Ayşe Teyze’nin suçu ne?

Bu sloganı hatırlıyor musunuz? “Kriz teğet geçti ama bizleri ezdi de geçti!” Yükselen, Kâhtalı Mıçı adıyla bilinen, Sırrı Süreyya Önder’in “Beynelmilel” filminde de rol alan halk müziği sanatçısının ve arkadaşlarının feryatlarıydı. Mıçı ve birçok kendi halinde yurttaş, bankaların yönlendirmesi yüzünden, düşük seyreden yen faizlerine tamah edip Japon parası cinsinden borçlanırlar. 2008 küresel finansal krizi patlak verince uluslararası fonlar “güvenli limanlara” yanaşır. Çünkü “carry trade” adı verilen, yen gibi düşük faizli paralarla borçlanıp göreceli yüksek faizli ülkelere yatırım yapma eğilimi sona ermiş, sermaye aniden yön değiştirmiştir. Böylelikle yen hızla değer kazanmaya başlar. Haliyle, Türkiye’de ve başka ülkelerde yenle borçlananlar da zor durumda kalırlar, Mıçılar seslerini Taksim’deki bir eylemle duyurmaya çalışırlar.

Yukarıdaki hazin örnek, “finansallaşmanın” yani farklı döviz cinslerinden borçlanmak/yatırım yapmak dahil, kompleks finansal işlemlerin nasıl yaşamımıza nüfuz ettiğinin kanıtı. Gerçi isabetli bir adımla, 2009’da Türk Parasının Kıymetini Koruma Mevzuatı’nda bir değişiklikle hanehalkının döviz cinsinden borçlanması engellendi. Ancak döviz kurlarının, borsa endeksinin, altın fiyatlarının seyri gündelik hayatımızın bir parçası haline gelmişti bir kere. Bakkala girin, berbere traşa gidin; ekranda ekonomi programları, herkesin gözünün bir ucuyla akan bantlardan finansal piyasaları izlediğini göreceksiniz. Kadın-erkek fark etmiyor; eline üç kuruş geçen dolara mı, avroya mı park etsem diye etrafını kolaçan ediyor. Veya paraya sıkışan kredi kartının ek hesabına mı yüklensem yoksa ihtiyaç kredisine mi başvursam diye kafa yoruyor. Ayşe Teyzeler de bu toplumun bireyleri, doğrudan veya kocalarının/evlatlarının derdinde dolaylı biçimde ekonomi ve finans âleminin ta göbeğindeler.

Her toplumun Ayşe Teyzesi var

Ayşe Teyze, hafta sonu kaybettigimiz Güngör Uras’ın popüler kültüre armağan ettiği sembolik bir karakter. Geçim derdinde, bütçe kısıtları nedeniyle radarları çarşı pazar fiyatlarına ayarlı sade yurttaşı temsil ediyor. Cinsiyetçi iş bölümü, daha çok erkeklere eve para getirme yükümlülüğü getiriyor. Kadınlar ise kıt imkânlarla tencereyi kaynatma, evi çekip çevirme sorumluluğunu üstleniyor.

Başka toplumların da Ayşe Teyzeleri var. Örneğin Angela Merkel’in kendine rehber edindiği ideal tipoloji, Swabian ev kadınıdır (Swabia, Almanya’nın Baden Württemberg eyaletindeki geniş platonun adı). Bu teyze Almanlara atfedildiği gibi tutumlu, hatta eli sıkı, çalışkan ve disiplinlidir. Hali vakti yerinde olmasına karşın gösterişten uzak, mütevazi bir yaşam sürdürür. Anglo-Saksonlara bakılırsa Avrupa’nın sorunu bu tutucu Almanlardır. Çünkü onların az harcayıp, çok tasarruf etmesi, ülkeyi cari fazla verenlerin listesinin tepesine taşır. Yunanlıların, İspanyolların, Portekizlilerin borçlanıp krize sürüklenmesinin vebali de onlara aittir.

Japonya’da da ev idaresi geleneksel olarak kadınların üstündedir. 80’lerden başlayarak Japon ekonomisi durgunluğa saplanınca faizler iyice aşağı çekilmiş, borsa endeksi de çakılmıştır. Cari fazla rakamında da gözlemlenebilen ülkenin tasarruf fazlasını değerlendirmek için iş başa düşer, Misis Watanabe devreye girer. Ailenin tasarruflarını en iyi biçimde yönlendirebilmek amacıyla Avustralya, Türkiye, Endonezya park edilebilecek tüm coğrafyaları kolaçan etmeye başlar. Zaman içinde risk kokusu alıp, direksiyonu Tokyo’ya kırması da yenin yükselmesine, Mıçıların mahvına neden olur.

Ayşe Teyze’nin aklını kim çeldi?

Dönelim bizim Ayşe Teyze’ye. Bütün banka reklamları, telefon mesajları; kredi kartına başvurması, ihtiyaç kredisi alması veyahut üç kuruşuyla döviz hesabı açtırması için aklını çelmeye çalışmaktadır. Bankalar Birliği’nin son istatistiklerine göre tam 30.6 milyon kişinin cebinde kredi kartları bulunuyor. Hanehalklarının konut, kredi kartı, taşıt, ihtiyaç derken bireysel kredilerin tutarı ise 563 milyar TL’ye dayanmış durumda. Merkez Bankası’nın verilerine göre, genellikle dar gelirli yurttaşlarımızın kullandığı ihtiyaç kredilerinin faizi de yüzde 26,2’ye varmış bile…

Ayşe Teyze yükselen enflasyondan, patates-soğanın bile el yakmasından, elektriğe gelen zamdan, kış dayanınca ödeyeceği yakıt faturalarını düşünmekten zaten bunalmış halde. “Ayşe Teyze’nin ne işi var dövizle?” diye çemkiren banka genel müdürü, siyasiler “kişi başına gelirimiz 10 bin doları geçti” laflarıyla böbürlenirken acaba neredeydi? Niye hiç sormadı, “Ayşe Teyzeler, Ali Amcalar dolar mı kazanıyor?” diye…

Son rakamlara göre bankalarda tam 192 milyar dolar döviz mevduatı bulunuyor. Bunun 91.5 milyar doları ise hanehalklarına ait. Kim topladı bu paraları? Bankacılar ayartmadı mı bu insanları dolar, avro, İsviçre frangı hesapları açtırmak için? Bankalardaki döviz mevduatları TL mevduatlarının ensesinde, ilk fırsatta TL’yi geride bırakacak. Mütedeyyin vatandaş ise, daha bir dolarcı; katılım bankalarındaki döviz hesapları TL hesaplarını çoktan geride bıraktı bile…

Doğrudur, döviz hesabı bulunanların önemli bir kısmı rantiyeler. BDDK’nın Mart 2018 verileri, mevduatı 1 milyon TL ve üzerinde 145 bin 989 kişinin bulunduğunu gösteriyordu. O tarihte ancak 240 bin dolarla milyoner sıfatına hak kazanılabiliyordu. Bugün ise 6.01 TL kurundan 166 bin dolar yeterli. Dolayısıyla sayıları da artmış olmalı. Sakın bu istatistikler yanıltmasın, tek tasarrufu 3 bin dolar veya 2500 avro olan, geçim derdinden beli bükülmüş Ayşe Teyzelerin sayısı da az değil… Mevduatlara el konulacak şayialarıyla, yüreği küt küt eden… Belki de cenaze parasını döviz olarak saklayan…

Zaten kapitalizm, hele hele finansallaşmış kapitalizm öyle bir düzen ki, para ve çıkar ilişkilerini yaşamın tüm dokularına zerkediyor. “Katı olan her şeyi buharlaştırıyor.” Şimdi de “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali, taammüden sade yurttaşların dövizle, borsayla, offshore’la aklını çelen bankacılar, neredeyse Ayşe Teyze’yi krizin sorumlusu ilan edecek kadar hadlerini aşıyorlar… “Benim hiçbir zaman dolarla, avroyla işim olmadı” derken aynen kullanıcı olmayan uyuşturucu satıcılarına benzediklerinin farkında değiller...