Aşureyi yeniden pişirmek isteriz
‘Ashura’ oyunu, Anadolu’da ‘homojen’ bir toplum yaratmak için zorunlu olarak göç ettirilenlerin hikâyelerini şarkılarla anlatıyor. Yönetmen Avkıran, “Doğduğu topraklarda yeniden aşure pişirmek istiyoruz” diyor.
Işıl ÇALIŞKAN
Anadolu toprakları üzerinde “homojen” bir toplum yaratma adına oradan oraya savrulan, zorunlu olarak göç ettirilen insanların hikâyeleri… Birçoğumuzun hikâyesi anlatılan. 13 dilde söylenen 26 göç şarkısıyla tiyatro sahnesinde. Mustafa Avkıran ile Övül Avkıran ‘Ashura’da yüzlerce yılda oluşan sözlü miras ile resmi tarih bilgisini müzik-tiyatro tanımı içinde yeniden sorguluyor. 1. Uluslararası Bodrum Tiyatro Festivali’nde seyirciyle buluşturulan oyunun sonraki duraklarında Belçika, İngiltere ve Almanya var. Oyunun yönetmeni Mustafa Avkıran ile oyuna dair konuştuk.
Ashura aslında birçoğumuzun hikâyesi. Bu hikâyeyi sahneye taşıma fikri nasıl doğdu?
Ashura, kişisel tarihimizle çok alakalı bir oyun ya da bir eser… Benim anne tarafım Selanik baba tarafım Afrika’dan, Afrika’dan gelen büyük büyük dedem ise bir Yörük köyünde bir Yörük kızı ile evlenince çarşı karışmış… Övül’ün (Avkıran) baba tarafı Selanik anne tarafı Makedonya. O da bir göçmen çocuğu, bu yanımız da ortak yani. Anneannem ölene kadar Selanik anlatırdı, çok küçükmüş geldiğinde, masal gibi anlatırdı. Onun ölümüyle başladı her şey. Onun anısına ancak onunla aynı kaderi paylaşan milyonlar için bir iş yapma isteği ile başladı süreç. Öyle başladı ama mesele çok daha derin olduğundan büyüdü açıldı, derinleşti… Kendimizi içinde hissetmediğimiz, kendimizi içine koymadığımız işleri yapmıyoruz bir süredir. Ashura çok uzun zamana yayılan bir yaratı süreci. Bildiğimiz kodları neredeyse hiç kullanmadan yaptığımız bir araştırmanın sonucu. Kendi göç hikâyelerimize baktık, çevremize, üzerinde yaşadığımız coğrafyaya. Bu topraklarda yaşayan neredeyse herkes göçmen. Ya birinci ya da ikinci kuşaktan göçmen. Göç etmeye zorlanan, oradan oraya savrulan, dilleri ve dinleri yasak olan insanların hikâyesini anlatmak isteği… İki aşamalı bir prodüksiyon süreci oldu, ilk versiyona neos cosmos 3+3+963 dedik ki bu benim kişisel kodlarım, ikinci versiyonu ise Ashura, yıl 2004 İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali. Nasıl bir oyun bu, tiyatro mu konser mi? Karar veremedi tiyatroyu bilenler, tiyatro üzerine söz söyleyenler. Sonra sonra müziktiyatro dedik tıpkı dans tiyatrosu dediğimiz gibi… Şimdi daha kolay anlatıyoruz ne yaptığımız niye yaptığımızı nasıl yaptığımızı, yirmi yılda çok şey değişti.
AZINLIKLARA TOLERANSI AZALAN BİR TÜRKİYE
Oyundan önce “Birlikte yaşamayı, ‘öteki’ ile barışmayı, karışmayı başaramadı insanoğlu. Çok kültürlü bir hayatı reddedip azaldı” yazısı karşıladı seyirciyi. Günümüzde ‘öteki’ye bakışta Türkiye’nin durduğu yeri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıllık tarihine baktığınızda, bir analiz yapmaya çalıştığınızda karşınıza çıkan resim, homojen olmaya çalışan bir ulus devlet. Ötekilere, azınlıklara toleransı gittikçe azalan, Türkiye’de yaşıyorsan Türk ve Müslüman olman gerektiğini savunan bir devlet düzeni. Ben aleviyim, ben lazım, ben kürdüm demenin, ben eşcinselim demenin neredeyse yasak olduğu bir düzen. Bunu söyleyenin de linç edileceğini bilerek konuştuğu bir ortam. Birlikte yaşamak mümkün oysa.
Türkiye’nin kültürel çeşitliliği ve aşure benzetmesine dair sizin yorumunuz ne olur?
Bütün ulus devletlerin tek özlemi var; homojen bir toplum yaratmak. Birlikte yaşamayı hep özleyerek ancak ötekini hep ötekileştirerek yok sayarak var olmaya çalışıyorlar. Oysa özellikle Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın çok kültürlü yapısının bir anlamda devamı. Eğer bir mirastan söz ediyorsak o miras ancak aşure gibi olmalı. Yani üç semavi dinde karşılığı olan aşure gününe ait bilgiden söz ediyoruz. Ortak bir mirastan. Her bir din kendinden öncekini kötüleyerek yok sayarak yok etmeye çalışarak büyümüş ve çoğalmış. Tarih din savaşları ile dolu. Hâlâ savaşıyorlar, hâlâ paylaşamıyorlar altında yatacakları toprakları…
Aşure, Nuh’un gemisinden. Yoklukta, elde ne varsa, hem tatlı hem tuzlu olan yiyeceklerle yapılan ve içindeki her malzemenin kendi tadı, kokusu, şekliyle varlığını koruduğu çok özel bir yemek, çorba, tatlı… bir mozaik değil.
KENDİMİ BİLDİM BİLELİ SAVAŞIN İÇİNDEYİM
Oyunun değdiği yerlerden biri de dil, inanç, mezhep farklılıklarının doğurduğu sonuçlar. Bugün yaşanan savaşlara ilişkin yorumunuz nedir?
Ben kendimi bildim bileli savaşın içindeyim, Şiiler ve Sünniler, Müslümanlar ve Museviler, Hristiyanlar ve Müslümanlar, Hristiyanlar ve Museviler, yakınımızda Sağcılar ve Solcular, Türkler ve Kürtler, Devrimciler Milliyetçiler, İslamcılar Laikler…
Yorumum hep aynı, bu zenginlik hepimizin, bu miras hepimizin, paylaşmak en güzeli.
Savaşarak, öldürerek yok ederek kimseye yar olmuyor bu topraklar bu güzellikler, savaş tellalları kazanıyor sadece ve büyük evlerinde büyük arabalarında büyük yatlarında bütün bu ölümlerin üzerinde dans ediyorlar, eğleniyorlar…
Oyun farklı dilde şarkılarla o ötekilerin hikâyesine tanıklık ettiriyor. Şarkıların anlatım gücüne dair neler söylersiniz?
Ne mi söylerim? Şahane derim. Şarkılar sözlü mirasın ürünleri. Onlar dilden dile yaşayanlar. Tarihi kültürü hikayeleri kuşaklar arası aktaranlar, hikâyeyi müzikle anlatanlar… Ashura’da dramatik çatışma dediğimiz şey tam da burada gerçekleşiyor; resmi kayıtlar dillerin ve o dilleri konuşanların azaldığını söylese de şarkılar bütün güçleri ile var olmaya devam ediyorlar. Devlet davulu onları ne kadar susturmaya çalışsa da onlar büyüyerek güçlenerek devam ediyorlar…
Oyunun sonraki durakları nereler?
Ashura bugüne kadar çok fazla ülke ve şehir dolaştı, neredeyse yirmi yıldır sahnede, göç ediyor…Bodrum’daki son oyundan sonra yeni dünyalar yeni su yolları, yeni duraklara bakıyoruz. Kesinleşmiş bir tarih yok ama Belçika’da Gent ve Brüksel, İngiltere Londra ve Manchester, Almanya Berlin, Hollanda… Gerçi son seçimlerden sonra yeni hükümet ve yeni kültür politikası sonrası bir daha konuşmamız gerekecek… olmazsa olmaz Türkiye tabii ki. Doğduğu topraklarda yeniden aşure pişirmek istiyoruz, özellikle de Mezopotamya coğrafyasında.