İsveçli kozmopolit dostum Bo Persson ile 1970’de ABD’de tanıştık. Troçki sempatizanıydı, Herbert Marcuse ile görüştü. 1973’te beni İstanbul’da ziyaret ettikten sonra araya 40 yıl giriverdi. Internet sayesinde buluştuk. Belgesel filmler yapıyor. Skype sohbetimizde yine ilginç şeyler söyledi:

“Çoğu İsveçli İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız olduğumuzu sanıp övünür” dedi buruk bir gülümseyişle.

“Oysa tarafsızlık övünülecek bir şey olmayabilir. Ayrıca İsveç düpedüz Nazi yanlısıydı. Silah üretimi için çelik satıyordu ta 1945’e kadar.”

“Savaşzede olmayı anlıyoruz” diye ekledi. “İsveçliler içinse ‘barışzede’ denebilir, çünkü tehdit karşısında ne yapacağımızı bilemez oluyoruz. Mücadele becerilerimizi kaybetmişiz. Fransızlar da şaşkın, bu yüzden. Ortadoğu’da, Afrika’da normal saydıkları şey başlarına geliverince paniğe kapıldılar.”

“Çöküntü çoktan başladı. Ne kadar çok değeri (maddi manevi) kurtarabilirsek o kadar iyi. 1930’larda Avrupa’da iyimser olanların çoğu hayatta kalamadı. Kötümserler direnişe hazırlandı, onlar arasından daha az kayıp verildi, kanımca.”

“Dünya Uygarlığı Projesi konusunda yoğunlaşmak iyimser bir kötümserlikle yerinde olabilir” dedim.