelliği gösterir. Yani manyetiksel yönelmede bir değişim, kendiliğinden bir simetri kırılması olur. Bu tür hal değişimlerine de ikinci dereceden faz geçişi denir ve gizli bir ısı değişimi yoktur.
Parametre: Duygu yoğunluğu
Aşkın fiziğindeki temel yaklaşım ise aşk olgusunun insan beynindeki dopamin ve serotonin gibi hormonların etkisi altında doğal olarak meydana gelen ikinci dereceden bir faz geçişi olduğudur ve bunun da aşkın iyi bilinen birçok özelliği açıkladığı iddiasıdır. Uyarılmanın artması (fazla dopamin) ve kısıtlamanın azalmasından (az serotonin) dolayı beyin kritik rejimdeki normal durumdan süper-kritik rejime geçer. Bu geçiş sırasında duygular yoğunlaşır. Faz geçişinin parametresi ise duyguların yoğunluğudur. Faz geçiş modeline göre duygu yoğunluğu (buna a diyelim) zamanın karekökü olarak artar. Yani a~Öt dir. Duygu yoğunluğunun belli bir andaki değişimine bakmak isterseniz onun zamana göre türevini almanız gerekir. Duygu yoğunluğunun sonsuza gittiği an ise t=0 anıdır. Yani çok küçük bir zaman aralığında duygu yoğunluğunda inanılmaz bir artış meydana gelir. İşte buna “ilk görüşte aşk” diyoruz. Peki gerçekten duygular zamanın karekökü ile orantılı mı artıyor? Bu sorunun cevabını araştırmak için en uygun yerin aşk romanları olduğunu düşünüyor bu iki fizikçi ve tüm dünya tarafından beğenilen ve en çok okunan üç tane aşk romanı seçiyorlar. Bunlar W. Shakepeare’den Romeo ve Juliet, H. de Balzac’dan Vadideki Zambak ve J. London’dan Martin Eden. Bu kitaplardan seçtikleri bazı cümleler ile ana karakterin duygu yoğunluğunu ölçecekleri bir anket yapıyorlar. Ana karakterin duygularının zamana göre artışını ikinci dereceden faz geçişi eğrisine yerleştirdiklerinde gayet uyumlu sonuçlar ortaya çıkıyor. Hatta Balzac’ın Vadideki Zambak romanı faz geçişi kuramı ile neredeyse tam olarak uyuşuyor ki bu da Balzac’ın neden insan kalbinin uzmanı olarak ünlendiğini açıklıyor aslında. İkinci dereceden faz geçişi hipotezi aşkın gözünün neden kör olduğuna dair güzel bir açıklama da getiriyor. Süper kritikliğe geçişte sistemde oluşan duyarlılık kaybı ile sevilen kişinin kusurlarına karşı insan kör bir hale geliyor. Belki de evrim için üreme arzusu öyle güçlü ki hayatta kalma içgüdüsü dahil olmak üzere diğer tüm şeylerin üstünde. Bu nedenle beyin kritik rejimde çalıştığı diğer durumların aksine aşk halinde maksimum duyarlılık durumundan kaçınıyor ki üreme sorunsuz bir şekilde devam edebilsin. Bu güzel çalışmayı detaylıca okumak isterseniz referansı aşağıda mevcut.
Bence insan bir kar tanesine benzer. Her bir kar tanesi yer yüzüne düşerken farklı yollar izlediğinden asla aynı parametrelere sahip olmazlar ve bu yüzden şekilleri farklı olur. Tıpkı insanın hayat düşüşünde farklı yollarla şekillenip kendi formunu yaratması gibidir bu. Aşk ise düşüşümüzde fazımızı değiştiren biricik yoldur. Bazı yollar öyle nadide ve eşsizdir ki orada düşmek ayrı bir güzeldir. Yıldızına doğru serbest düşen bir gezegenin yolu gibi.
Dmitry Solnyshkov and Guillaume Malpuech, Love might be a second-order phase transition, Physics Letters A, Volume 445, 2022.