Alman Ekspresyonizmi sinemaya insan ruhundaki yoğun çatışmaların ifade edilmesi için natüralist-doğalcı ifadenin yetersizliğini, bunun yerine mekânı, hatta zamanı ve atmosferi tasarlayabilmek için dekoru yenilemenin zorunlu olduğu düşüncesiyle karşımıza çıktı. Yani Ekspresyonizm, ifade edilemeyeni anlatmak için biçime müdahale ediyordu.

İtalyan Yeni Gerçekçiliği, ideolojilerin tükenme noktasına geldiği, gerçekliğin insanlara insanca yaşama koşulları vermediği koşullarda, hayata sıfır noktasında başlayan insanlara yüzünü döndü, doğalcılık yeniden baştacı ediliyordu.

Peki, o zaman Fransız Yeni Dalgası nedir?

Fransız yeni dalgasının en önemli özelliği, kameranın sokağa çıkması ve her türlü işi stilize eden ve yüksek burjuva kültürünün yaratılması için çabalayan, burjuvazinin ödünç kaynağı sanatı esastan reddeden ve ergen karakterli bir sinemadır. Özünde çok derin bir reddiye vardır. Neyin reddi? İlk önce iktidarın ve iktidarla bütünleşik dinin çeşitli yorumlarından etkilenmiş “ahlaki kuralların” reddi. Daha sonrasında ise salonlarda şaşaalı kültürel törenlerde yerleşik hale gelmiş her türlü söz/eylemin reddi. Bunun yerine başta Paris olmak üzere, Fransız kentlerindeki, varoşlarındaki gençlerin gerçek dünyasını konu haline getirince, bir anda dünya “bilinçdışına en yakın temsilleri” sinemada görmeye başladı.

Fransız Yeni Dalgası’nın tarihsel misyonu, 1968 kuşağının isyanı ve hayatı dönüştürmesinin sembolüdür, dolayısıyla 68 kuşağının sinemasal sembolü Yeni Dalga’dır. Bu hareket özü itibariyle ilk önce Fransa’da değil, Beat Kuşağı’yla birlikte ABD’de başlamıştır, burası çok ilginç ama doğru, 68 kuşağına doğru tarihsel ilk yolculuk ABD’deki gençlik hareketleri ile şekillendi.

Peki, o zaman niçin 68 kuşağının sineması ABD’de egemen bir form haline gelmedi de, bunun dünya çapındaki literatürdeki temsili Fransız Yeni Dalgası oldu?

Bu soruyu daha sonra yanıtlamak üzere şimdi izninizle Türkiye’ye gelmek istiyorum, Yeni Türkiye Sineması’na. Peki, yeni Türkiye Sineması’nın özelliği nedir? Sinemaya getirdiği asal olan özelliği nedir?

Yeni Türkiye Sineması büyük oranda, DRAMATİK YAPININ PARÇALANMASINDAN SORUMLUDUR. ÇÜNKÜ KENDİNDEN ÖNCEKİ SİNEMAMIZ BÜYÜK ORANDA “DRAMATİK AN” ÜZERİNDE YOĞUNLAŞIYORDU VE BU YÜZDEN DAHA ÖNCEKİ SİNEMAMIZIN ÖZELLİĞİ DRAMA DÜŞMÜŞ “KARAKTER” ÜZERİNE YOĞUNLAŞMASIYDI.

Peki, bu anlamda Yeni Türkiye Sineması’nın özelliği nedir? Bu çok net aslında, Yeni Türkiye Sineması bir hareket olarak hikâyeden kaçan bir sinemadır. Ne olursa olsun, tamamlanan bir hikâye kurmaktan, olayların art arda gelişmesinden kaçınan, hatta bundan korkan bir dalgadır ya da akımdır. Peki, Yeni Türkiye Sineması neden hikâyeden kaçmaktadır?

Nedeni çok basit ve net aslında, şu meşhur devrimci türküyü hepimiz biliriz: “Yarını bugünden kuracaksın, o senin tarihin olacak.” Yeni Türkiye Sineması’nın hikâyesi yoktu, çünkü yarını bugünden kurma mücadelesinden kaçıyordu, yarının asla istediğimiz gibi olmayacağını bellemişti, mücadele etmediği için tarihi ve dolayısıyla hikâyesi yoktu.

Yeni Türkiye Sineması’nda, bir tek filmde bile kemale ermiş bir aşk hikâyesi yoktur. Yeni Türkiye Sineması’nda, sosyal engellere karşı mücadele sonucu kazanılmış bir hedefe doğru giden tek bir filmimiz yoktur.

Yeni Türkiye Sineması sembolik olarak babanın adını ağzına almaktan korkar ve kendi tarihini yenilgi ile yâd eder.

Yeni Türkiye Sineması’nın babası net olarak Yılmaz Güney’dir, ama babadan ve onun mücadele azminden koparıldığı için Yeni Türkiye Sineması iktidar anlamındaki baba ile hem içli dışlı olmuş, hem de o babaya karşı “gelene ağam, gidene paşam” diyerek sinik bir ilişki tablosu sergilemiştir. Yeni Türkiye Sineması daha doğuşunda “eskimiş, yenilmiş, hatta ruhsal olarak tükenmiş” bir sinemaydı.