Uluslararası Ödemeler Bankası’nın (BIS), diğer bir ifadeyle “merkez bankalarının merkez bankasının” 87. yıllık raporu geçen hafta yayımlandı. IMF-DB-OECD gibi “küresel kapitalizmin” önde gelen mali kurumlarından olan BIS’in görüşlerinin özel bir ağırlığı var. Çünkü Basel merkezli BIS’in, 2007 de patlak veren “Küresel mali krizi” öngördüğü ve başta yıllık rapor, tüm neşriyatında yaklaşan tehlikeye karşı uyarılarda bulunduğu biliniyor.

BIS’e göre, merkez bankaları çaresizce faizleri indirerek ekonomilere hayat vereyim derken kendilerini bir kapana kıstırdılar. Çünkü artık yeni bir kriz dalgasının patlak vermesi karşısında faiz silahına başvurmak gibi bir seçenekleri kalmadı, diğer bir ifadeyle cephaneyi tükettiler. Öte yandan düşük faiz, bol likidite başta Wall Street, borsaları, ekonominin büyüme ve yatırım eğilimlerinden kopuk bir biçimde aşırı şişirdi. “Finansal balonun” patlaması halinde yeni bir sarsıntının altyapısını hazırladı. Böyle bir ortamda, getiri arayışı içerisinde fırsat kollayan küresel sermaye, 2017 başından beri benzeri ülkelere yeniden iltifat etmeye başladı; ılık pembe rüzgârların esmesini sağladı. Gelgelelim “risk endişesinin” arttığı, karamsarlığın hüküm sürdüğü bir konjonktürde, daha şiddetli bir fırtınanın tohumlarını attı.

ABD ekonomisi zorda

Bilindiği gibi Türkiye benzeri “yükselen ekonomilere” hoyratça para girişinin en önemli nedeni, Trump’ın ekonomiyi canlandıracağına ilişkin beklentilerin kısa sürede hayal kırıklığına dönüşmesidir. Nitekim IMF, son raporunda ABD’nin büyüme beklentisini 2017 için %2.3’ten, %2.1’e, 2018’de de %2.5’ten, %2.1’e indirdi. Üstelik de büyüme sıkıntısının kalıcı bir nitelik kazandığına dikkat çekti.
Dünyanın en büyük ekonomisi olmanın yanı sıra, teknolojik değişim ve üretkenlik artışında iddiasını sürdüren Amerika’nın artık “ortalama yurttaşının” beklentilerini karşılayamadığının itirafı niteliğindeki aşağıdaki satırlar, bir anlamda “Amerikan rüyasının sonu” anlamında da yorumlanabilir:

Hane halkı gelirleri nüfusun büyük bölümü için yerinde sayıyor (enflasyon göz önüne alınınca ABD hane halklarının yarısından fazlasının geliri 2000 yılından daha düşük); istihdam fırsatlarının kötüleşmesi nedeniyle bir çok emekçinin işgücüne katılma oranı yüzde 66’dan yüzde 63’ün altına indi; yukarı doğru tırmanma umutları tükeniyor; ve yoksulluk oranı (yüzde 13.5’la) gelişmiş ülkeler arasında en yükseklerden biri olmaya devam ediyor.
IMF’nin ABD’ye ilişkin karamsar değerlendirmesi doların değer kaybına, avronun güçlenmesine yol açtı. Merkel-Macron ikilisinin “neoliberal projenin” canlanması için son umut olduğu kanısı da Avrupa’da iyimser bir hava yarattı. Ne var ki, Haziran’da bir yıl geri giderek ölçülen en son enflasyon verisi olumlu havayı dağıttı. Yıllık enflasyonun %2 hedefinin oldukça altında %1.3 düzeyinde seyretmesi, durgunluk ve talep yetersizliğinin devam ettiğinin belirtisi kabul ediliyor.

Küresel ekonomide 4 temel risk

BIS, geçen yıl, “riskli üçleme” kavramıyla olağan dışı düşük üretkenlik artışına, aşırı yüksek borçluluk oranlarına ve görülmemiş ölçüde daralan ekonomi politikası manevra kabiliyetine dikkat çekmişti.

Her ne kadar BIS’in başekonomisti Claudio Borio, “Büyük Finansal Kriz’den beri büyüme açısından en tatminkâr yılı yaşıyoruz” ifadesiyle mavi boncuk dağıtmayı ihmal etmese de, dört önemli riske dikkat çekiyor: Enflasyonun hızla yükselmesi, mali piyasalarda yeni bir sarsıntının yaşanması, tüketim ve yatırımın zayıf seyrini sürdürmesi ve artan korumacılık eğilimleri. Hafta sonu Hamburg’da toplanacak G20 Zirvesi’nde Merkel-Macron ekseni, muhtemelen Çin’in de desteğiyle Trump üzerinde dış ticarette korumacı heveslerinden vazgeçmesi için baskı kurmaya çalışacak. Zirve’nin uyuşmazlıkla sonuçlanıp, “liberal kapitalist düzenin” tabutuna son çivinin çakılması anlamında, tarihe kayıt düşme olasılığı da az değil.

Tabii bizim “Baş Provokatör”, herkesten rol çalıp, “Barbarlar Hamburg kapılarında” senaryosunu devreye sokmazsa…