Onur Akyıl’ın son öykü kitabı ‘Bağ’da yer alan on altı öyküde de üstü kapalı bir toplum eleştirisine eşlik eden düzen eleştirisi var. Akyıl, “İnsan yazdıkça ‘Basılmasa da olur’ mertebesine yaklaşıyor. Bu kara ve kızıl bir tutku” diyor.

Basılmasa da olur
Onur Akyıl

Duygu HARMANCI KARAGÜLLE

Onur Akyıl’ın son öykü kitabı "Bağ" Alakarga Yayınları’ndan çıktı. On altı öykünün yer aldığı kitaba ilişkin Akyıl "Bağ, çatışmadan kurtulma hâlidir ama çelişkiden değil" dedi. Aykıl ile kitabı üzerine konuştuk.

BAĞ
Onur Akyıl
Alakarga Yayınları, 2023

Bittiğinde eksik kalmış hissetmediğimiz öykülerden oluşuyor Bağ. Bir şair, hikâyeci, roman yazarı olan Onur Akyıl’ın öykücülüğünün bağları neler?

Bağ çatışmadan kurtulma hâlidir ama çelişkiden değil. Bağın kopamayışı budur; kopamayış nedeni budur. İnsanlar vazgeçtiklerini düşündükleri şeyleri mutlaka hayatlarının bir noktasında yeniden odaklarına almak zorunda kalırlar, bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde. Çatışma şeylerin gerçekleşme anına ilişkindir, çelişki ise çatışmanın sonrasında ömür boyu sürecek izdir. Elbette olayların, oluşun öncesinden de kendini belirgin kılmaya başlayan bir iz. Bağ bu yüzden hiç kopmaz aslında. İtiraz edilebilir, fakat dikkat edilirse bana hak verilecektir. Şeyler de geniş düşünülmeli bu anlamda, her şey olarak düşünülmeli; şeylerin kendi varlık eksenlerinde. İçinde bulunduğum yaş dilimine değin gözümün görmüş olduğu hiçbir şeyle bağımı koparmadım ama çatışmalarım sona erdi. Demek oluyor ki Onur Akyıl bu kitabı bir yanardağın içine bakarak yazmış olabilir.

Kitaptaki 16 öyküde de üstü kapalı bir toplum eleştirisine eşlik eden düzen eleştirisi var. Bağ’daki öyküler nasıl oluştu?

Kurgu hayatımın hiçbir döneminde hâkim olduğum ya da anladığım bir şey olmadı. Olmayacak gibi de görünüyor. Biz insanların düşünemediğine inanan bir toplumuz; bu yüzden de biçimciyiz. Şeylerin kendisi değil biçimi önemli bizim için. Bu “sanki” tanımsız hâl Bağ’daki öyküleri oluşturdu. Sıradan ve tekdüze olan ama biçimi önemsenmemiş, kendine eğilmiş.

Rast öyküsü bir yerden bahsediyor. İnsanın insanlığıyla bağını kopardığı ve buz gibi olduğu o yer gerçekten var mı? Onur Akyıl, neden o yeri yazmak istedi?

Çürüyoruz. Edebiyatla uğraşanların çoğunluğu alternatif bir kimlik olduğundan tuhaf biçimde emin. Anlatılara baktığınızda, insana derinden değinmeler var ama insanla ilişki kurmaya geldiğinde iş, bir derinlik yok. Yükselmek istiyoruz. Ülke alçalıyor. Yer meselesi ve bağlamı bu.

Dürbün’deki Hayrullah Zalim adıyla bir ironi timsali adeta. Gerçekler, yanılsamalar, görmezden gelinenler ve körleşmek bağlamında edebiyatta ve hayatta neredeyiz dersiniz?

İnsan kendi geçmişine bakarken de körleşiyor. Bir tersinleme olarak düşünülebilir bu. İleri doğru yaşanıp, geriye doğru anlaşılma meselesinin tersinlemesi. Dolayısıyla onu anlamak kolaylaşıyor mu, yoksa imkânsız bir hâl mi alıyor? Öyleyse geçmişteki yabancı benle bir çarpışma yaşanması lazım; üstelik ziyadesiyle saçma bir çarpışma. Bu bağlamda bugün edebiyatta nerede olduğumuzu ben kendi adıma bilmiyorum. Bildiğini söyleyenlere de inanmıyorum. Hayatta nerede olduğumuz sorusu ise zaten benim yanıtlayabileceğim bir şey değil; sıklıkla dünya olarak anılan bir geniş alanın içindeyiz.

Anaerkil ve Beklenti öyküleri… Her ikisi de okumaktan heyecan duyduğum öykülerden oldu. Atmosfer oluşturmak ve bir öykü dili kurmak bağlamında Onur Akyıl nasıl çalışıyor?

Anaerkil toplumsal düzeni önemli buluyorum ve daha değerli. İnsanlar olarak biz artık işlev değil, beklenti satın alıyoruz; işlev değil, beklenti seçiyoruz; işleve değil beklentiye inanıyor ve öyle seviyoruz. Ben bir yere varma imkânı pek olmayan sorgu sahnelerinin çeşitli varyasyonlarını yazmayı da seviyorum. Çünkü yüzleşme hep tedirgin eden bir ana işaret eder ama hep bir sonuca varma durumunu ya da sürecini işaret etmez.

Kitaptan bir alıntı yapmak istiyorum: “Biliyor musun, dünya dönüyor, ölüm dönüyor, yaşam dönüyor, inatla ama inatla, bir dağ keçisi doğuruyor; timsahın biri doymayı, baykuşun biri geceyi bekliyor, ama nasıl, akıl sır ermez. Modernlik nedir biliyor musun, apaçık şeylere, ne alakası var, diye sormaktır. Yok canım yok, bilinç akışı değil bu; konuşan da yazan da ben değilim, kadın, duştaki kadın; düşünceler dağılmazsa, insan nasıl kurtulur insan olmaktan?”Bu aslında Onur Akyıl’ın nasıl yazdığının bir özeti mi?

Evet; anlaşılan o ki ben İtalyan Sahne’ci değilim, çerçeveci değilim. Bir çerçeve varsa bile baktığımda dışını da görüyorum, ardındaki duvarı, asılı olduğu çiviyi vesaire. Bunu bilinç akışı diye anlayanlar var, olabilir, bence değil.

Son olarak bir sorum olacak. Onur Akyıl’ın edebiyatla bağı bundan sonrasında bir öykü kitabıyla mı yoksa başka bir çalışmayla mı devam edecek?

Sürekli yazıyorum. Benim iş anlayışım bu. Ayrıca bu hiç de profesyonel bir duruma gönderme falan değil, aksine bizatihi acemilik. Usta bir yazar, ne kadar itiraz edilse de başarısızlığa erişmiş biridir. Ki sanatta başarı da olmaz; sanat sadece başaramamak üzerine kuruludur. İnsan yazdıkça “Basılmasa da olur” mertebesine yaklaşıyor. Kara ve kızıl bir tutku. İnsanlara, öykülere, şiirlere, filmlere, heykellere, fotoğraflara, filmlere yok olma hakkını tanımalıyız; kaybolup gitme hakkını tanımalıyız. Dünya kaybolup gitmekten başka bir şey olamaz. Kalıcı olan ölümsüz olan değil, ölüm gibi görünmez ve bilinmez olandır.