Frontal korteks, insanı diğer memelilerden ayıran bir bölüm. Karar alma, planlama, zihinsel yönetim gibi fonksiyonların işlenmesindeki bu en önemli bölge gelişimini 20’li yaşlarda ancak tamamlayabiliyor.

Beynimiz ne zaman olgunlaşır?

Prof. Dr. Doğan Kökdemir

John Bowlby, 1950’li yıllarda bağlanma kuramını ortaya atana kadar, yeni doğan bebeklerin, çocukların kendisine bakım veren kişiyle (1950’ler çoğunlukla sadece anne bakım veren olarak düşünülüyordu) kurduğu bağın sonraki yıllarda onun diğer insanlarla nasıl bir ilişki kuracağını bu kadar etkileyebileceğini kimse tahmin etmiyordu [1]. Bakım veren anneden gerekli yakınlığı, sevgiyi, sıcaklığı, tutarlılığı ve benzeri olumlu ilişki özellikleri alamayan, bunları deneyimleme şansı bulamayan bebeklerin, sonrasında daha kaygılı, depresif ve bağlanma sorunları gösteren yetişkinler haline dönebileceği ortaya çıktı. Doğduğu andan itibaren keşif davranışında olan bebeğin, bu keşif yolculuğu sırasında güvenilir bir bağlanma nesnesinden yoksun olması, onu, belki de doğal olarak, keşif yolculuğundan da uzaklaştırıyordu ve bu da büyümeyi, olgunlaşmayı sorunlu hale getiriyordu.


Bowlby’nin öngörülerine en büyük destek, etik olarak çok tartışılan hayvan çalışmalarından geldi. Artık klasik olan bir çalışmada, Harlow, maymun yavrularında, sonrasında uzun süre konuşulacak bir etki buldu. Annelerinde uzaklaştırılan maymun yavruları (ki deneyin acımasız kısmı burasıdır), iki yapay annenin yanına kondular. Bunlardan birisi, sadece tellerden oluşan, soğuk, hatta anlamsız bir yapay anneydi ama bebek maymunlar için besin kaynağına da o sahipti. Acıktıklarında onun üzerine tırmanıp süt içebiliyorlardı. Diğer yapay maymun ise kürkü andıran bir kumaşla kaplanmıştı, daha sıcak bir kuklaydı, fakat onda da yiyecek yoktu. O döneme kadar hâkim olan davranışçı görüşe göre, yavruların kendisine yiyecek sağlayan (ödül) tel-annenin tepesinden ayrılmamaları gerekiyordu ama yavruların davranışı deneyi yapanları şaşırttı. Bebekler, acıktıklarında koşa koşa gidip sütlerini içtiler ama ondan sonra hiç vakit kaybetmeden tekrar kumaş-anneye koştular ve çaresizce ona sarıldılar. Belli ki süt, memeli yavrularının aradığı tek şey değildi [2].

Duygusal yalıtım

1980’lere geldiğimizde,Romanya’da, diktatör Nikolay Çavuşesku, tıbbi doğum kontrol yöntemlerini ve kürtajı yasakladı; amaç nüfusun hızla artmasını sağlamaktı (kadınların en az 5 çocuk doğurması isteniyordu). Ancak, farklı nedenlerle, aileler, sahip oldukları çocuklarına bakamayınca onları çocuk evlerine vermek zorunda kaldılar. Çocukların bakımını üstlenen bu devlet kurumların, yukarıdaki tel-anneden daha farklı bir özelliği yoktu. Beslenme ve barınma sağlanıyordu ama onun dışındaki duygusal, sosyal, zihinsel ihtiyaçların giderilmesine yönelik bir çaba gösterilmiyordu. 1989’da Çavuşesku devrildi. Çocuklar bu kurumlardan alındılar, hatta Avrupa’nın farklı ülkelerine, korumacı ailelerin yanına gittiler. Ancak, zekâ problemleri, uyum problemleri, bir türlü düzelemeyen kaygı sorunları ortaya çıkınca, bir dizi kontrol yapıldı. Bu kontrollerde ortaya çıkan sonuçlar korkunçtu: Bu çocukların beyinleri küçülmüştü! Beyindeki hem gri madde (sinir hücrelerin sayıs) hem de beyaz madde (sinir hücreleri arasındaki bağlantı) olması gerekenin çok altındaydı; bu beyin bölgelerinin birbirileriyle haberleşmesinin zayıflaması anlamına geliyordu. Normal ölçülere göre büyük olan tek bir beyin bölgesi vardı; o da amigdala. Yani çocukların yaşamsal dürtüleri, korkuları, kaygıları olması gerekenin çok üzerindeyken (amigdala), bu sorunlara çözüm bulacak yerlerden birisi (frontal korteks) gelişim düzeyinin çok altında kalmıştı. Belki de memeli bir hayvan olarak insanların uzun süreli duygusal yalıtım nedeniyle böyle bir sorun yaşıyor olması, fizyolojik anlamda, bize doğal gelebilir ama olayın 20. yüzyılda geçtiğini düşündüğümüzde dehşete düşmemek elde değil.

Yeni doğanda gri madde yüksek

Sanılanın aksine, – eğer öyle sanılıyorsa -, çocuklar daha az beyin hücresiyle doğmazlar. Aksine yeni doğan insan yavrusunun gri madde (beyindeki sinir hücresi) sayısı en üst düzeydedir. Zamanla, “fazlalık” olan bazı sinir hücreleri ortadan kalkar, yaş ilerledikçe sinir hücresi sayısından daha önemli bir faktör olan hücreler arasındaki bağlantı ön plana çıkar ve beynimiz daha çok “konuşmaya” başlar. Beynin farklı bölümlerinin birbiriyle haberleşmesi duygusal, sosyal ve zihinsel gelişimimiz açısından hayati bir önemi sahip. Örneğin çok sinirlendiğinizde (amigdala oldukça aktif), sizi yanlış bir davranışta bulunmaktan alıkoyan bir sistemin olması gerekir (frontal korteks / ön korteks); ve tabii ki bu sigorta için de iki bölgenin birbiriyle konuşması gerekiyor. Öfkeniz yükseldiğinde, öfkenin kaynağı olan 2 metre boyundaki bir boksöre saldırmadan önce azıcık düşünmemizde fayda var sanırım.

Bağlantıların kurulması, yani beynimizin olgulaşması için biraz zaman geçmesi gerekiyor. Frontal korteks (özellikle de onun daha geç gelişen kısmı pre-frontal korteks), insanı diğer memelilerden ayıran bir bölüm. Karar alma süreçleri, planlama, zihinsel yönetim, üst düzey bilişsel işlemler gibi fonksiyonların işlenmesinde en önemli bölge olan frontal korteks, gelişimini 20’li yaşların ortalarında ancak tamamlayabiliyor. Belki de bu nedenle ergenlik dediğimiz bir önceki yaş dönemi bu kadar çok riskli davranış içeriyor. 16-18 yaşlarındaki bir ergen insanın karar alma süreçlerinde, kendisini duygusal ve sosyal olarak korumasında, geleceğine yön vermesinde yaşadığı sorunların nedeninin, onun size “gıcıklık” yapmaya çalışması olmadığından emin olabilirsiniz. Olgunlaşma, sadece fiziksel olgunlaşma değildir. Beynimizin de (aslında öncelikle onun) kendisiyle konuşmayı öğrenmesi gerekiyor.

Sözün özü; bir insanın yeterince “olgun” olup olmadığını anlamanın yolu “kemik yaşı” olamaz, gelenekler, görenekler, inançlar da olamaz. Siz neye inanırsanız inanın, neyi doğru bulursanın bulun, tabiatın gerçeği değişmiyor. Yirmili yaşların ortasına kadar insan beyni henüz olgunlaşmış bir beyin konumunda değildir, hâlâ keşif ve öğrenme aşamasındadır. Bizim yapmamız gereken bu süreci bebeklerin, çocukların ve gençlerin sağlıklı geçirmesi için önlem almak. Bunu yolu tabii ki onları küçük yaşta evlendirmek değil. Hiç değil!

[1] Bowlby, J. ve Ainsworth, M. (1966). Maternal care and mental health. New York: Schocken Books.
[2] Harlow, H. ve Zimmermann, R. (1959). Affectional Response in the Infant Monkey: Orphaned baby monkeys develop a strong and persistent attachment to inanimate surrogate mothers. Science, 130(3373), 421-432.