Hıristiyan Demokrat Parti’nin (CDU) 7 Kasım 1968 tarihili Berlin kongresi herhangi bir olağanüstülüğün yaşanmadığı bildiğiniz bir genel kuruldu işte. CDU Genel Başkanı ve Başbakan Kurt Georg Kiesinger de divanda oturanlardan biriydi. Biri mikrofonda konuşuyor, divanın etrafında görevliler dikiliyor, ortalıkta gazeteciler dolaşıyordu. Birden divana yakın oturunlar “Şırrak!...” diye bir şamar sesi duydu.
Konuşmacı sustu, salon bir anda sessizliğe büründü. Herkes tokat sesinin geldiği divana bakıyordu. Genç bir kadın Kurt Georg Kiesinger’in başına dikilmiş, „Nazi, Nazi, Nazi“ diye bağırıyordu. Tokadı yiyen Kiesinger, tokatı atan da Kiesinger’e Nazi diye bağıran işte bu kadın yani gazeteci Beate Klarsfeld’ti.
Beate Klarsfeld, Başbakan Kiesinger’i neden tokatlamıştı ve neden böyle bağırıyordu? Yazının bütün konusunu bu soruya verilen cevap oluşturacağı için, önce kaldığımız yerden devam ederek Beate Klarsfeld’in ağzından olayın nasıl gerçekleştiğini okuyalım:

NAZİLERE KARŞI GENÇLİĞİN SEMBOLİK TOKADI
“Bu kendiliğinden gelişen bir eylem değildi. Tam aksine çoktandır planlanan bir eylemdi. CDU kongresinde bir derginin fotoğrafçısı bana basın kartını verdi. Elimde bir not defteriyle divana doğru gittim ve görevliye ‘diğer taraftaki bir meslektaşa bir şey söylemek için geçmem gerektiğini’ söyledim. Böylelikle Kiesinger’e yaklaşabildim, ama sadece arkadan. Sonra onu elimin tersiyle tokatladım, sol elimle. Kulağından çok gözüne rast geldi. Bu Nazi nesle karşı gençliğin sembolik tokadıydı…”
İşte bu “Nazi nesle karşı gençliğin sembolik tokatını atan” genç kadın Beate Klarsfeld, bu tokattan tam 44 yıl sonra şimdi,  Almanya Sol Parti (Die Linke) tarafından Almanya Cumhurbaşkanı adayı gösterildi.
Gelecek hafta 18 Mart’ta yapılacak seçimlerde bir şansı olmadığının farkında olan Beate Klarsfeld “aday gösterilmesinin önemli” olduğunu belirtiyor. Çünkü “Almanya’nın faşist parti üyeliği olsa da başbakanını tokatlamam sağcılar tarafından hiç unutulmadı. Yıllardır Nazi avcısı olarak uğraşmamın karşılığında Almanya’dan hep olumsuz tepki aldım. Şimdi Sol Parti’nin beni aday göstermesi büyük bir onurdur…”
Evet, Sol Parti, Beate Klarsfeld’i antifaşist kimliği ve Nazi avcılığı mücadelesini onurlandırmak için Cumhurbaşkanı adayı gösterdi. Elbette Sol Parti’nin,  bütün partilerin ortak adayı antikomünist Joachim Gauck’a karşı antifaşist birini aday göstermesinin sembolik bir anlamı da var.
Şimdi Beate Klarsfeld’in ve tokatladığı Başbakan Kurt Georg Kiesinger’in hayat hikâyesine bakalım. 
 
HEPSİ KOMÜNİZM PROPAGANDASI
Kısa süren “Nazilerden arındırma yasası ve uygulamasına” rağmen, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da Hitler’in Nazi partisi üyesi birçok kişi Almanya’da devletteki yüksek mevkilerini korudu. Nazi partisi üyesi ve faşizm döneminde Hitler’in gönüllü yardımcısı birçok politikacı, savaş sonrasında başka partilerde kariyer basamaklarını tırmanmaya devam etti. Faşizm zamanında görev yapan politikacı ve yüksek memurlar,  Nazi geçmişini ya saklıyor ya Nazi partisine “mecbur kaldığı” için üye olduğunu belirtiyor ya da partideki veya devletteki görevinin “bir önemi olmadığını” söylüyordu.
CDU Genel Başkanı Kurt Georg Kiesinger’in de Nazi olduğu ortaya çıktı. Kiesinger “Naziliği” ile ilgili iddialar karşısında sırasıyla yukarıdaki gerekçelerin hepsini sıraladı. Üstüne “bunların hepsinin komünizm propagandasından başka bir şey olmadığını” da iddia etti. Almanya’da konuyla ilgili yayın yapmak bile yasaklandı. Bu nedenle Kurt Georg Kiesinger’in Nazi olduğuna dair Almanya’da yayın yapılamıyor Kiesinger’le ilgili bilgiler ABD’de ya da Fransa’da yayınlanıyordu.
Fransa kaynaklı haberlerin çoğunu da babası toplama kampında öldürülen genç avukat Serge Klarsfeld araştırıp ortaya çıkarıyor, Alman vatandaşı gazeteci eşi Beate Klarsfeld de bu belgeleri yayınlıyordu. Kurt Georg Kiesinger’in Nazi partisi NSDAP’deki üyelik numarası 2633930 idi. Beate Klarsfeld, Paris’e çocuk bakıcılığına gitmiş, sonra Alman – Fransız ortaklığında bir gençlik projesinde iş bulmuş ve eşi Serge ile tanışıp evlenmişti. Elbette yaptığı yayınlardan sonra önce Klarsfeld’in gençlik atölyesindeki işine son verildi.      
 
DOĞRUDAN GÖBBELS’E BAĞLIYDI
Kiesinger iddia ettiği gibi Nazi döneminde önemsiz bir görevde çalışmış, istemeden Nazi partisine üye olmuş biri değildi. Tam tersine Kiesinger’in Nazi döneminde Hitler’in propaganda bakanı Joseph Göbbels’e doğrudan bağlı, inanmış bir Nazi olduğu belgelerle ortaya çıkmıştı.
1904 doğumlu olan Kiesinger, maddi durumu iyi olan bir avukatken 1940 yılında Hitler ordusuna katılmış, Dışişleri Bakanlığı’nda yabancı yayınları takip etmek ve etkilemek için oluşturulan bölümün başkan yardımcılığına getirilmişti. Dışişleri Bakanlığı’nda çalışsa da “düşman yayınları” izlemekle görevli olduğu için propaganda bakanı Göbbels’e direkt bağlıydı. NSDAP’ye üyeliği ise savaş koşullarında mecburiyetten değil, 1933 yılı Şubat ayında ortalıkta henüz savaş falan yokken gerçekleşmiş ve 1945’te NSDAP kapatılıncaya kadar da devam etmiş.   
Kiesinger, eski Nazi olduğu bilindiği halde, 1966 yılında hem de sosyal demokratlarla kurulan koalisyon hükümetinde Almanya başbakanı oldu ve 1969’a kadar görevde kaldı.

PROTESTO İÇİN ALMAN VATANDAŞLIĞINDAN ÇIKTI
Alman aydınları eski Nazi Kiesinger’in iktidara geldikten sonra demokrat olduğuna elbette inanmadı ve Kiesinger daha başbakan seçilmeden sert tepkiyle engellemeye çalıştı. Hem sağdan hem de soldan entelektüeller Kiesinger’e başbakan olmaması çağrısında bulundu.
Heinrich Böll başta olmak üzere Almanya’nın etkili birçok sol aydın ve yazarı da Kiesinger’e karşıydı. Protestolar sadece solcularla kalmıyordu. Sağ – muhafazakâr kesimin etkili isimlerinden filozof Karl Jaspers ve eşi “eski bir Nazinin başbakan olduğu bir ülkenin vatandaşı olmak istemedikleri için” Alman vatandaşlığından çıkıp İsviçre vatandaşlığına geçti.
Hoş Alman aydınlar Kiesinger’i protesto etti de ne oldu?  1968 hareketine karşı ilk olağanüstü hal uygulamalarını çıkarmak da Kiesinger’e nasip oldu.  Onu tokatlamak da Beate Klarsfeld’e. İşte Beate Klarsfeld’in başbakanı tokatlaması böyle bir sürecin sonunda gerçekleşti.
Tokattan sonra Heinrich Böll kamuoyunda ciddi ses getiren sembolik bir davranışta bulundu ve Klarsfeld’e 50 kızıl gül gönderdi. Günter Grass, Böll’ü ve Klarsfeld’in eylemini “Başbakana fiziki saldırıda bulunulamaz” Böll’ü de “abartılı” diye eleştirince Böll, Klarsfeld’e 50 gül daha gönderdi.
 
“NIE WIEDER DEUTSCHLAND”
Beate klaresfeld, aynı gün yapılan yargılamayla 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı, cezası 4 aya indirildi ve ertelendi. Artık dünya çapında tanınan biri olarak diğer Nazileri bulmak için yola çıktı. Yolculuğu uzun sürdü ama oldukça önemli işler de yaptı. Karı koca Klarsfeldler, sadece Alman siyasetinde ya da bürokrasisinde aktif olan Nazileri araştırmıyor, dünyanın her tarafına yayılmış ve kendini unutturmuş Nazilerin de ortaya çıkarılması için uğraşıyorlardı.
Örneğin izi kaybedilmiş önemli Nazilerden  Kurt Lischka, Alois Brunner, Klaus Barbie, Ernst Ehlers, Kurt Asche  gibi isimler bu çift sayesinde ortaya çıkarıldı. Uzun uğraşlardan sonra nihayet 1983’te “Lyon Kasabı” Klaus Barbie’nin hâkim karşısına çıktığı günün akşamı Klarsfeld akşam eve döndüğünde, telefonun tele sekreterinde kendisini bir sürpriz bekliyordu.
Telefona bırakılan not şöyle diyordu: “Harika şeyler yapıyorsunuz!” 2. Dünya Savaşı sırasında antifaşizmin sembolik isimlerin Marlene Dietrich aramıştı Klarsfeld’i. Evet, Marlene Dietrich Nazilere şarkı söylememek için Alman vatandaşlığından ayrılmış, antifaşizmin en tanınan sembolik ismiydi. Marlene Dietrich Alman kadın sanatçılar arasında hala en tanınan üç isimden biri.
Savaş sonrası yerleştiği Paris’te yıllar sonra bir gazetecinin “Almanya’ya dönmeyi düşünüyor musunuz?” sorusuna verdiği “Bir daha asla!” sözü “Bir daha asla Almanya!- Nie wieder Deutschland) haline getirilerek Almanya’da radikal solun sembol sloganı halini aldı. Bugün bile bu sembol güncelliğini koruyor.
 
YAHUDİ OLMAYAN ANTİFAŞİST ALMAN
Beate Klarsfeld, “Yahudi olmayan bir Alman olarak, bu eylemiyle eski Nazilerin hala kamu görevi yaptığına ve en yüksek mevkilerde bulunduğuna dikkat çekmek istediğini” açıklamıştı. Klarsfeld, bu tokattan sonra Kiesinger’in Nazi olduğunun geniş kesimlerce duyulacağına inanıyordu.  Öyle de oldu.
Sol Parti tarafından Cumhurbaşkanı adayı gösterildikten sonra bir gazetecinin “Sol Parti’ye üye değilsiniz, neden Sol Parti’nin önerisini kabul ettiniz” sorusuna şu yanıtı verdi: “Sol Parti’ye üye değilim ama Sol Parti’yle çok ortak bağımız var. Örneğin onlar da antifaşist ben de…” Klarsfeld genel olarak siyasetle ilişkisini ise şöyle anlattı: “Ben profesyonel politikacı değilim. Profesyonel politikacıya bir şey yapması için ödeme yapılır. Ben bir şeyi ödeme yapıldığı için değil, bunun böyle yapılması gerektiğine inandığım için yapıyorum…”
Beate Klarsfeld, çeşitli ülkelerin cesaret ve şeref madalyalarına sahip olsa da herkese bol keseden şeref madalyası dağıtan Almanya’dan istediği halde bu zamana kadar kendisine verilmiş herhangi bir ödül yok. En yüksek ödülleri en yüksek makamlar verdiğine göre, Klarsfeld, örneğin eski bir Nazi subayı olarak Sovyetler Birliği saldırısına katılmış Cumhurbaşkanı Richard von Weizsäcker’den ödül alacağını sanmıyordu herhalde.
Klarsfeld şimdi Sol Parti tarafından aday gösterilmesinin en büyük “şeref” olduğunu açıkladı.
Bu yazıyı bitirdikten sonra bizim gazeteciler geldi aklıma. IMF Başkanı Dominic Strauss-Kahn'a ayakkabı fırlatan Selçuk Özbek ve her haberi birer tokat gibi düzeni rahatsız eden Zeynep Kuray.  Ne yazık ki ama bu ülkenin onlara ve benzerlerine 50 kızıl gül gönderecek Heinrich Böll’ü yok. Bu ülkede herkes Günter Grass olma peşinde. Ama unutulmasın, o zaman herkese itidal çağrısı yapan Günter Grass’ın da daha sonra, gençliğinde Nazi olduğu ortaya çıkmıştı.  

Son dakikaya kadar peşlerindeyiz
Frankfurter Rundschau gazetesinden Felix Helbig Beate Klarsfeld ile 26. 03. 21010 tarihinde bir röportaj yapmıştı. Röportajın kısaltılarak çevirisi aşağıdaki gibi.
 
— Sayın Klarsfeld, tokat olayının üzerinden 40 yıldan fazla zaman geçti. Kurt Georg Kiesinger hakkındaki kararınızın yanlış olabileceği konusunda hiç şüpheye düştünüz mü?
Hayır. Önce yabancı gazetelerde bu konuda haberler çıktı, ardından eşim ve ben araştırmaya başladık. Belirtilen tarihi dokümanları elde ettikten sonra Paris’te yaşayan bir tarihçinin yardımıyla bütün kanıtları bir araya getirdik. Kiesinger’in bir Nazi olduğu konusunda hiçbir şüphe yok.

— Tokatlamak niye?
Bunun uzun bir geçmiş hikâyesi var.  Eşimi tanıdıktan sonra ve onun tarafından belli oranda Alman geçmişi hakkında aydınlatıldıktan sonra angaje olmaya başladım.  Politikayla ilgilendim ve Alman – Fransız Gençlik Atölyesinde çalışmaya başladım. Kiesinger 1966’da başbakan olduğunda eşim dedi ki, sen iyi bir Almansın, buna izin veremezsin, bu konuda bir şeyler yapmalısın. Ben bunun üzerine Kiesinger’in şimdi aynı Hristiyan Demokratların arasında olduğu gibi kahve renkli gömleklilerin arasında da iyi bir şöhrete sahip olduğunu belirten cümlenin olduğu makaleyi yayınladım.  Bu cümle için gençlik atölyesindeki işimden atıldım ve bu durum ve makale kimseyi ilgilendirmedi.  O zaman bir adım daha ileri gitmemiz gerektiğine karar verdik. Geniş kesimlerin ilgisini çekmesi için bir skandal olmalıydı.  
 
— Yani bu büyük an kendiliğinden kendiliğinden bir eylem değildi.
Tam tersine çok önceden planlanmıştı. (Eylemin ayrıntıları yazının içinde anlatılıyor…)

— Hesabınıza iki adam kaçırma denemesi de yazılıyor. Biri Paris eski Gestapo şefi Kurt Lischka diğeri ise, Lyon Gestapo şefi Klaus Barbie. Bunlar neden başarılı olmadı?
Lischka meselesinde, diplomatik yollardan bir şey yapılamadığı için ilelebet bir ilerleme sağlayamıyorduk. Rahatça Köln’de yaşıyordu. Günün birinde eşim Köln’deki bürosunun önünde pusuya yattı ve kafasına tabancayı dayadı. Lischka, artık her şeyin bittiğini düşünüyordu ama silah dolu değildi. Kaçırmayı denedik ama iyi hazırlık yapamamıştık. Lischka kendini savunuyordu. Lischka’ı sokmaya çalıştığımız araba küçüktü. Kaçıramadık. Klaus Barbie’yi Bolivya’da kaçıracaktık. Herşeyi hazırlamıştık, hatta onu Fransa’ya getirecek tekneyi bile ayarlamıştık. Ancak son anda meydana gelen bir trafik kazası buna engel oldu.

— Ama her ikisi de en sonunda mahkeme önüne çıkartılıp yargılandı. Mahkeme önüne çıkartılıp cezalandırılmasalardı bunlara karşı ne kadar ileri gidebilirdiniz? 
Özellikle Barbie hakkında, daha radikal şeyler yapmamız konusunda, onu vurun gibi tartışmalar olurdu. Ama o kadar ileri asla gidilmedi tabii. Mahkeme onu cezalandırmasaydı Lischka hakkında ne olurdu, hiç bilmiyorum.
 
—Size karşı bir otomobil bombası var?
Evet, bir başka bomba da postayla gönderildi. Eşim ama bu paketi polise götürdü. Her iki durumda da şansımız büyüktü. 
 
— Eşinizle birlikte Eichmann’ın en yakın çalışma arkadaşlarından biri, Şam’da yaşayan Alois Brunner’i tespit ettiniz. Daha sonra bir bombalı paket elini kopardı. Bu olaya katıldınız mıydı?
Mossad’ta bazı tanıdıklarımız vardı ve onlara bilgileri verdik, evet. Alois Brunner, benim kayınpederimi gözaltına alan adamdı, bütün Avrupa’da toplama kamplarına götürülen yüz binlerce insanın sorumlusuydu. Viyana’da karısını gözetledik.   

— Gözetlemekle neyi kastediyorsunuz? Kadını takip mi ettiniz?  
Eşim ve bazı arkadaşları çoğu kez kapısının eşiğine kadar gidip bekledi. Sonra ortaya çıkardık ki, Brunner adını değiştirmiş, Fischer ismiyle Şam’da yaşıyor. Telefon numarasını bulmuştuk ve bir gün aradım. Dedim ki, “Sayın Brunner, ben bir Almanım ve size söylemek istiyorum ki, bir ameliyat için İsviçre’ye gideceğinizi duyduk. Hakkınızda yakalama kararı var, bunu yapmayın!” Oraya gitmeye hiç niyeti olmadığını söyleyerek cevap verdi, ama uyarı için de çok teşekkür etti.

— Bu arada Brunner belli ki çoktan öldü. Münih’te belki de en son Nazi canisi yargılanıyor. John Demjanjuk’un yargılandığı ilk gün mahkeme salonunda karşısında oturuyordunuz. Sizin için bu tür davalar ne kadar önemli?   
Bunları önemsiyorum. Bugün çok sayıda Nazi ölü ya da hasta ama son dakikaya kadar onların peşinde olduğumuzu bilmeleriyle ilgili bir şey bu. Rahat uyumamalılar. Bu kurbanları rahatlatır. 
 
— Sayın Klarsfeld, Almanya’nın sizi ‘tanıması, kabul etmesi’ neden mümkün olmuyor? 
Bunu bilemem.  Dışişleri Bakanı Joschka Fischer zamanında bana “hizmet madalyası” verilmesi önerildi. Ama sonra bana bu madalyanın verildiği insanlar kategorisinde olmadığım söylendi sadece. Geçen yılda tekrar Sol Parti Milletvekili Gregor Gysi tarafından yeniden önerildim. Ama bu seferki Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle de beni reddetti.  (…) Almanya’da hala bir refleks var, Nazi canilerini aramak ve bulmak pozitif ama Nazi Kiesinger’e tokat atmak negatif.

— Bu tür bir “onurlandırma” sizin için önemli mi? Bir anlamı var mı?  
Tabiî ki, neden olmasın ki? Ben Alman olmaktan hep gurur duydum. Almanya’dan böyle bir tanınma alsaydım, çok daha gurur duyardım. Bu eylemin, çok geç kalınmış da olsa tanınması anlamına gelirdi.

Almanya’nın hak ettiği tokat
Alman basını ve siyasi partiler Beate Klarsfeld’in Sol Parti tarafından Cumhurbaşkanı adayı gösterilmesine hem Sol Parti’yi hem de Klarsfeld’i  karalayarak  karşı çıkıyor. Beate Klarsfeld’in 44 yıl önce eski bir Nazi olan Başbakan Kiesinger’e tokat atmasını kimse unutmuş değil. Oysa Almanya’da Nazilerle mücadele aslında bir anlamda resmi devlet ideolojisi olarak görülebilir. Beate Klarsfeld’in özellikle sağ basın ve sağcı partiler tarafından hedef gösterilmesinin ya da hala unutulmamasının nedeni belki de tokattan sonra yazdığı şu yazıda saklı. Beate Klarsfeld Başbakan Kiesinger’e tokat atmasını “Almanya’nın hak ettiği tokat” olarak savunmuştu.
Klarsfeld tokat eylemini mealen şu sözlerle temellendirmişti.
“Ben Başbakan Kiesinger’e tokat attım çünkü bütün dünya duysun istedim ki, Alman halkının bir kısmı,   özellikle Alman gençliği hükümetin tepesinde eski bir Nazi olmasını reddediyor.
Stalingrad ölülerinin, kendi anavatanlarını savunurken ölen Rusların, kaybettiklerini düşündüklerinde gözyaşları buz olan kandırılmış Alman gençliğinin öcünün alınması için Almanya’nın bu tokada ihtiyacı vardı.  … Almanya’nın bu tokata, dünyada faşizmin bayrağının dalgalandığı bütün kentlerin temizlenmesi için ihtiyacı vardı. …
Faşizme karşı direniş gösteren genç direnişçiler Hans ve Sophie Scholl kardeşlerin, kafalarını giyotine yatırdıklarında biraz sonra inecek ve Almanya’nın gerçek beyinlerini çöp tenekesine gönderecek bıçağı beklerken, akıllarından geçen son düşünceyi onurlandırmak için Almanya bu tokadı hak ediyordu.
Yahudi, Rus, Polonya halkının Almanlarla barışması için bu tokada ihtiyaç vardı, çünkü bu halkların barış içinde birlikte yaşaması yalnızca faşizme karşı ortak mücadeleye başladıklarında mümkün olur. Egemenlerin baskısı olmasın diye bu tokata ihtiyaç vardı. Bugün iki ya da üç ülkede var olan,  ama biz burada da zafere ulaşırsak Almanya’da da sosyalizm ve barış egemen olacak, hem Almanya’nın diğer sosyalist ülkelere saygı duyması hem de sosyalizm uğruna Almanya’nın bu tokata ihtiyacı vardı.
Bu tokata,  bir kadının elinden ihtiyacı vardı. Çünkü toplama kamplarında fırınlara atılanların, bomba saldırıları altında ölenlerin, işkence altında bağıranların kadın mı olduğuna bakılmıyordu.
Beni bu eylemi gerçekleştirmeye götüren temel işte bu: Ölü 50 milyonun ve gelecek kuşakların adına, hepsi aynı utancı duysun, hepsinin yüzünde tokatın aynı kızıllığı ve izi hissedilsin diye, 10 milyon Nazinin çirkin suratını tokatlamak adına en tepesindekini tokatladım…   Bu tokat “demokrasi” deyip “olağanüstü hal diktatörlüğünü” düşünen, “barış” deyip daha fazla silah satın alan, “barış içinde bir arada yaşama deyip” Avrupa sınırları içinde bile her ülkeyi tanımayan bütün Kiesingerler için de geçerli…” .