Çin firmalarının Türkiye’de, yatırım yapması tek başına dikkate değer bir olgu. Saray iktidarının yatırımcılardan ne umduğunu tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok.

‘Batıyoruz yağmalayın’ daveti ve Çin

Bir yıla yakın bir zamandır, Çin basınında bazı Çin firmalarının Türkiye’de yatırım yaptığına, bazı firmaların ise yatırım yapmaya ilgi duyduklarına dair haberler gözüme çarpıyor –pek sık olmasa da. Yatırımlar abartılacak ölçüde olmasa bile, Çin firmalarının yurtdışında (özelde Türkiye’de) yatırım yapması tek başına dikkate değer bir olgu. Yurtdışında yatırım yapmama politikası, ÇKP’nin üretilen değerin Çin’de kalması, “Çin halkına aktarılması” politikasından kaynaklanıyor. Türkiye’ye olan ilgi önce cep telefonu firmalarıyla başladı, onu beyaz-kahverengi eşya üreticileri izleyecek gibi görünüyor. Sırayı otomotiv firmalarının alması sürpriz olmaz. Peki; 1-) Yakın zamana kadar yurtdışında yatırım yapmaktan uzak duran Çin firmaları durup dururken neden Türkiye’ye ilgi göstermeye başladı. 2-) AB üyesi ülkeler arasında yatırım yapabilecekleri en az beş-altı “gelişmekte olan” nispeten ucuz/rekabetçi ülke varken neden Türkiye. 3-) Bu olası yatırımların Türkiye ekonomisine katma değer üretimi ve teknoloji açısından anlamlı bir katkısı olur mu? Bu konuya yazının ilerleyen bölümünde döneceğim. Yazı içeriğinin doğru anlaşılması ve konu bütünlüğü açısından önce bir girizgâh yapmak gerekiyor.

BATIYORUZ, HADİ GELİN YAĞMALAYIN

Çinli eski diplomat arkadaşa göre, “Saray iktidarı (Bitik adam rejimi)” bir süredir dünyaya “Batıyoruz! Her şeyimiz sudan ucuz, gelin ve ne varsa yağmalayın” daveti yapıyormuş. Daha doğrusu, Türkiye ekonomisinin düştüğü durumu bilen dünya mesajı böyle anlıyormuş. Saray taifesinin ta dünyanın bu taraflarına doğru uzanan nafile turlarının içeriği bu daveti duyurmaktan ibaret, yani bir nevi tellal çıkarmak, belki de bir çeşit define arayıcılığı. Sonunda, bir hayal peşinde koşan o define avcısının “İktidar olurken ve bunca saçma sapan iş yapıp ülke ekonomisini uçurum kıyısına sürüklerken, bazıları yüzlerce bazıları onlarca yılda oluşan bilimsel yasalara posta koyup racon keserken, yanaşmalarınla ülke kaynaklarını yağmalarken bizim paramıza mı güvendin” gibi bir cevapla baş başa kalması büyük olasılık.

Amacı yağma yapmak olmasa da, bu davete ilk (ve galiba şimdilik tek) icabet eden bir yıl kadar önce Çin oldu. Böylece, Çin, ticaret savaşlarıyla başlayan ve Covid-19 pandemisiyle ağırlaşan sorunları aşmak için kendisine bir çıkış kapısı araladı.

ÇİN’İN DIŞ YATIRIM POLİTİKASI

Saray iktidarının Çinli yatırımcılardan ne umduğunu tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. Aslında her şey ortada. Ama Türkiye’deki fabrikaları, sanayi tesislerini vs kapışacaklarını sanıyorsa veya ülkeyi fabrikaya boğmalarını (veya Çin’in borç-kredi vermesini) umuyorsa fena halde yanılıyor –bugüne kadar her konuda yanıldığı gibi. Çin (Çinli yatırımcılar), yurtdışında sadece kendisi için ciddi stratejik öneme sahip sanayi kuruluşlarını ve Çin teknolojisine anlamlı katkı yapacak firmaları satın alır -geçmişte İsveçli otomotiv firması SAAB’ı satın aldığı gibi. Bu tür kuruluşlar ise zaten Türkiye gibi ülkelerde bulunmaz. İhracatında ileri teknolojinin payı yüzde 3 civarında olan Türkiye sanayisinin Çin’i cezp edeceğini düşünmüyorum. Yani Türkiye’de Çin’in ilgisini çekebilecek özelliğe sahip sanayi kuruluşları olduğunu pek sanmıyorum.

Türkiye’de bir üretim tesisi-fabrikayı satın almaktansa aynı sektörde faaliyet gösteren kendi üreticilerinin Türkiye’de yatırım yapması Çin açısından daha tercih edilir bir yoldur. Bu tercihte rol oynayan temel faktör yurtdışındaki üretimin Çin’deki üretimleri ile uyumlu olmasını sağlamaktır. Çünkü kurulan fabrikalarda üretilecek ürünlerin en değerli yani ileri teknoloji gerektiren ve anlamlı katma değer üreten parçaları Çin’de üretilip Türkiye’ye gönderilecektir. “Nasıl yani, Çinli üreticiler yatırım yaptıkları ülkede parça üret(tir)mez mi veya o ülkeden parça satın almazlar mı?” sorusunu duyar gibiyim. Tabi ki üret(tir)ir veya satın alırlar ama bunlar o sektör için “ıvır-zıvır” sayılabilecek sınıftan parçalar olur. Bu yatırımların ülkenin “Yerli ve Milli” üreticilerini boğmak gibi bir yan etkisinin ortaya çıkması da olasıdır.

Çin’in yaptığı yatırımlarla teknoloji transferinde bulunacağını ummak ham hayaldir. Teknolojinin en değerli (ve bu yüzden de çok pahalı) ürün olduğunu en iyi bilen ülke belki de Çin’dir. Çünkü geçen 40-50 yıl içinde, teknoloji üretmek için önce bilim-bilgi üretmek gerektiğini ve bunun çok zahmetli ve pahalı bir süreç olduğunu yaşayarak gördü. Yani Çin’in öyle bedavadan teknoloji transferi yapacağını umanları bekleyen sonuç hayal kırıklığıdır. Teknoloji transferi yapması için tutacağı balığın çok büyük olması gerekir. Lafın kısası, Çin’den beklenen olası yatırımlarım Türkiye ekonomisi için anlamlı katma değer üreteceğini sanmıyorum. Zira ÇKP’nin “Üretilen değerin maksimum ölçüde Çin’de kalması, Çin halkına aktarılması” politikası ortada duruyor.

ÇİN’E ÖZGÜ KAPİTALİSTLER

Çinli kapitalistleri Batılı kapitalistlerden ayıran özellik büyük ölçüde ÇKP müktesebatına tabi olmaları ve ÇKP’nin belirlediği ilke ve politikalar uyarınca faaliyet göstermeleridir. Tabii ki Çin firmalarının yurtdışında yatırım yapma kararını ÇKP’nin verdiğini söylemiyorum. ÇKP sadece doğrultuyu (ekonomi, dış politika ve yurtdışı yatırım ilkelerini) belirler ve Çinli yatırımcılar kararlarını buna göre verirler. Bazı kritik kararlar ÇKP’nin onayından geçer. Dolayısıyla, yurtdışında bir yatırım yapan/yapmaya niyetlenen bir Çinli yatırımcı (ki artık çoğu kamu ortaklı hale geldi) kendini iki soruyla karşı karşıya bulur: (1) Bu yatırımın kendi firması açısından ne ifade ettiği ve (2) uzun vadede Çin açısından ne ifade edeceği, Çin’e ne kazandıracağı. İlk soru kapitalistin sadece kendisini ilgilendiren, kendisinin sorduğu soruyken ikincisi ÇKP müktesebatının onun önüne koyduğu ve söz konusu yatırım öncesi cevaplanması gereken sorudur.

Batılı kapitalist devletler kendi kapitalistlerinin faaliyetlerinden sorumlu tutulmamak gibi bir ayrıcalığa sahip. Oysa Çinli kapitalistler “Çin devletinin uzantısı gibi görülme” talihsizliğine sahipler ve her hareketleri doğrudan Çin devletinin hanesine yazılıyor. “Devletinin uzantısı” saymak faturayı Çin devletine kesmeyi amaçlayan kasıtlı bir tutum. Bununla birlikte, bir anlamda Çin dış politikasının taşıyıcısı veya uzantısı oldukları da bir gerçek.

Bazı Çinli uzmanlar, son on yılda yurtdışı yatırımlarda dış politikanın yönlendirici rolünün artmaya başladığını söylüyorlar. Bu uzmanlara göre, Çinli kapitalistlere dünyada yol açma-pazar yaratma sorumluluğu uluslararası ilişkiler, dış politika vs aracılığıyla büyük ölçüde ÇKP tarafından üstlenilmiş durumda. Yakın zaman önce, Çinli yatırımcıların “Halkın karşı olduğu ve ülkenin zararına olarak gördüğü yurtdışı yatırımlara (Kanal İstanbul gibi) ilgi göstermemeleri-uzak durmaları” konusunda ÇKP tarafından “bilgilendirildiklerini” biliyorum.


Yarın: ÇİN YAĞMACI MI?